Etiket: Tasavvuf tarihi

• Cuma, Temmuz 21st, 2017
       Herhangi bir inanış ve o yolda faâliyete “İslâmî” diyebilmek için; değer sırasıyle; Kur’ân-ı kerîm’e(hiç olmazsa bir tek Âyetine),  bir sahîh Hadîs’e dayandırmak veyâ İslâmın esaslarına, rükünlerine(erkânına) ters düşmeyen tefsîre/yoruma i’tibâr etmek/dayanmak lâzım ve şarttır. Tasavvùf konusunda ise, Âyet-i kerîme, sahîh Hadîs-i şerîf bulunamamıştır. Tasavvùf’un İslâma nisbeti için başvuracağım yol, bir Âyet-i kerîmeyi (YORUM)um olacaktır.

 

 [YORUM kelimesinin altını önemle çizmek istiyorum..

 50 yıllık bir Müslümân araştırmacı-yazar olarak  .

 yorumda bulunabilir, yorumcu olabilirim; fakat,

 tefsîrde bulunmak, müfessir olmak haddim değidir.

“Müfessir” ile “yorumcu” arasındaki fark, fakihile

efkah” arasındaki fark gibidir.]

                          .

Tasavvùfun İslâma nisbeti konusunda yorumlayacağım,12.Yùsuf sùresi  31 ve 32. Âyetleri olup, konumuzla ilgili bölümlerini şöyle özetlemek mümkündür:

Mısır azîzinin (hazîneden sorumlu Bakanının) eşi (bazı müfessir ve şâirler, adının Zelîha veya Züleyha olduğunu yazmışlardır)  aynı hânede yaşayan Hz.Yùsuf’a âşık olup da şehirdeki yüksek tabaka kadınları arasında dedikodular yayılınca bu kadınları evine dâvet ve meyve ikrâm eder. Kadınlar, meyvelerin kabuklarını bıçakla soymaya başladıklarında, bir dolap içinde saklanmış olan Hz.Yùsuf ortaya çıkınca, onun eşsiz güzelliğini gören kadınlar hayret ve şaşkınlıkla, ellerindeki meyve bıçaklarıyla parmaklarını keserler.

                                                                           [YORUM um:Cenâb-ı Hakk (C.C.), Kur’ân-ı Kerîm’de, insanlar okuyup da hoşca vakit geçirsin diye -hâşâ- masallar anlatmamıştır; onların her birinden çıkarılacak hisseler, ibretler vardır; yeter ki aklımızı çalıştıralım.   .

.           Nitekim, Cenâb-ı Hakk:  (…..) misâller getirmekten çekinmediğini;

mü’minlerin, böyle misâllerin Rabblerinden gelen bir hak olduğunu bildiklerini,

(…..) verdiği misâllerle ancak fâsıkları saptırdığını bildirmiştir (2.Bakara/26);     “(…..) sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan misâller indirdik (24.Nûr/34)”;     “(…..) bu Kur’an’da insanlara her türlü misâli, belki öğüt alırlar diye verdik (39.Zümer/27)”. ]

  

Şunu düşünmek, idrâk etmek lâzım:

Hz.Yùsuf gibi bir yaratılmışın (mahlûkun) güzelliği karşısında kendinden geçenler, Cennette Cemâlûllàh, (Hâlik’ın güzelliği)  göründüğünde acaba ne hâllere düşerler?..

 

    O hâlde, öncelikle, 3 günlük dünyevî hayâtımızı, Cennet nasîb olacak şekilde geçirmek gerek.. Hemen belirtelim ki; gàye, nîmetlerinden yararlanmak için değil, yalnızca Cemâlûllàh‘ı görmek saâdetine kavuşmak için Cennet istemek, buna lâyık olacak şekilde dünyâ hayâtımızı bir düzene sokmamız şarttır.Cennete girebilmek için tek şart, Rızâ-yı ilâhî‘ye nâiliyyet’dir. En değerli duâ, “Allah râzı olsun!”dur.(x)  (19.yy.dan sonra yerini “teşekkür ederim!” almıştır. Hâlbuki teşekkür ve şükür yalnızca Allàh’a edilir. Bugün, şuurlu müslümanlar bir yana, dilenciler “Allah rızâsı için” sadaka istemekte, alınca da “Allah râzı olsun!”  demektedirler.  Câmilerimizde 5 vakit yankılanan: “Allah rızâsı için Fâtiha!” teklîfini de hatırlayalım!)

