Antalya`nın Gündoğmuş İlçesinden Hâtıralar

Son Güncelleme: Cuma, Temmuz 21st, 2017 | Kategori: HÂTIRALAR ARASINDA| Etiketler:

b) ANTALYA`NIN GÜNDOĞMUŞ İLÇESİNDEN HÂTIRALAR

  Yedek subaylığım biter bitmez, 1956 yılı Eylül ayında Antalya`nın GÜNDOĞMUŞ İlçesi Hükûmet tabibliğine tâyin oldum. İlçede, 1 yataklı Muâyene ve Tedâvî Evi de çalışma yerim.. İlçe merkez nüfûsu 1.500   İki yardımcım var:  Sağlık memuru M.S.yi (mağdur emmi) diye anarlar.. 1913 doğumlu.. Vaktiyle Ankara`nın bir ilçesinde çalışırken, demokrat partiye oy veriyor diye, CHP`nin ilçe başkanı olan eşi tarafından buraya sürülmüş.. Dînî nikâhla evlenmiş ve Gündoğmuşlu olmuş.. Oğlu O.S.  DP gençlik kollarında görevli; Ankara`da yaşıyor; at yarışları meraklısı..       Diğer Sağlık memuru Hüseyin Doğan, İlçenin Penbelik köyünden.. 1927 doğumlu.. Hadememiz: Ramazan Ef.

İlçede göreve başladığım sırada asîl bir Kaymakam vardı; tâyinle ayrıldı ve 1957 ilk aylarında Kaymakamlığa da vekâleten bakmam emrolundu.. Tahrîrat Kâtibi Derviş bey, aslen Aksekili.. muhterem, ağırbaşlı, ketum bir şahsiyet.. Jandarma Komutanlığına Kıdemli Başçavuş M.Ş. vekâlet ediyor.

Asliye Hâkimi Ekrem bey(bilahare Sâlihli`ye tâyin oldu),Savcı (Cumhûriyet Müddei Umûmîsi) F.Uygur bey.. Nüfus Memûru Şaban bey ile Özel İdare Memûru Sâlih bey, Tapu Sicil Memûru Hasip Dolunay, her üçü de  İstanbullu oldukları halde,  geçim şartları daha müsâitdir diye buraya tâyinlerini çıkarmışlar.. Şaban bey, şiirlerini, daktiloda yazıp bir araya toplamış.. (Ankara) başlıklı bir şiirini bestelemiştim. Şunları anlatmıştı: Antalya Halkevi`nde şiirlerimizi okumuştuk; B.K.Ç. yuhalanmış, ben ise alkışlanmıştım.       O devrede, memurların maaşlarını takdirde tek kriter tahsil süresi.. Hekimler ve yüksek mühendisler aslî maaş 35`le, 4 yıl süre tahsil yapanlar (hâkim,savcı, teğmen, iktisatçı..) 30`la, lise mezunları 25`le..   göreve başlıyorlar.. Görev ne olursa olsun(!) bu aslî maaşlar aynı çarpanla (katsayı ile!) çarpılır ve orta tahsilliler(lise mezunları) 80 lira aslî maaşın üzerine çıkamazlar.. Yüksek tahsilliler 3 yıldabir terfî ederler;yalnızca adâlet mensupları(hâkim ve savcılar) 2 yıldabir terfî ederler!..35 TL aslî maaş net 205 TL kadardır.. bu da 180 Amerikan doları kadardır!.. Çamaşır makinası, buzdolabı, fırın, televizyon.. gibi cihazların adı bile işitilmemiştir; memurlar maaşlarının yüzde 95`ini bakkal, kasap, manifaturacı, ayakkabıcı, terziye ve yakacak oduna bırakır..      1958`de %100 devalüasyon ve pahalılık oldu ise de esnafdan iflâs eden olmadı; çünkü memur maaşları da %100 artmıştı!.              Tapu Sicil Memûru H.Dolunay; benim bebeklik ve çocukluk yıllarımı geçirdiğim Beylerbeyi Küplüce`de komşum idi. Benden 4 yaş kadar büyük olduğundan oyun arkadaşlığımız olmamıştı.. Öfkeli bir kimse idi; ben ilçeye gelmeden önce kaymakamla kavga ve ilçenin hatırı sayılır kişilerinden bâzılarıyla dövüş bile etmiş.. Bir hâdisesini anlatayım: Orman bölge şefliğinin bahçesinde, yaklaşık 2 metre uzunluğunda ağaçlar, ihtiyaç sahiplerine satılmak üzere istiflenir.. Miktârı ve kıymeti ağırlığına göre değil, metre ile ölçüsüne göredir. Ölçü birimi de ster`dir. İstif tamam olunca önüne bir levha dikilir; miktârı rakamla yazılır; diyelim ki 60 ster.. 9 ster satılınca levhada 60`ın altına 9 yazılıp onun da altına çizgi çekilir ve 51 kaydedilir.. Tapucu bey bir yaz günü gidip odun istiflerini inceliyor ve birisinin levhasında 7 ster kaldığı yazılı olduğu halde gerçekte çok daha fazla olduğunu görüyor ve Derviş bey`e: Ben kamyon tutacağım, senin odununu da alır, diye iknâ edip birlikte Orman bölge şefliğine gidiyorlar. Tapucu bey, görevli memura: Şu yığını alacağız, deyince memur, metrosu ile ölçüme başlıyor ise de: Arkadaş, levhada kaç ster olduğu yazılı.. tamamını alacağıma göre ölçmeye lüzum var mı deyince aralarında şöyle bir konuşma başlıyor:  Tapucu bey, burada 7 değil belki 17 ster var.. elbette ölçeceğim!..             Sen demekki herkese az az verdin, 10 ster kadarını evine götüreceksin!.      Nee.. sen bana hırsız mı diyorsun?..        Ben sana hırsız demedim, fakat bu yapılan, hırsızlıktır! İş dövüşe doğru giderken lojmandan dışarı çıkan Orman bölge şefi iki tarafı da dinledikten sonra: Haklısın.. al, götür!, demeyi tercîh ediyor.

