Kategori Arşivi: HZ. MEVLÂNÂ

• Cuma, Temmuz 21st, 2017

Op.Dr. Perviz PAŞAOĞLU

(Levhanın açıklaması, yazının nihâyetindedir.)

HAZRET-İ MEVLÂNÂ ve MÙSIKÎ   

                                                     

MİLLÎ KÜLTÜRÜMÜZÜN ÖZÜ BU WEB SİTEDEDİR 
(Neden ANKARA’da TÜRK Musikisi Devlet Konservatuarı 35 yıldır kurulAmamaktadır?)
TÜRKİYE‘de 19 Batı müziği DEVLET konservatuarı, 3 TÜRK musikisi DEVLET konservatuarı
 
İktidar; kavga-gürültüyle edilmiş meşgul..
Solcular yön veriyor milletimin kültürüne!..
  VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feikün(fa’lün)
 
“Milletin kültürü?”  “taklid” sanıyorlar “Batı”yı..
Yerleşir aslını inkâr ile “Çağdaş kültür !..
 
Millet yabancı, aslını inkâr edenlere;
“Çağdaş” değil de “SOYLU” olan kültür isteriz!..
 
      Yılmaz, Titiz, Talay, Karakaş, Cem, Güner, Günay…
   Teslîm edildi çağdaşa Kültür Bakanlığı!..
                                VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
 
 
 
 
                      HAZRET-İ MEVLÂN  ve  MÙSIKÎ
 
       V.Millî Türkoloji Kongresi(İst. 26-30/09/1983)de sunduğum tebliğimdir.

        Bu tebliğim, Aralık 1987 tarih ve 419 numaralı Musiki Mecmuasında yayımlanmıştır.

 

Hazret-i Mevlâna’da Mùsıkî” ile “Mevlevîlik’de Mùsıkî” birbirinden ayrı bahislerdir. Çünki, bilindiği gibi, Mevlevîlik tarîkatı ve merâsimlerinin zamânımıza intikàl eden şekli, Hz.Mevlânâ’nın vefatından sonraki yıllarda ve hattâ asırlarda gelişerek tekevvün etmiştir.

       Hazret-i Mevlânâ’da mùsıkî nasıldı?..

Bu suâlin cevâbını onun eserlerinin tedkìkinden, menâkıb kitaplarından ve bunlara dayanılarak meydana getirilmiş monografik incelemelerden, edebiyat târihlerinden, doktora tezlerinden, kongre tebliğlerinden –bir dereceye kadar da olsa- ortaya çıkarmak mümkündür.

Bu nâçiz incelemede, yalnızca Mesnevî-i şerîf’i “gözden geçirmek” zaman ve imkâını bulabildim.

Azameti husùsunda her araştırıcının müttefik olduğu Mesnevî-i Şerîf’in bütün nüshaları karşılaştırılıp ilmî baskısı yapılamamış olması acı bir gerçektir. Kat’î bir rakam verilemeyerek: “25.000 beyit kadar!” denilmekle yetinildiği bir yana, 6 defter veyâ cilt tuttuğu büyük ekseriyyetle kabùl edilmekle berâber, Mevlevî Ankaravî Rusùhî İsmâil Dede merhùm tarafından (vefâtı: İstanbul 1631) düzmece 7. cilt bulunmuş ve şerh edilmiştir.

Muhtelif kimselere âit neşirlerde Mesnevî-i Şerîf  beyit sayısı değişmekte olup; aynı şârih (şerh eden,açıklayan) veyâ mütercimin (dilimize çevirenin) eski ve yeni neşirlerinde de ayrı beyit sayıları(numaraları) verilmiştir. Bugüne kadar neşredilen Mesnevî şerhlerinin en mükemmeli “Tâhirù’l-mevlevî” diye anılan Tâhir Olgun (13.09.1877 – 20.06.1951) merhùma âit olup, vefâtı sebebiyle 5.cildin baş taraflarında yarım kalmıştır. Tâhir Olgun’un daha evvelce neşrettiği “Mesnevî Dersleri” ile 1963/1975 târihli “Şerh-i Mesnevî”de dahî farklar mevcuttur. Misâl olarak: 1.kitapdaki (….. bir ihtiyar çengî…..) kıssasının ilk beyiti numarası “Mesnevî Dersleri”nde 1898, Şerh-i Mesnevî”de 1909’dur. Mesnevî mütercim ve şârihi Merhum Abdülbâkî Gölpınarlı ise Mesnevî-i Şerîf toplam beyit sayısını, 1952 baskı tarihli “Mevlânâ Celâleddîn” isimli kitabının 267. sahîfesinde 25.618 ve 1981/1983/1984 baskı tarihli “Mesnevî-i Şerîf Tercemesi ve Şerhi”nde 25.673 olarak kaydetmiştir. Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphânesi’nde 2011 no.da kayıtlı, 1656 târihli yazmada Mesnevî-i Şerîf 26.136 beyittir. (Mevlânâ Bibliyografyası, Türkiye İş Bankası Kültür Yayını 1974 2.Yazmalar. Mehmet Önderİsmet Binark/Nejat Sefercioğlu Sahîfe 53)

Açıkladığım sebeplerle, bu incelemede, “beyit numarası” kaydı imkâından mahrum bulunuyorum.