  1915’de, 5.Ordu Komutanı Liman Von Sanders; Çanakkale’de hangi cepheye

 gittiyse sorduğu Niçin çarpışıyorsunuz!” sorusuna bütün Mehmetçiklerin Allah rızâsı için!” cevabını verdiklerini hâtıralarında belirtmiştir.

 [ … Çanakkale’de … Saldırıya geçerken şehit olacağını hisseden ama nihaî zaferi kucaklayacağından emin olan Anadolu çocuğunun cebinden şu mısralar çıkıyordu: “Allah bu milletten razı olacak; / Nefer şehit, ordu gazi olacak.” (Hasan DEMİR, Yeni Çağ 21.03.2005) ]

 (x) 17.08.2011 EK’i: Bugün; Ramazân-ı şerîf dolayısıyla yapılan bir TV konuşmasında, devamlı ollarak: “Allàh için!” … yapılması tavsiyesinde bulunuldu.. yanlış değil ammâ yanlış anlaşılabilir, düşüncesiyle şu açıklamayı yapıyorum: “Allàh için” değil; Allàh rızâsı için, Allàh rızâsına nâiliyyet için, Allàh rızâsına nâiliyyet ümîdiyle düşüncelerimizi, hareketlerimizi, ibâdetlerimizi, duâlarımızı tanzîm etmeliyiz. “Allàh için!” sözünü işiten bir eğitimsizin; “Allàh’ın ihtiyâcı mı var?” şeklinde mânâlandırabileceğini düşünerek, bu sözü uzun uzun ve tekrâr be-tekrâr açıklığa kavuşturmalıyız.

   

.          Rızâ-yı İlâhî‘ye nâiliyyet’i engelleyecek hususların kaynağı dışımızda değil, içimizdedir, NEFSimizdir.

Bizi kötülüklere sevk etmeğe; helâlden harâmı ayırd etmemizi ve insân-ı kâmil olmamızı engellemeğe çalışan nefsimizi Kur’ân-ı kerîm 4 derecede/ basamakta özetlemiştir:

  1. Nefs-i Emmâre                  12.Yùsuf Sùresi, 53.Âyeti,

  2. Nefs-i Levvâme                 75.Kıyâme Sùresi,  2.Âyeti,

  3. Nefs-i Râziye ve Merziye   89.Fecr Sùresi, 27/28.Âyeti,

  4.  Nefs-i Mutmeinne            89.Fecr Sùresi, 27/30. Âyeti.

  Rızâ-yı İlâhî’ye nâiliyyet için nefsin kontrol altına alınması şart ise de aklın doğru yolda işletilmesi; zikr, sabr,takvâ ihmâl edilmemelidir. (Helâl olduğu şüpheli hâl ve davranışlardan sakınmaya TAKVÂ denir.)

       

      Ta’rîfini sona bırakarak şunu ifâde edelim ki, yukarıdaki düşünceleri ileri sürmeye TASAVV`ÙF ve bu inanış istikàmetinde hayat yaşayanlara , TASAVVÙF EHLİ; Tasavvùf ehli olup da fikir ve eseleriyle bu yolda insanlara/mü’minlere ışık tutanlara MUTASAVVIF; mutasavvıf olup da, “rızâyı ilâhî”ye nâiliyyet içinnefs’i terbiye” husùsunda kendine özel “zikr, evrâd..” üreten ve aynı istikàmette çalışanlardan farklılığı te’mîn için özel kıyâfetler, müzik gibi vâsıtalar.. seçen kimselere TARÎKAT ŞEYHİ; tarîkat şeyhi zamânında ve/veyâ ölümünden sonra, ortak gàyeleri “nefsi terbiye yoluyla rızâyı ilâhîye nâiliyyet”” olmakla birlikte, metodları, yukarıda bildirilen ayrılıkları gösteren ve her biri değişik illerde-çok sayıda tasavvùf ehlinin kabûlüne mazhar teşekküllere/organizasyonlara TARÎKAT denir.