İlçenin duayeni,eşrafdan, CHP İlçe Başkanı emekli öğretmen Vehbi Günal. Vehbi Hoca diye anılır..  Kendisi; ciddî, nâzik, akrânı ile sohbetten zevk alırdı. O CHP`li; ben ise, DP`ye gönül vermiş bir kişiyim ve vazifemi yaparken parti ayrımcılığını  şerefsizlik saymışımdır. Sırası geldiğinde misâlleri de görülecektir: Vehbi Hoca, birgün bana: (Doktor bey; Belediye başkanlığını almamız için 1 oy gerekli idi, onu da sağladık.

Bugün oylama yapılacak.. karşı taraf kavga çıkarıp mâni olabilirler.. Sizden ricam: Bu oylamayı, Kaymakam olarak izleyiniz ve tedbir olarak da Belediye binası önünde 1 manga jandarma dolaşsın) dedi.       Cevâben: (Vehbi Bey; Belediyeler Kanunu’nun yalnızca sağlıkla ilgili maddelerini ezbere biliyorum; Kaymakam olarak dediklerini yapmağa yetkim var mı?) diye sorunca yetkim olduğunu söyledi. Dediklerini yaptım ve başkanlık parti değiştirdi.  Birgün şöyle bir soruyu kulağıma fısıldadı: Bu ilçenin eski adı Eksere imiş.. mânâsını biliyor musunuz? Ben de şu cevabı verdim: Tıbda kseroftalmi (göz kuruluğu) demektir; göz kuru olunca sertleşir de.. Burası da taşlık/kayalık olduğundan, (eksere)nin, Latince (kseros) dan alınmış olduğunu tahmin ederim.   Gene birgün şu hatırasını anlatmıştı: Atatürk`ün vefât ettiğini evimdeki radyodan öğrendim; bir tek radyosu bulunmadığını bildiğim Alanya`ya haberci çıkardım.                         Vaktiyle  İskenderiye’den Antalya`ya ticaret için gelen yelkenli gemilerin satın alıp götürdükleri arasında Eksere`nin orman mamülleri de varmış. Bâzı kadın isimlerini; İsmihânî, Ümmühânî.. olarak poliklinik defterine yazdığımı hatırlıyorum.                                                                               Cezmi Hoca ile eşi Vesîle hanım da emekli öğretmenlerinden..                   DP İlçe Başkanı: Senir köyünden Emin Özkan.. Arzuhalci ve dâvâ vekîli Ârif Cengiz bey.. Baba ve oğul Tevlek`ler de sözü geçer zevattan..    Belediye binâsı önünde Topal Muhtar devamlı iskemlesinde oturur, tavla kutusu açık durur, zamânı öldürmek için bir arkadaş bekler.. Ayrancı(Sünbül)Dayı, kiralık katırı ile memurları köylere götürüp getirir. Beş vakit namâzındadır..Ben de resmî köy gezilerimi onunla yapmaktayım. Yıllar sonra İslâmî Edebiyat mecmûasında yayımladığım (terkîbi bend)imin ilk bendlerini bu gezilerde katır üstünde beyit beyit oluşturur ve ilk fırsatta kâğıda geçirirdim. Ayracı Dayı, bunlardan habersiz olduğundan, o sıralardaki benim vurdumduymaz dalgınlığımı kimbilir nasıl yorumlamıştır..                                                                                        İlçe müftümüz, vaktiyle sıtma savaş memurluğu yapmış.. enjeksiyon yapmasını bilir.. zaman zaman benden ampul atropin alır.. Antalya`ya giderken, refîkasına koldan cilt altına bu ilacı enjekte etmezse arabada istifrâ muhakkak olduğunu söylerdi. Kendisine şunları anlattım: Atropin belki de kendisine psikolojik olarak güven veriyor. Bu ilaç yerine serum fizyolojik enjekte et, aynı iyileştirici tesir görülürse 1 / 2 defa bunu tekrarla ve atmayıp biriktirdiğin ampul kırıklarını hanımına göstererek onu iknâ et ve enjeksiyondan kurtar!.. Bana: aldatmamız ayıp veya günah olmaz mı? Şeklindeki sorusuna da: niyetimiz onu bir bağımlılıktan kurtarmaktır ve tıpda yeri vardır, cevâbımla iknâ olup dediğim gibi hareket etti.. refîkası bu bağımlılıktan kurtuldu.