“Hazreti- Mevlânâ’da mùsıkî”yi anlatabilmek için o devir târih vak’alarından, mîrâs kalan “bilgi birikimi”nden, devirlerdeki “âlim” anlayışından etraflıca bahsetmek şart ise de, teblîğin hacmini arttırmamak fikriyle böyle bir girişten vazgeçiyor; gerekli ve asgarî bilgi kırıntılarını metin içine serpeştiriyorum.

            İncelememde şu sıra tâkîb edilmiştir : 

A.     Sazlar (enstrümanlar) ve teferrûâtına âit,

B.     Perdelere (bir mùsıkî dizisindeki seslere) âit,

C.     Makamlara âit,

D.     Usûllere âit,

E.     Bestekâr veyâ icrâkâr olarak mùsıkîşinâslara âit,

F.      Efsâne ve menkıbesiyle mùsıkîye âit,

G.    Mùsıkîde dizi’ye âit..

Mesnevî-i Şerîf ‘de kayıtlı terimler, bilgiler, görüşler; İnceleme için zarùrî böyle bir sistematik içinde, bâzılarında az sayıda misâl kâfî görülmüş, bâzılarında da bilgi olmadığı kaydedilmiştir.

A.  Sazlar (enstrümanlar) ve teferrùâtına âit, Mesnevî-i Şerîf’de kayıtlı terimler, bilgier, görüşer:

    1- Ney (nây).

         Ney, nây terimi Mesnevî-i Şerîf’de:  a) Kamışdan yapılmış nefesli sâz,   b) İçi boş ve değersiz kamış,  c) Usâresinden (özünden) şeker çıkarılan kamış,  d) Nefes borusu, mânâlarında kullanılmış ve diğer bütün terimlerde olduğu gibi ekseriyetle bir sembol olarak işlenmiştir.

Misâllere geçmeden önce Hz.Mevlânâ’da görülen sembol-temsîl’den kısaca bahsedelim: Mesnevî-i Şerîf’de masallar, hikâyeler değil; içinden ibretler, hisseler çıkarılması-alınması istenen kıssa’lar mevcuttur.

Bâzan “tez” ve “antitez” (iyi,doğru,güzel, mendub,mübah,helâl ilefenâ,yanlış,çirkin, yasak, mekruh, günah) kıssanın başından-beri bellidir; bâzan da bir mugàlâtacı, yanıltıcı dilin savunduğu fikrin aslında “antitez” olduğu, mes’elenin incelik ve hikmetleri (her doğruyu her gözün göremeyeceği, onun için de bir mürşide uymak gerektiği) ancak sonunda ortaya çıkartılır.  Hz.Mevlânâ, “ney, çeng, şarap, pâdişâh, şehzâde..” gibi sembol olarak kullandığı malzemenin neyi-neleri temsîl ettiğini çok zaman okuyanın-dinleyenin ferâsetine bırakır; nâdiren de, şu misâlde olduğu gibi, kıssanın sonuna doğru (nasîhatten önce), gene manzùm beyitleriyle açıklar: 4.cü Kitap’da; saltanatının devâmı için oğlunu evlendirmeğe teşebbüs eden ve engellemelerle karşılaşan bir pâdişâhı anlatan kıssanın sonunda şu îzâhât verilir: “Pâdişâh Âdem Alyhisselâmı; şehzâdesi insân-oğlunu; sihirbâz kadın bu aldatıcı dünyâyı(* 2007); şehzâdeye doğru yolu gösteren kişi ise enbiyâyı temsîl etmektedir.”  (Hz.Mevlânâ, aynı kıssanın bir beyitinde 60 yaşında olduğunu bildirir ki, 4.cü Kitâb’ın yazılış târîhini tahmîn bakımından ehemmiyet arzeder. Yalnız; Hz.Mevlânâ’nın kaç yıl yaşadığı, eserlerini hangi yılda veyâ kaç yaşında iken yazdığı araştırılırken, Hicrî târîhlere göre 1 yılın Mîlâdî yıldan 10 gün kısa olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir.)

(1)   Her du ney hordend / ez yek âbor

        İn yeki halî vu an pur ez şeker                 (1.ci Kitâb’dan)

“ 2 çeşid kamış aynı dereden su içtikleri hâlde biri boştur, diğeri şekerle doludur!” denilmektedir.

(2)    Bişnov_in ney çun şikâyet mi koned

         Ez cudayiha  hikâyet mi koned                (Mesnevî’nin ilk beyiti..)

“Ayrılıklardan bahisle şu ney’in nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle!”