Bu ta’rîflerden anlaşılacağı gibi, giyim-kuşam özellikleri, semâ’,  mûsıkî.. doğrudan tasavùfun bir şartı olmayıp, tarîkatın araçlarıdır.

 

      << 05.03.2008 tarihli DİPNOTUM: Hemen yukarıda ta’rifler yapılırken, kronoloji gözetilmiştir. Önce tasavvùf idrâk olunmuş ve sonunda da tarîkatler zuhùr etmişdir (ortaya çıkmıştır). Doç. Dr. Mustafa Aşkar’ın TASAVVUF TARİHİ LİTERATÜRÜ (İstanbul 2006 İZ Yayıncılık) başlıklı eseri GİRİŞ bölümü 35-36. sayfalarından bazı cümleleri naklediyorum: [[ E- Tasavvuf Tarihinin Dönemleri (…) Günümüz Tasavvuf Tarihi uzmanları genellikle Tasavvuf Tarihinin dönemlerini üç ana kategoride ele alırlar:

      1-Zühd Dönemi: Bu dönem Asr-ı saadetle başlayan, tabiin ve tebe-i tabiin devrini ve ilk iki asrı içine alan, tasavvuf kavramının ortaya çıkışına kadar geçen dönemdir. (…..) Bu dönem ilk Sûfî lâkabının kullanıldığı hicrî ikinci asrın ortalarına kadar devam eder.

       2-Tasavvuf Dönemi: Sûfî ve Tasavvuf kavramlarının kullanılmaya ve ilk sûfî adlarının duyulmaya başlandığı hicrî II. asrın sonundan, tarîkatların ortaya çıkmaya başladığı hicrî VI. asra kadar geçen üç-üç buçuk asırlık dönemdir. Tasavvuf bu dönemde ortaya çıkmış ve ilk tasavvufî eserler bu dönemde yazıkmaya başlanmıştır.

        3-Tarîkatlar Dönemi: Bu dönem. Hicrî VI. asırda kurulmaya başlayan tasavvuf müesseselerinin temsilcilerinden tarîkatların ortaya çıkmasıyla başlar ve günümüze kadar devam eder. (…..) ]]             Şu husùs îzâhdan vârestedir ki, bir yeni dönemin zuhùru, öncekini ortadan kaldırmamışdır: Zâhidler ve takvâ sâhibleri, günümüzde de mecuddur. >>

            

      Ba’zı tarîkatlerin, özellikle sünnîlerce neden “sapık” görüldüğü husùsunu açıklamayı ileriye bırakarak; “Cemâl” ve”Cemâlûllàh” kavramları üzerinde fikir yürütelim:   

      Cemâl (Güzellik) kelimesi, soyut(mücerret) bir kavramı ifâde eder. İnsan, güzeli seçerken 5 duyusunu kullanır:

      Bir insanın, yapının, tavus kuşunun, tavuğun güzelliği için görme     duygusu; horozun, bülbülün.. güzelliği için görme ve işitme duyguları; bir kumaşın(rengi-deseni, yumuşaklığı dolayısıyle) güzelliği için görme ve dokunma duyguları;   yiyecek-içeceklerin güzelliği için görme ve tadma  duyguları.. güzelliği fark etmede rol oynar.     İnsan; dünyevî hayâtımıza mahsùs  5 duyu ile  güzelliği değil, onun maddeye yansıması olan güzeli seçebilmektedir!,,

       Cenâb-ı Hakk, rızâsını kazanarak Cennetlik olmuş insanlara, Cemâlini(güzeli değil de İlâhî güzelliği) algılayacak bir duyu İHSÂN edecektir!..

Önemli Not: Bu web site’mde kayıtlı yazı, resim, diyagram, ses.. ne varsa hepsinin kısmen veya tamamen neşir hakkı, bana âittir. Dr.M.Cahit Öney. Vefâtımdan sonra bu hakların tamâmı torunum Mehmet Öney’e geçmiş olacaktır. Dr.M.Cahit Öney 

İlgiliMakaleler:

  • İlgili Makale bulunamadı!..