Bir Pazar günü, memurlar klüpüne ansızın Antalya Milletvekili Dr.Burhanettin Onat geldi. Yarısına yakını yüksek tahsilli memurların iskambil, tavla oynadıklarını veya sohbet ettiklerini görünce bu manzaradan üzüntü duyduğunu ifâde etti ve şunları anlattı: Bizler; siz yaşta gençler iken müzikle meşgûl olurduk. Atatürk Antalya`ya geldiğinde Rast ve Acemaşîran fasıllarını sunmuş ve takdirlerine mazhâr olmuştuk.. Arkadaşlardan biri:Dr.Cahit bey müzikle uğraşıyor!..deyince suskunluğu bir tarafa bıraktım; 20 adım ötedeki evimden bir kucak dolusu Musiki Mecmuası`nı ve içindeki, kendime âit yazıları gösterdim.. Cevâben, bu dergiden ancak şimdi haberdâr olduğunu söyledi. Ben de, bu derginin ana hedefi, millî musikimizin de bir devlet konservatuarında okutulması gerektiğini söyledim. İstanbul Belediye Konservatuarı`ndan söz edince de : Orada çalgı eğitimi verilmemektedir; nazariyat öğretimi gayri ilmîdir. Mûsıkîmiz, sâhipsiz cenâzeler gibi belediyeye teslim edilmiştir, dedim.            Bu sözlerim üzerine; Ankara`ya döner dönmez musikimiz için faydalı çalışmalar yapacağını söyleyip ilçeden ayrıldı. Fakat iktidar; muhâlefetle lâf ve eylem/nümâyiş yarışında olduğundan, millî kültürümüze eğilmeğe imkân, zaman bulamadı.İkizdere, Gündoğmuş ilçelerinde millî bayramlar kutlanırken kaymakam, belediye başkanı ve garnizon kumandanı tebrikleri kabûl ederlerdi. Garnizon kumandanı İkizdere`de jandarma olurdu (Yzb.Mehmet bey ve ondan sonra Ütgm.K.Y.,    Şube reisi ise teğmendi; Gündoğmuş’da As.Şube reisi Bnb.H.Ç. ile yardımcısı Tgm.Korkmaz bey, onların tâyîninden sonra adını hatırlayamadığım bir bnb ile yardımcısı tgm.H.H. vardı. Garnizon kumandanı As. Şûbe reîsi olurdu.Öğlene kadar hekimlik, öğleden sonra kaymakamlık yapıyorum… Buradaki hâtıralarımı tarih sırası gözetemeden anlatacağım:

                                  Günlerden bir gün Valimiz Niyâzi Akı makam arabasıyla geldi, beni de yanına alarak, evvelce nâhiye olan Köprülü’ye gittik; bizleri Ârif Ağa karşıladı. Vâlî bey, bana : Harap durumdaki okulu yıktırınız, taşını, kapısını, demirini.. muhâfaza ediniz.. ilk fırsatta yenisini yaptıracağız dedi. Orada, herkesin içinde bâşüstüne efendimden başka ne denilebilirdi?. Ertesi gün, İlçe Millî Eğitim Memûru Ramazan bey`e; Valiliğe bir yazı yazdırdım; emirlerinin têyîdini istedim; cevap gelmedi!..    4 Yıl sonra, Sağlık Bakanlığı Müfettişi olarak Mardin`e giderken kendisine  (Diyarbakır Vâlîsi Niyâzi Akı`ya) makàmında nezâket ziyâretinde bulundum..