Bu beyitte “ney” kelimesi kamıştan yapılmış nefesli bir enstrüman olarak kullanılmakta ise de bir semboldür ve kâmil insanı, mürşidi; nâçiz kanâatime göre bizzat kendisini temsîl etmektedir; Hazret-i Mevlânâ, “Ebu’l-beşer, bütün insanların atası Âdem Aleyhisselâm ile başlayan ayrılıktan, Bezm-i elest’i müteâkib dünyâya gelişden yakınmalarının dinlenmesini, benimsenmesini” istemektedir.  

(3)    Ateş_ender-zen be-her tu ta-be-key

         Pur-girih başı ez_an her du çu ney

(4)    Ta girih ba-ney buved hem-râz nist

         Hem-nişin-i an leb_u avâz nist

Mesnevî-i Şerîf’in 1.ci Kitâb’ında “….ihtiyar çengî….” kıssası içinde birbirini tâkîb eden bu 2 beyiti merhùm Tâhir Olgun Şerh-i Mesnevîsinin 2205,2206 numaralarında kaydettikten sonra meâl ve şerhlerini şöyle vermektedir:

      “Her ikisini de yak, yâni mâzî ve müstakbel kayıdlarını bırak. O kayıdlar dolayısıyle

ne vakte kadar ney gibi düğümlü kalacaksın?”  “Ney düğümlü bulundukça hemrâz olamaz ve dudakla, sesle âşinâ bulunamaz.”

       “Ma’lûmdur ki (ney) denilen saz, esâsen kamıştır. Ney olmadan, ta’bîr-i mahsûsuyle açılmadan evvel, o kamışta bir takım boğumlar vardır. Her bir boğum yekdiğerine düğümlerle bağlıdır. Kamışda o düğümler durdukça, yâni ateşde kızartılmış uzunca bir demirle kamışın içindeki ukdeler açılmadıkça o kamışın neyzen dudağına temâs etmesi, kàbil değildir. İnsan ki irâde-i İlâhiyye karşısında neyzene nisbetle ney gibidr. Nasıl neyin içindeki ukdeler temizlenmiş ise insan da mâzî, hâl, istikbâl, mazarrat, menfâat, hattâ ümit, recâ ve korku gibi düğümlerden âzâde bulunmalıdır ki derûnuna nefh edilen ilhâmâtı aksettirebilsin.”

 

       2- Çeng

            Hazret-i Mevlâna’nın, içinde “Çeng” terimi geçen 3 beyiti ile Tâhiru’l-mevlevî’nin verdiği meâller aşağıdadır.

          (5)   Çun zi deryâ suy-i sahil baz geşt

                  Çeng-i şi’r-i  Mesnevî ba saz geşt

Husâmüddin Çelebi, vahdet deryâsından kesret sâhiline avdet edince Mesnevî şi’rini terennüm edecek çeng yeniden akord edildi.”

                  (6)   Key buved/avaz-ı çeng-u zir u bam

                             Ez beray-ı guş-i bi hess u asam

 “Çeng denilen sâzın sesi ve tîz yâhud pest perdesi hissiz ve sağır kulaklar için değildir.”

         (7)     Ma çu çengim/u tu zehme mizeni

                    Zari ezma ni tu zarı mikoni

“Biz çeng denilen sâz gibiyiz ki mızrâbı vuran Sensin. Şu hâlde çıkan inilti bizden değil, Sendendir.”

              Bu beyitde, çeng’in “zahme” vurularak çalındığı bildirilmektedir.

 

         3- Kûs (kös)

    

         4- Dohol (Davul), Tabl-Tebl, Tebl-i sultan, Tebl-i iyd, Zehm-i çub.

 

         5- (Def), Teburek

 

          (8)   Bang-i kûs otabl berruy ruz o şeb

                  Mizenend_ender rucuo der taleb

“O devenin sırtında gece gündüz düşman kovalarken veyâ harbden dönüşde kös ve davul çalarlardı.”

 

            (9)  Piş o çe buvved teburek tuu tefl

                   Ki keşed u tebl-i sultan_iist kefl

 

“Senin gibi bir çocuğun çaldığı iki tahta parçası ona ne te’sir yapar?. Zîrâ o, pâdişâhın bundan yirmi derece büyük kösünü taşımaktadır.”

            (10) Ender_an mezre’ der_amed/an şutur

                    Kudek_an teblek bezed der heefz ber

“O deve, çocuğun beklediği tarlaya girdi. Çocuk da buğdayı devden muhâfaza için def çalmağa başladı.”

             (11) Gooft çon tersem çohest_in tebl-i iyd

                     Ta dohol tersed ki zehm ura resid

“Kendi kendine dedi ki: Neden korkayım?. Bu ses bayram davulu sesi.. Tokmağı yiyen davul; o korksun!.”

               (12) Ey doğolha-yı tohii bi gulub

                       Gesmetan_ez/iyd-i can şod zehm-i çub

“Ey boş davul gibi olan kalpsizler; can bayramınızdan kısmetiniz tokmaktan ibâret!”

 

             6- Surna

                 (13) Nale-i surna vu tehdid-i dohol

                         Çize ki maned bedan nakur-i gul

“Zurnanın figànı ile davul sesleri, bir parçacık, kıyâmet gününde çalınacak olan sùr’un sesine benzer!.”