       Benim şansıma olsa gerek, ekonomik durum bozuldu; pencere camından çekirdek kahveye, inşaat çivisinden mazota pek çok mal, ilçelere belirli miktarlarda tahsis edilmeye, kaymakamlarca da (ihtiyaç sahibine) sattırılmaya başlandı. Bu durum; dağıtım yetkilisi kaymakamlara güven ve sevgiyi azalttı.

   Gelen bir emirle;bâzı kişilerin tabanca taşıma vesikası, bulundurma`ya çevrildi; Tevlek`lerin oğlu, bundan dolayı bana kırıldı.

    Hekimlik görevleri de az değildi. Fahrî olarak baktığım belediye tabipliğim dolayısıyle Belediye Sağlık Zabıtası Tâlîmatnâmesi hazırlayıp göndermem istenmişti. 1952’de İkizdere(Antalya) ilçesinde de bu talimatnameyi yaptığımdan, 1936`da ilçe olan Gündoğmuş için de emri yerine getirdim. Fethiye ilçesinde deprem, ölümlere sebep olmuş.. depremle ilgili yönetmelik hazırlamamış, diye kaymakamı açığa almışlar.. Gündoğmuş için bir de deprem yönetmeliği hazırlayıp, gönderdim.

Hükûmet tabipliğinde Teftiş defterinden Frengi ilâçları vâridât-sarfiyât defterine, posta zimmet defterinden poliklinik defterine.. tam 24 defter ve ayrıca aylık, 3 aylık, yıllık istatistikler, çizelgeler beni bekliyordu.      İstatistikler hususunda da bir iki söz: İlçenin bütün köylerini gezip görmüş bir kimse olarak, yeni tâyin olup gelmiş İlçe ziraat memuru bana sorar: Doktor bey.. istatistik yollayacağım.. ilçemizde kaç keçi, kaç kümes hayvanı var; yılda ne kadar bal elde edilir?. Bu sorulara gülmeden cevap vermeye çalışırım; çünkü benden de: kaç açık helâ çukuru var? ve benzeri sorulara cevap istenmektedir. Ziraat memuru, cevaplarımdan bazılarını uygun bulur, bazılarına da: selefim, sizin tahmîninizin  2 katından fazla bildirmiş; daha az bildiremem, soru açarlar! der.

       1957 seçim hazırlıkları başladı.. İlçe Seçim Kurulu`nun teşekkülü için hâkim; parti başkanlarını bildirmemizi isteyen bir yazı gönderdi, jandarma kumandanlığına havale ettim, cevâbî yazıyı okumadan imzalamışım.  Ertesi gün Emin Özkan gelerek: Doktor bey! DP İlçe Başkanı ben değil miyim?.. İşte mühür bende, gelen yazıları postaneden ben alıyorum. Seçim için İlden gönderilen jeepi ben kullanıyorum. Hakime beni değil de Ârif Cengiz’i başkan diye bildirmişsiniz!?..  demesi üzerine İlçe Jandarma Kumandanı Vekili Astsubay Kıdemli Başçavuş M.Ş. yi çağırıp sorduğumda: bizdeki kayıtlar böyle!”  cevabını aldım. Ârif Cengiz de ısrar edince, İlçenin seçime girememesi tehlikesi ortaya çıktı. Bir Pazar günü, Şükrü efendinin mini marketi üzerindeki memurlar lokaline Emin Özkan, Arif Cengiz ve daktilosu ile Derviş beyi çağırdım. Her iki Başkan iddialısına:  DP Başkanı siz misiniz?   Başkan 1 tane olacağına göre, ikiniz de ısrar ederseniz, ileride kim haksız çıkarsa (seçime fesat karıştırmakla) suçlanmasını hemen savcılığa yazacağım; dememe rağmen ikisi de direndi ve gözleri önünde durumu savcılığa yazı ile bildirdim ise de düğüm çözülmemişti. Derviş beye, Ankara`ya DP Genel Merkezi`ne şu yıldırım telgrafı  çektirdim: [ Emin Özkan ve Arif Cengiz, partiniz ilçe başkanı olduklarını delilleriyle iddia ettiklerinden, ilçemizde seçim kurulu teşekkül edememektedir. Hangi idare heyetinin sahih olduğunun bildirilmesini arzederim. Kaymakam vekili Dr. Cahit Öney ] Görmüş geçirmiş Derviş bey: “başınıza iş açarsınız, ne olur bu telgrafı çekmeyelim” dediyse de dinlemedim; telgraf gitti!. Aradan birkaç saat geçmişti ki, ilçemiz orman bölge şefliğinden bana dâvet geldi; Antalya milletvekillerinden Ali T. benimle görüşmek istiyordu. İlçede telefon, yalnız orman bölge şefliğinde vardı. Telefon görüşmemiz aynen şöyle oldu.

         (Doktor bey, Ankara`ya çektiğiniz telgrafla bizi rezil ettiniz!..)

         (Aman, estağfirullah efendim.. İlçede seçim kurulu teşekkül edemiyor!.. Onun için telgrafla bilgi almak istedim!)     Ankara cevap vermedi. Hakim sıkıştırmada.. Son günler, son çırpınışlar.. Emin Özkan`a şunları söyledim: Hemen seçim cipinle partinin il başkanlığına git; oradan, başkan olduğuna dair belge al, valilikten havale ettirip bu akşam olmadan bana getir; valilikten havale ettirmezsen hakim kabul etmeyebilir. Emin Özkan dediklerimi yaptı ve..

          İlçede seçim kurulu teşekkül edebildi!.

Hakkımda ne valilikçe, ne de iktidar partisince cezâî işlem yapıldı. Fakat..     Seçime 1-2 gün kala valilikdeki maiyyet memurlarından(stajyer kaymakamlardan) biri geldi ve kaymakamlığa o vekâlet etti.         Bundan sonraki 2 yıl boyunca maiyyet memurlarından biri gitti, biri geldi. Ben de beni zaman zaman halkla karşı karşıya getiren bir yükden kurtuldum.  İktidarla basının arası gittikçe açılıyordu; kaymakam vekili tarafından, en küçük yalan yanlış haberlerinde tekzib göndermemiz emrediliyordu.  Yıllık izinden döndüğümde, Serinyaka köyünde bir kişinin tifodan vefât ettiğini, abonesi olduğum Hürriyet`den okudum.. Ben ve 2 sağlık memurum ilçeyi 3`e bölerek herkese tifo aşısı, hem de ikişer kere yapmıştık.. Listeleri inceledim: Bu köyde 2 kişi ölmüş, fakat ikisi de ikişer kere aşılanmıştı. Tifo aşısı yüzde yüz muâfiyet veremezdi. Kaymakam Bey`e bir lâtîyfe olsun diye şöyle bir tekzib yazdım: Hürriyet gazetesi yazıişleri müdürlüğüne: İlçemiz …. köyünde tifodan 1 kişi öldüğü haberiniz hilâf-ı hakikattır. 1 kişi değil 2 kişi ölmüştür!.. Kaymakam beyin yanına gidip gazeteyi göstererek, bu yanlış habere bir tekzip yazdım, lütfen imzalar mısınız? Dedim.  İyi ettiniz; imzalayayım, deyip eline alınca yazıya bir göz attı ve doktor bey, şakanızı anlıyorum, dedi ve gülüştük.                                                                           Her memur arkadaşın, kaymakamın ilçeden ayrılışında içkili vedâ ziyafeti âdet olmuştu.. Bir kaymakam vekîlinin vedâ ziyâfetinden erken ayrılmıştım.. Evime bir haberci geldi ve  Aman doktor bey; İlçe jandarma komutanı vekili astsubay üstçavuş tabancasını çekti, ateş edeceğim deyip duruyor; siz gelin, belki siz yatıştırırsınız.. deyince kulüb’e gittim. Saat ilerlemiş.. birkaç memur kalmıştı. Bu üstçavuş, selefi kıdemli başçavuş M.Ş. kadar ağırbaşlı değildi. Elinde tabancası.. iskemleye oturmuş.. iki yana açtığı bacaklarının arasına ateş edeceğini söylüyordu. Ben de karşısına geçip bir iskemleye oturdum ve: aslansın, yaparsın, ama yapma-etme.. diye ricalara başladım.. Ben karar verdim, şarjörü boşaltacağım, doktor bey karışma, evine git..  dedi.   İkimiz de kararımızdan vaz geçmedik.. mermiler ikimizin ayakları arasından döşemeyi delerek aşağıya gitti.. kılımı bile kıpırdatmadım.. yumruğu patlatmamak için kendimi zor tuttum.. evlerimize dağıldık.. Kendimi hakarete uğramış sayıyordum.. Onun tabancasına karşılık benim de kalemim vardı.. Öğlene kadar gelip özür dilemezse, re`sen vilayete telgraf çekecektim. Daktiloda şunları yazıp, öğleni beklemeye başladım: Dün gece aşırı derecede alkol alan İlçe J.K.V. ……. memurlar kulübünün döşemesine şarjörünü boşaltmış ve alt katta, Şükrü ……`e ait kumaş toplarından birkaçı delinmiştir…  Saat 11.30`da, sağlık memuru Hüseyin Doğan`a ricâda bulundum: Sana zahmet, şu telgrafımı PTT Müdürü Cezmi Neftçi beye götürüver!..  