 

              7- Rebab

                  (14) Liik bed maksudeş_ez bang-i rebab

                          Mençu müştakaan heyyal_an hitab

“Lâkin İbn-i Edhem’in rebab sesinden maksùdu, sâir müştâk olanlar gibi (Elestü bi-Rabbiküm = Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) hitâbını tahayyül  ve hatırlatmak idi.” Sofiyye hazerâtı derler ki: Cenâb-ı Hak ruhlara: (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) diye hitâb etti. Onlar da (Beli), yâni (Evet) diye cevap verdiler. Fakat o hitâbın zevki ruhlarda sâbit kaldı. Dünyâya geldiklerinde ne vakit güzel bir ses işitseler o hitâbın lezzerini hatırlarlar. Musıkiden zevk almalarının sebebi budur. Bu bahse dâir Şârih-i Mesnevî İsmâil Ankaravî (Kaddese Sırruhu)nun (Hüccetüssemâ) isimli eseriyle Gazâlî’nin İhyâsında ve Kimyâ-yı Saâdetinde, Kuşeyrînin de meşhur Risâlesinde tafsîlât vardır…”

 

            8- Tanbur

                 (15) Bang-i gerdeşha-yi çerhest_in ki halk

                        Mi seranideş be-tanbur-u be-hak

“Halkın tanbur ve ağızla terennüm ettikleri, feleğin devirlerinden çıkan seslerdir.”

 

            9- Erganon (Erganun, Ergunun)

                 (16) Hiiç kesra hod ze Adem ta kunun

                         Ki bedest_avaaz hezçun ergunun

Âdem Aleyhisselâmdanberi O’nunki gibi bir ses kimseye nasîb olmamıştır.”  (Dâvùd Aleyhisselâm’dan bahsolunmaktadır.)

 

           10- Nefir

       Farsçada kelimeler pekçok mânâlara gelmektedir. Mesnevî-i Şerîf’de geçen “nefir” terimi, daha ziyâde “feryad”, nâdiren de “nefret mânâsında kullanılmış veyâ şerholunmuştur. “Nefir” bir nefesli sazın da ismi ise de, mesnevî şârihlerinin bu mânâda bir yorum yaptıklarına tesâdüf etmedim. AncakNefir,Perde-i Irak, Mesnevî-i Şerîf’in, aşağıda kayıtlı 1.ci Kitabının 2.ci beyitindeki “Ez nefirem” deyimini “Feryâdımdan” yerine “Nefirimden” veyâ “Bir nefir karakterini alan sâzımdan” şeklinde anlamak ve çevirmek de mümkündür. Bu taktirde, bir evvelki beyitte geçen “ney”in, “mest edici, rehâvet verici” bir tarzda değil, “ikaz edici, uyarıcı” bir maksat ve edâ ile kullanılmakta olduğu ve bu mesajı alan kadın-erkek herkesin teessüriyete kapıldıkları şeklinde bir yorum ortaya çıkar.

            (17) Kez neyistan ta mera bobrideed

                    Ez nefirem merd_u zen nalideend  

“Beni kamışlıktan kesdiklerinden-beri feryâdımdan erkek ve kadın mütessir olmakta ve inlemektedir.”

        B) Perdelere (bir mùsıkî dizisindeki seslere) âit, Mesnevî-i Şerîf’de kayıtlı      terimler, bilgiler, görüşler:

       Mesnevî-i Şerîf’de ve o zamanki hemen her eserde aynı bir kelime hem perde, hem ses, hem makam yerine kullanılmış veyâ şerh olunmuştur. Misâl olarak, Mesnevî-i Şerîf’de geçen Perde-i Irak tâbirini Tâhiru’l-mevlevî: “Irak perdesi”, Âbidin Paşa ise “Irak Makàmı” diye terceme ve şerh etmişlerdir. Bu kelimeler: “Savt”, “Nevâ”, “Âvâz”, “Bang”, “Perde”, “Nağme”dir. Mesnevî-i Şerîf’de sesle (geniş mânâsıyle –sesler- diyelim) ince: “zir” veyâ kalın “bum, bam” olurlar ve “bang”, “avaz” bu sıfatlarla terkîbe girer: “avaz u zir u bam”, “bang-i zirra” gibi..

        Bir müzikolog değerlendirmesiyle Mesnevî-i Şerîf  incelendiğinde üzerinde en çok durulması gereken beyit, MÙSIKÎMİZDE 24 SES OLDUĞUNU BİLDİREN BEYİT’dir. Hazret-i Mevlânâ bu beyitde “perde” değil de “avaz” terimini kullanmıştır(**2007). Bu “avaz” kelimesi bâzan yalın olarak, bâzam mùsıkî yönünden üzerinde durulmayacak terkibler içinde ve pekçok yerde geçmektedir. Fakat, “avazeş be-fen”, “hem-avaz u hem-perde” terkibleri ise dikkat çekicidir.