Hüseyin Doğan, telgrafı astsubaya okutmuş ve git hemen özür dile, yoksa telgraf çekilecek; deyince baktım ki her ikisi karşımda.. Hâdise, özür dilemesiyle kapandı. Olan, Şükrü efendiye oldu, sesini çıkaramadan zararı sîneye çekti.                  İlçede elektrik, telefon, tazyikli su şebekesi ve tabiidir ki eczane yok.. Hastaya reçete veremezsiniz.. ilâcını bulmak zorundasınız.. Bunun için, eczanesi bulunmayan yerlerdeki hekimlerin dikkate almaları gereken Ecza dolabı tâlîmatnâmesi  çıkarıldı.. Sermayesini sağlayan, mâliye memuru Ali S. ortağım oldu.. İlaç sipârişim İstanbul`daki Lokman Eczâ Deposu`ndan sağlanıyor ve posta ile geliyor. İsteğim üzerine, yeni bir antibiyotik veya ağrı kesici.. çıkmışsa, ondan da 1-2 adet konuyor..  Bir gece yarısı A.S. gelerek kayınpederinin mezrada hastalandığını ve hastalık belirtilerini anlattı. Barsak tıkanmasına az çok yarayacak ilaçlarımı alıp hastanın yanına koştuk. Arka odadaki bir tasa baktım, gaita kustuğunu gördüm ve A.S.e de gösterdim. İleus dediğimiz bağırsak tıkanması.. ve ileri safhada.. Antalya`ya götürme imkânı da yok.. bağırsak adalelerinden spazmı kaldıracak 3 ilacı karıştırıp kalçadan enjekte ettim. Yapacağım bu kadardı.. Sorduklarında: Allah’dan ümit kesilmez!.. dedim. Bu söz onları tatmin etmeyince de: Güneşin doğduğunu görürse iyileşti diyebilirsiniz!..  diye bir söz ağzımdan döküldü. Ertesi sabah beni ziyarete gelen A.S. : Doktor bey.. tam dediğiniz gibi oldu.. güneş doğduğu sırada kalkıp büyük abdeste çıktı.. iyleşti.. dedi. Söyleyene değil, söyletene bak!.. Resmî görevli hekimlikde maaş ayda 200(evet 200) dolardan azdı.Hastadan para isteyemiyordum. Öyle yetiştirilmiştim.. pederim, sabahları harçlığımı masanın üzerine bırakır, vazifesine giderdi.. 1959 bahârında Başmüfettiş Dr.Hasib Yıldırım beni teftîşe geldi.. Bu arada çarşıda pazarda hakkımda tahkikat yapmış.. benim şahsiyetim hakkında müsbet kanâat sahibi olmuş. Bana şunları söyledi: Müfettiş kadromuz 50, mevcûdu 25      Çıkarılan tamimi sana veriyorum.. yeni müfettiş ve sağlık müdürlerine ihtiyaç var..Ben, önce birkaç yıl müfettişlik yapıp sonra sağlık müdürlüğünü düşünmeni tavsiye ederim.  Tâmimde; müfettişlik ve sağlık müdürlüğü asgarî kadrolarının 70 TL aslî maaş olduğu, maaşı 60 veya 50 olanların da tâyinleri mümkün olduğunu, ardaki farkı tazmînat olarak alacaklarını bildiriyordu. Ankara`ya gittim. Zâtişleri Genel Müdürü S.Arcan’ı ziyaret ettim.     Bana : Dilekçeni verirsin, cevabını alırsın!.. dedi. Bir dilekçe yazarak Müsteşar muavini Dr.Lütfi Oğultürk`e gittim.. kapısı açıktı ve bir ziyaretçisi, oturarak kendisiyle konuşuyordu. Dolaşarak, birkaç dakika geçtikçe gelip, misafirin gidip gitmediğini sözüm ona gizlice kontrol ediyordum. Misafir gitti ve içeri girip dilekçemi uzattım. Dilekçemi okudu ve bana şunları söyledi: Lütfen oturunuz!..5….10 dakikadır misafirimin gitmesini ayakta beklediniz; rozet takmadığınız için meslekdaşım olduğunuzu anlayamamıştım.. Dilekçenizi havâle ediyorum, hayırlı olmasını dilerim!.. Bu deontoloji ve efendiliğin zamanımızda örneği kalmamış müsbet timsali merhum hakkında şunları da kayda geçiriyorum: 27 Mayıs isyânı başarı kazanır kazanmaz, Ankara`da 2 mahallî gazete (kuyruklar ve düşükler)i, infâz için Vali Nuri Teoman Paşa`ya ( bu paşa, bilahare Antalya valisi olmuştur)  ihbarda birbirleriyle yarış ediyorlardı. Sıra Dr.Lütfi Oğultürk`ün Özel tüberküloz hastanesine gelmişti. Hemen o gece Teoman Paşa hastaneye baskın yapıyor.. o tarihlerde moda olan mâdenî sürahileri ayağının altında eziyor, gördüğü birkaç çatlak tabağı yerlerde parçalıyor ve:   Veremli hastaları soyuyorsunuz.. cami yaptırmışsın, bir de okul yaptırsaydın ya! diye azarlıyor. Oğultürk; ilkokul da yaptırdım Paşa hazretleri diyorsa da kıymeti harbiyesi yok.. Hemen ertesi gün, iş Sağlık bakanlığına havale ediliyor. Âcilen teftiş ve gereğinin yapılması için Başmüfettiş Op.Dr. F. beyefendi ile ben fakir ikinci sınıf müfettiş görevlendiriliyoruz. Başmüfettiş; teftiş sırasında merdivenleri çıkarken, daha düne kadar âmirimizin âmiri olan muhteremin önünde.. Oğultürk, beni de önüne geçirmek istiyorsa da, siz Başmüfettiş beye izâhat verirsiniz, ben geride kalayım, diyorum. Bakanlığa dönünce, Başmüfettiş, bana: Noksanları birlikte tesbit ettik..süresiz mi kapatalım, yoksa bir müddet için mi? Diye soruyor. Ben de: O kadar resmî ve özel hastane teftiş edildi; noksanları çok daha fazla oldukları halde kapatılan olduğunu ne gördüm, ne de işittim. Diyelim ki kapattık.. içindeki o kadar verem hastasının bir yerlere nakli problem olmaz mı?..dedim. Özellikle son cümlem müessir olmuştu.. Nihayet şu şekilde teftiş raporu hazırladık:  15 gün sonra tekrar teftiş edilmek üzere tesbit ve tebliğ edilen noksanların giderilmesi..       Konu dışına çıkarak bir müfettişlik hâtıramı daha nakledeceğim: 27 Mayıs 1960 darbesinin hemen sonrasında, ihbar salgın ve saldırısından rahatsız edilenlerden biri de Bakırköy Akıl Hastanesi Başhekimi Dr.Fahri Celal Göktulga idi. İşte ihbar ve iddiâ: Ankara`dan Bakırköy Akıl Hastanesi`ne zaman zaman gönderilen tıbbî malzeme, Sirkeci`den, bir araba gönderilerek aldırılıyor.. bir keresinde, bu eşyâ arasında, Sağlık bakanlığındaki bir yetkiliye âit özel eşyâ, yatak dengi de var?.. Bu da resmî taşıt araçları kànùnuna aykırı.. Sağlık bakanlığından, ihbar ve şikâyeti tahkîk için Müsteşar yardmcısı, Başmüfettiş Dr.Sabri Basa, Müfettiş Dr.Cahit Öney gönderiliyor.. Ben, bir kurye gibi, kapalı zarf içindeki yazıyı Başhekime götürdüm. Zarfı açtı, okudu.. müteessir olmuştu.. Müfettişliğin soğuk kisvesinden sıyrılmak ve üzüntüsünü hafifletmek için; eserlerinin okuyucusu, takdirkârı olduğumu söyledim.   Hangi eserini beğendiğimi sorarak beni gizlice imtihân etti.. Rüzgâr isimli eserini ve içindeki Cenâb Şehâbettin`in Kastamonu sağlık müdürü iken Vâlî Paşa ile bir fezleke dolayısıyla görüşmesini anlatınca yüzü aydınlandı, memnûn oldu.. Cevâbını almak için ne zaman ziyârete gelmem gerektiğini sorunca: Yanınıza bir görevli vereyim, refâkatinde hastaneyi gezin, bu zaman zarfında ben de cevâbî yazımı yazmış olurum, dedi. Müfettiş çantam bir hayli ağırdı, içinde tahkîkat dosyaları ve müfettiş mühürüm vardı. Bir anlık tereddüdümden durumu sezdi ve personel, çantanızı da taşıyabilir, deyince: Aman efendim.. devlet size binlerce hastayı emânet etmişken bir müfettiş çantasının sözü mü olur?  şeklinde sözlerimle hürmetimi izhâr ettim.. Bu tâcizden sonra ve bu tâciz sebebiyle hemen emekliliğini istedi ve ayrıldı.1959 yılı Ocak ayında Antalya`da Kıbrıs mitingleri başladı..    Slogan: Ya taksim, ya ölüm idi.. en fazla okunan şiir ise, A.N.Asya`nın