          (18) VAAAY K’EZ ÂVÂZ-I İN BİST-UU ÇEHÂR

               KÂARVAN BUGZEŞT U BÎ-GEH ŞUD NEHÂR

“YAZIK Kİ 24 PERDENİN SESİYLE UĞRAŞIRKEN ÖMÜR KERVÂNI GÖÇTÜ, ECEL GÜNÜ AKŞAMA YAKLAŞTI!”

Merhùm Tâhiru’l-mevlevî’nin yukarıdaki tercemesinde yer alan ve metin fazlası olan “sesini” kelimesini çıkarıp, “perde” yerine de “avaz”ı yerleştirirsek:

“YAZIK Kİ 24 ÂVÂZ İLE UĞRAŞIRKEN ÖMÜR KERVÂNI GÖÇTÜ.” Cümlesini elde ederiz ve “24 âvâz” deyiminin “musıki”nin mürâdifi, karşılığı, timsâli, sembolü olarak kullanıldığı netîcesine varırız(***2007).  Hazret-i Mevlânâ “mùsıkîmizde 24 âvâz-perde olduğunu” açıkça kaydetmiş ise de; bu perdeler aralıklarının musâvî veyâ gayrı musâvî oldukları hakkında bir bilgi vermemiştir; çünki ne Mesnevî-i Şerîf bir mùsıkî kitabıdır ve ne de Hazret-i Mevlânâ bir mùsıkî âlimidir. Ancak, o devirlerde her âlimin, bütün ilimlerin ana hatlarını mükemmelen bildiği de bir hakîkattir. O çağlarda “mùsıkî” müstakil bir ilim olarak değil de, matematiğin 3.cü faslı olarak incelenirdi. (Matematiğin 1.ci faslı hendese=geometri, 2.ci faslı hesâb=aritmetik idi.)

    Hazreti Mevlânâ’nın zamânına (xııı. Asra), mùsıkî alanında hiç de küçümsenmeyecek bir “bilgi birikimi” intikàl etmiştir.. Nâçiz kanâatim odur ki bu bilgilerin kaynağı Türkistan’dır. Göçler ve sonra da İslâmiyetin yayılmasıyle bu mùsıkî Afrika’ya kadar müessir olmuştur.  Bu devirlerde yetişmiş bestekârların-icrâkârların.. mutlakà Türk olması, bu kanı taşıması gerekmez; mes’ele “mùsıkî sistemi”nin Türk’e âidiyetidir. Nitekim, 1-2 asır önce bile Mùsevî, Ermeni, Rum asıllı ve kudretli “Türk mùsıkîsi bestekârları” yetişmiştir.

       Hz.Mevlânâ’dan önceki devirlerde Türkler, Moğullar Çin’e hâkim olmuşlar, Japonya’yı bile ele geçirmek için sefer düzenlemişlerdir; imparatorluğun merkezi Pekin’in yakınında idi. Çinlilerle kaynaşmamışlarsa dil ve mùsıkî farklılıkları başta gelen sebeptir; bu “coğrâfî” berâberlik sırasında, Çin alfabesi yerine, kendi dillerinin fonetik husùsiyetine göre, Çinlininkine, Hindlininkine.. benzemeyen ayrı bir alfabe gerekiğini de idrâk etmişler ve bunu sağlamışlardır. Aynı coğrafyada bu iki farklı kültürün savaşı, Çin’i, kapağı kapalı ve kaynayan kazana çevirmiş; Çinliler askerî yönden güçlendikçe, daha doğrusu Türkler ve Moğullar taht kavgasına düştüğü sıralarda, bu 2 unsuru batıya doğru devir-devir göçe zorlamışlardır. Asır asır tekrarlanan bu göçler sâyesinde bu Türk-Moğul kültürü Horasan-Buhârâ  ve çevresinde işlenmiş ve ilmî hüviyetine kavuşmuştur. Hz.Mevlânâ Buhârâ’nın değerini ve kültürünün menbaını şu beyitle bildirmitir:

            (19) An Buhara ma’den-i daniş buved

                    Pes Buhara eest k’aneş buved

“O Buhârâ, ilim mâdenidir. Öyle ise her fazilet sâhibi Buhârâ’ya mensuptur!.”

((Kıymet-bilir ve büyük şâir Hucendî’nin şu beyiti de Buhârâ’nın Hz.Mevlânâ’dan mahrùmiyetin acısını terennüm etmekte olup, âdetâ bir cevap mâhiyyetindedir:

Meguu k’erbâb-ı dil reftend_u şehr-ii aaaşk şod halii

Cihan pur Şems-i Tebrîziiist merdii kuu çu Movlànà?..  

“Gönül sâhipleri gitti de aşk şehri boşaldı! Deme; cihan Şems-i Tebrîzî ile doludur; Mevlânâ gibi bir er nerede?”  ))

       Türkler, çeşitli dinlere sâhip oldukları daha eski devirlerde bile, mâbedleriyle kütüphâneleri aynı çatı altında idi ve İslâmiyeti kabulden sonra bu alışkanlıklarını sürdürmüşlerdir. Pek çok defâ yanıp-yıkılmasına rağmen HorasanBuhârâBelh’in kısa zaman sonra yeniden ilim-irfan merkezi olduğu, millî kültürümüze kaynak teşkîl ettiği târîhî gerçeklerdendir. ((Horasan’ın Türk kültürü üzerindeki mühim te’sîrini şu değersiz beyitimle ifâdeye çalışmıştım: “Korkma!.. üç-beş kişi saldırsa da çökmez yapımız.. / Horasan harcı katılmış.. Bu temel muhkemdir1..” ))

Hz.Mevlânâ 30.09.1207 M., Rebîulevvel 604 H. târîhinde BELH’de doğmuş; 17.12.1273 M., Cumâdelâhıra 672 H. günü Konya’da vefât etmiştir. (Merhùm Abdülkàdir Gölpınarlı, 15.12.1959 târihli “Tarih Coğrafya Dünyası Dergisi”nde, doğum târîhini 17.06.1184 olarak ileri sürmüştü..) BELH ile bağlı bulunduğu BUHÂRÂ hakkında. İslâm Ansiklopedisi’nden aldığım şu cümleler, o târihlerde harâb olmasına karşılık, yeniden nasıl ilmî hüviyetini aldığını göstermektedir:

BELH: 1198’de Guru sülâlesinden Bamiyanlı Baha’al-Din Sam tarafından işgàl edildi. 1206’da Hvarizmşâh Muhammed’in imparatorluğuna ilhak edildi. 1220’de Cengiz Han akıncıları tarafından yağmâ ve tamâmen tahrîb edildi.

BUHARA: 22.2.1220’de Cengiz Han tarafından yağmâ edilip yakıldı. Birkaç yıl sonra kalabalık bir ilim-irfan merkezi oldu. 28.1.1273’de İran Moğulları tarafından işgal ve talanı müteâkip gene yakıldı.

       Hz.Mevlânâ’nın yukarıda kaydettiğim müzikoloji yönünden pek mühim beyiti; Tâhiru’l-mevlevî’nin Şerh-i Mesnevî’si 1966 baskı târihli 4.cü cildinde 2196 numaralı ve Mesnevî Dersleri’nde 2186; Abdülkàdir Gölpınarlı’nın Mesnevî Tercemesi ve Şerhi I-II Cild (1981) Sahîfe 222’de 2203 numaralı beyittir.  Abidîn Paşa’nın 1324 H. – 1908 M. baskı târihli şerhinde 4.cü Cild 69.cu sahîfesindedir.  Merhùm Dt.Sadık Yiğitbaş’ın 1972 baskı târihli “Musiki ile Tedavi” isimli eserine Mesnevî Dersleri’nden naklen aldığı “.. ihtiyâr çengî..” kıssası (sahîfe 57-64) içinde de mevcuttur. ((Dt.Sâdık Yiğitbaş, kıssayı naklettikden sonra şu değerlendirmeyi eklemiştir: “Mevlânâ, burada Mûsıkî hakkında ileri  geri söylenenlere birçok şeyler öğretmekte ve Türk Mûsıkîsinin nazariyâtına da dokunarak Hızır bin Abdullah’ın sözlerini te’yîden Mûsıkîmizde perde adedinin 24 olduğunu açıklamış bulunmaktadır.” Hızır bin Abdullah Hz.Mevlânâ’dan 2 asır sonra yaşadığına göre; Hz.Mevlânâ Hızır bin Abdullah’ı değil, Hızır bin Abdullah Hz.Mevlânâ’yı te’yîd etmişdir. Safiuddin  Abdülmü’min Urmevî (1224?-1294) ise Hz.Mevlânâ ile çağdaşdır!.))

Ankaravî ve Sarı Abdullah Ef. şerhlerini “maalesef” görememiş isem de, onlarda da yeterli bir yorum yapılmamış olduğu muhakkak gibidir (eğer böyle bir yorum olsa idi başta Tâhiru’l-mevlevî olmak üzere diğer şârihler de iktibâs ederlerdi.)

 

       C) Makamlara âit, Mesnevî-i Şerîf’de geçen terimler, bilgiler, görüşler:

             Bâzı terimlerin, bugünki târiflerimize göre perde mi, makam mı mânâsına geldiği anlaşılamamaktadır. Mesnevî-i Şerîf’de geçen “Suz-i dil” gibi izâfet veyâ sıfat terkipleri de mùsıkî ile ilgili değildir; tesbît edebildiğim makam sâdece “Zirefkend- i hurd” Makàmı’dır; tizliği belirtilmektedir:

        (20) Vaay k’ez tizi-i zir-efgend-i hurd

                Haaşg şud kişt-i dil-i men dil be-murd

“Vah yazık ki (zîrefgend-i hurd) makàmının tizliğinden, yâni onu düşünüp onunla meşgùl olmaktan kalbimin mazruatı yâni orada bulunması lâzım gelen ma’nevî zevkler kurudu, hattâ gönlüm öldü.” Not: “hurd”, “küçük” demektir.