Bayrak`ı… İlçede bu son yılımda birgün; kendi hâlinde, evine işine bağlı bir kişi diye tanıdığım Adliye başkâtibi M.Ö. benden, çok acele olarak 1.500TL istedi; birkaç gün sonra iade edecekti.. Evinin tâmîrâtı ile meşgûl olduğunu da biliyordum.. Lokman Ecza Deposu`na göndermek için biriktirdiğimi kendisine verdim. Biraz sonra, kulağı delik Tapucu gelerek şunları söyledi: Kasadaki paraları, ileride yerine koyarım düşüncesiyle evinin inşaatına harcamış.. köyündeki ailesinin hasımları bunu öğrenince Adâlet Bakanlığı`na ihbarda bulunmuşlar. Müfettişin Manavgat`a geldiğini haber alan M.Ö. da, açığını kapatmak için bana gelmiş.. Tapucu bey, şunları da ekledi: Kasada açık, çok daha fazla imiş.. Müfettiş açığı görünce işten el çektirecek ve senin verdiğin de güme gidecek!..Hemen koştum,   M.Ö.ı sıkıştırdım. 2 bin lira daha gerektiğini öğrendim; minimarketçi Şükrü efendiden borç aldım.. Müfettiş geldi; Başaga da, köyden gelenler bir şey söyleyemesinler diye, çevresine kimseleri yaklaştırmadı.. ve ihbârın asılsız olduğu(?) anlaşıldı!!.. Ben de, verdiklerimi ertesi gün geri aldım. Ankara`ya, müfettiş olarak tâyînen ayrıldıktan sonra muhbirler, bir dilekçe ile Adalet Bakanlığı`na müracaat etmişler. Bu sefer müfettiş gizlice gelip zimmeti tesbit etmiş, M.Ö. Alanya Ağırcezâ`da imiş.. Ben de, Ankara`da, şâhit olarak ifâde verdim. Yıllar sonra İzmir`i gezerken, M.Ö.ı, Adliye karşısında önünde daktilo makinası, dilekçe yazarken gördüm.. Onun kadar üzüldüm..    İlçemizde ve hattâ her ilçede hiçbir memûr, bakanlık müfettişliği`ni rûyâsında bile göremezken benim bu teşebbüsüm ve aradan aylar geçmesine rağmen tâyînimin bir türlü gelmemesi beni üzüyordu ve arkadaşlarımın içten içe alay ettiği vehmine kapılıyordum. Nihâyet Sağlık Bakanı Dr.Lütfi Kırdar, Başbakan Adnan Menderes, Cumhur Başkanı Celal Bayar üçlü kararnâmem Resmî Gazete`de yayımladı, tâyîn emrim geldi ve eşyâyı kamyona yükleyip Akseki üzerinden Ankara`nın yolunu tuttum…

(Visited 7 times, 1 visits today)

İlgiliMakaleler:

  • İlgili Makale bulunamadı!..


RSS 2.0 ile yeni eklenen yorumları takip edebilirsiniz. Both comments and pings are currently closed.

Comments are closed.