Bir beyitte de, ihtiyar çengî, “Irak perdesini ve onun reh’ini (yolunu) düşünmekten dünyâdan ayrılacağım zamânı hatırımdan çıkardım!” diye, duyduğu pişmanlığı dile getirmektedir. Hiçbir kimse, Irak perdesini, yâni frekansı muayyen olan bir sesi düşünmekle vakit geçiremeyeceğine göre, burada, ya bizzat Irak makàmı, veyâ bu makàmın seyri kastedilmiştir:

 

         (21) Aah k’ez yad-ı reh-u perde ırak

                 Reeft ez yadem dem-i telh-u firak

“Ah ve eyvah ki, Irak perdesini ve yolunu düşünmekten, dünyâdan ayrılacağım zamânın acılığı hatırımdan çkmıştı.”

Aynı beyiti Âbidin Paşa şöyle terceme ve şerh etmektedir:

“Ah ki yol yâdından ve perde-i ırakdan dolayı acı olan firâkın demi yâd ü hâtırımdan gitti!.” , “Irak, makamat-ı musıkıyyeden olan ikiye münkasım makamdan birinin adıdır. Reh lâfzı, ba’zı makam ma’nasına isti’mal olunur. Meselâ reh-i arab, reh-i ‘acem, ki makam-ı arab, makam-ı acem dimekdir. ….”

 

         D) Usùllere âit, Mesnevî-i Şerîf’de geçen terimler, bilgiler, görüşler

                Mesnevî-i Şerîf taramasında, ritme,usùle delâlet edecek bir terim bulamadım.  (“Çon sema’-ı amedez ol ta keran / Mutrib_agàziid yek darb-ı giran”   “Bahsedilen kalenderhânede sema’ başlayınca mutrib, yâni, münşid, yâhud zâkir ağır usullü bir terennüm tuttururdu.”)  Beyit ve tercemede mübhem bilgiler..

E) Bestekâr veyâ icrâkâr olarak mùsıkîşinâslara âit Mesnevî-i Şerîf’de geçen terimler, bilgiler, görüşler:

Mesnevî-i Şerîf’de bestekâr veyâ icrâkâr olarak mùsıkîşinâs ismi mevcùd değildir. Ancak: Mutrıb, Mutrıban, Çengî, Kavvàl, Surnâyî gibi sıfatlar meccuttur.

    

F)   Efsâne ve menkabesiyle mùsıkîye âit, Mesnevî-i Şerîf’de geçen terimler,   bilgiler, görüşler:

Mesnevî-i Şerîf’de efsânelere yer verilmemiş, “masal” formuna îtibâr olunmamıştır.

Anlatıldığı gibi, mùsıkî dâhil Mesnevî-i Şerîf’de ne varsa: “İnsanların hâdiseleri değerlendirmede, davranışlarını ta’yînde çok zaman hatâya düşebileceklerini ve bu sebeple bir mürşide bağlanmaları gerektiğini isbât için” bir malzeme olarak mecâzen kullanılmış ve içinden hisse’ler çıkarılacak kıssa’lar birbiri peşine, bâzan içiçe nazmedilmiştir. Mesnevî’den şu bilgi ve fikirleri alalım:

       ı. Edebe riâyet şartıyle mùsıkî ilâhî bir san’attır. (14) numaralı beyitte bilgi verilmiştir.

      ıı. Mùsıkîşinâslara, ma’rifetleri karşılığı ödül verilir.

           Şâirlere “câize” verildiği gibi mùsıkîşanâslara da san’atlarını icrâdan sonra ihsânda bulunmak âdetti. Fakat onların haysiyetleri düşünülerek, (sazınızın kopan tellerinin karşılığı!) şeklinde çevirebileceğim, (Ebrişum baha’dır!) denilerek sunmak edebdendi!.. “Ebrişum” (veyâ İbrişim), telli mùsıkî âdetlerini ifâdede de kullanılırdı; nitekim Firdevsî bir şiirinde (…. ebrişum ve ney çalıyorlardı.) demektedir.

Hz.Mevlânâ’nın beyitlerinden biri şöyledir:

a)      İn kader zer behr-i ebrişum-beha

                        Haarc kun çun haarc şud ince biya

“İbrişim bedeli olarak bu kadar altını al ve harcet. Bitince yine buraya gel!.”

 

      ııı. Mùsıkîşinâslara cezâ, hakàret Türk töresine aykırıdır!..

6.cı Kitab’daki bir kıssa’da: Huzùrundaki mutrıbin, “Gül müsün, susen mi; servi, ay mısın bilmem güzel / Bu perişan aşığa kastın nedir bilmem güzel” Nahifi’ye âit manzum meâlindek tegazzül’ün “… bilmem güzel!” redifleri üzerine Türk emîrin,celâllenerek: ( “Bilmem!” diye tekrarlayıp duruyorsun,

neyi biliyorsan onu söyle be adam!) dedikten sonra gürzünü kapınca, musâhibinin: (Mutrıbe dokunulmaz!) deyip araya girmeğe cür’et etmesi bu töreyi belirtmektedir.

 

      ıv. Sema’, bâzı şartlar dâhilinde mübahdır!..

2.ci Kitab’daki “Sema’ yapmak için sofilerin misâfirin merkebini satması!” kıssasında sema’ hakkında pekçok beyite serpiştirilmiş bilgilere mukàbil, Divan-ı Kebir’de bu mevzu’ mustakılen ve mükemmelen işlenmiştir.

 

         G) Mùsıkîde “dizi”ye âit, Mesnevî-i Şerîf’de geçen terimler,bilgiler, görüşler:

               “Mùsıkîde dizi” mes’elesine Mesnevî-i Şerîf’de temâs edilmemiştir. Bu husûsda, incelememin, B) Mùsıkî perdeleri bölümündeki bilgi ve görüşler bir fikir verebilir.

       NOT: Bu Tebliğde, Hz.Mevlânâ’nın Mesnevî- Şerîf’i “mùsıkî yönünden” taranmış ve “Türk mùsıkîsi sisteminin 24 AVAZ’dan oluştuğu husùsunda 7 asır önceki beyânına “bir kere daha” dikkat çekilmiştir.(****2007)

………………………………………………………

         Sunuluşundan birkaç gün sonra Tebliğin sonuna eklediğim not:

[[ NOTLARIM:

Tebliğimi daktilo etmek ve fotokopi ile teksir için 27, 28 Eylül günleri Kongreye gidemedim. 28.9.1983 günü(perşemde) okumağa başlamadan önce bütün hazır bulunanlara dağıttım.(F.Değerli, C.Atasoy, H.Sanal, Em.Amiral

Sabahattin Ergin ve ertesi günü Osman Saraç’a vs.) Türkiyat Enstitüsü için bir nüsha da Prof.Dr.Muharrem Ergin’e verdim. (Not: Aynı gün, Gökten Ay tebliğini sunmadı ve gelmedi. Ertesi 30.9.1983 Cuma günü, Oturum başkan yedeği Gökten Ay gene gelmedi; tebliğcilerden Necati Gedikli, Adnan Atalay gelmediler. Osman Saraç tebliğ verdi; program-dışı olarak Rahmi Oruç Güvenç: “Müzikoterapi ve bununla ilgili sazlar” başlıklı bir tebliğ sundu.) ]] 

         

(*2007)  Tevfik Fikret de, SİS başlıklı şiirinde, Dünyâ’nın bir parçası olan İstanbul’a : “Ey koca fertùt-i musahhir!” diye seslenir.

 

(**2007) Bu beyitde, Hz.Mevlânâ’nın “perde” yerine “âvâz” kelimesini kullanmasının da hikmeti vardır: “Perde” kelimesini kullansaydı, ( -Perde kelimesi “ses’’i değil, “makàm”ı ifâde eder ve bu beyitde “24 ses” değil, “24 makàm” mevcùd olduğu bildirilmektedir!) diyenler çıkabilirdi. “Âvâz”ın “ses” demek olduğunu, bugün bile; (avazı çıktığı kadar) deyimi ile her Türk biliyor.

 (***2007) Hz.Mevlânâ’nın, burada “mürsel mecâz”ı kullndığı ve bu “edebî san’at”ın mâhiyeti, site’min özel bölümümde etraflıca anlatılmıştır.

 (****2007) Türk mùsıkîsi ses sisteminde perde sayısının 24 olduğunun delilleri, özetle, site’min bu bölümünde “Din âlimlerimize perde sayısı hakkında kısa bilgi” başlığı altında verilmiştir.      

      (x) Hz.Mevlânâ’nın bir beyitini ifâde eden levha hakkında not: 1983(?) yılında Bahçelievler’de bir kliniğin röntgen mütehassısı idim. Bu klinikde Op.Dr.(K.B.B. mütehassısı) Perviz Paşaoğlu yakın arkadaşım idi. Aslen Âzerî olan arkadaşım tıb tahsîlini ve ihtisâsını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde yapmış değerli bir münevver(aydın) olduğundan Farsça metinlerde bana yardım ederdi. Bir gün; klinikde sohbet ederken Hz.Mevlânâ’nın (24 âvâzı ifşâ eden) beyitini gösterdim. Hemen, bir kurşun kalemi çakı ile yontarak kalem-i hatt-ı arabî haline getirdi; dolmakalemim için hazır bulunan hokka içindeki yeşil mürekkebe batırıp, kendisine, acele bulup verdiğim bir pelür kâğıda, 3-5 dakîkada yukarıda gördüğünüz levhayı yazdı. Bu levhayı değerli bir hâtıra olarak saklamıştım. Çeyrek yüzyıl sonra websitemi değerlendirdi. (C.Ö.)

İlgiliMakaleler:

  • İlgili Makale bulunamadı!..