Dr.Cahit ÖNEY
Edebiyât-ı kadîmemizin (Dîvân edebiyâtı’nın, Klâsik Türk edebiyâtı’nın) nazım şekillerinden “mesnevî“ şâirlerimizce rağbet görmüş ve yüzyıllar boyunca pek çok mesnevî yazılmıştır. Bunlar içinde en meşhùru, Hz. Mevlânâ’ya âit olanıdır. “Mesnevî-i şerîf“ ve hattâ „Mesnevî“ dendiğinde Hz. Mevlânâ’nın eseri akla gelir.
Mesnevî-i şerîf’in öncesinde, “Dîbâce“ denen, Hz. Mevlânâ tarafından ve Arabça yazılmış; virgül, noktalı virgüllerle bölünüp bölünmediğine göre 21 – 25 cümle uzunluğunda, “Giriş“ mâhiyetinde mensur bir metin bulunmaktadır.
Dîbâce’nin 4 / 5 bölümünde Mesnevî-i şerîf`in mâhiyeti (vüsùl ve yakıyn sırlarını açıkladığı; Cenâb-ı Hakk’ın fıkh-ı ekberi, şerh-i ezheri olduğu ve
O’nun tarafından ilhâm edildiği; çok emek sarf edilerek yazıldığı.. ) ve son cümlelerde de –ricâlarıyla- vesîle olan Hüsâmüddîn Çelebi’ye medih ve duâ yer almaktadır. (Tâhirü’l-mevlevî şerhinde) Dîbâce son bulmakta olup, Âbidîn Paşa şerhinde Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâ; Peygamberimize, ashâbına, ehl-i beyte salât u selâm ilâve olunmuştur.
Mesnevî-i şerîf’in ilk 18 beytine ise “Mukaddime” denilmektedir. Hz. Mevlâna tarafından bizzat kaleme alınmıştır ve bir mesnevî yazma ricâlarına karşılık, Hüsâmüddîn Çelebi’ye gösterilmiş, okutturulmuştur.
Mesnevî-i şerîf’in Dîbâcesi ve özellikle Mukaddimesi, Mesnevî’nin bütünü hakkında pek çok eser yazılmıştır. bu sohbetde; son yıllarda ve belki yüzyıllarda üzerinde durulmayan biz özellik söz konusu edilecek, gündeme getirilecektir.
’İslâmî devir’de, konu ne olursa olsun her şâir, nâsir, hatib; dîvânına, kitâbına, hitâbına münâcât ile başlamıştır. Manzùm eserlerden birkaç örneği hatırlayalım:
Süleymân Çelebi, “Mevlîd-i Şerîf“ diye anılan Vesîletü’n-Necât’a “Allah âdın zikr idêlim evvelâ“ mısraı ile başlamış ve “Vâcib oldur cümle işdê her kula“ mısraını ilâveyi de lüzumlu görmüsştür. Söz açıldığı için belirtmek gerekir ki, basit gibi görünen bu beyitde eksik veyâ fazla bir kelime dahî yokdur: Lâfza-i celâl beytin, eserin ilk kelimesidir. O’nu zikr etmek gereklidir ve bu zikr, evvelâ (en başta) olmalıdır. Bu husus her kula cümle işde vâcibdir. İşte bu sebeblerle bu beyit “sehl-i mümtenî“ örneğidir.
Mîlâdî XI. yy.da Ahmed Yesevî’nin Dîvân-ı Hikmet’inin ilk dörtlüğü ilk mısraı şöyledir: Bismilâh idip beyân eyley hikmet aytıp.
M. XIII – XIV. yy.larda yaşamış Yùnus Emre’nin dîvânı Risâletu’n-nushiye’sinin ilk beyitinin ilk kelimesi de “Pâdişâh“ olup, Lâfz-ı celâl murâd edilmişdir. Dîvânında çok sayıda münâcât, na’t mevcuttur.
M. XV. yy. ikinci yarısında yaşamış Alî Şîr Nevâî, Hamse’sindeki 5 mesnevî de İsm-i celâl’le başlamaktadır
Kadîm şâirlerimiz, konu ne olursa olsun söze münâcât ile başlamışlardır. Örnek olarak M. XIV. yy. da yaşamış Şeyhî’nin Harnâme’si…
“Evvel_ol bî-zevâââl hayy ü alîm
Âhır_ol zül-celâââl ferd-ü kadîm
diye başlamakta ve 7. beyitle na’te geçmektedir:
“Ahmedi kıldı kamudan mutâr
Efdalü’r-russsl ekmelü’l-ebrâr
Hz. Mevlânâ besmele, hamdele, salvele lüzùmiyetini müdrik bir mü’min iken, mesnevîsinin Arabça dîbâcesinde ve 18 beyit mukaddimesinde neden bu lâzımeye uymamıştır?.. Muîniddîn bin Mustafâ “Muînî“ mahlâsı ile 1436’da yazdığı ve Mesnevî-i şerîf’in ilk 2 cildinin manzùm şerhi olan Mesnevî-i Murâdiyye’sinde bu soruyu sormakda ve şu yorumu getirmektedir:
6) Ni Hüdâ’ya hamd u ni medh-i Habib
Bu nice tasnîîîfdür yâ Rab acîb
10) Bunda da ney dendi kasd oldu kalem
Çün zuhùra evvelâ geldi kalem
11) Ol kalem yânî ki rùh-î Mustafâ
Mühr-i mihri hâtem-i bahr-i safâ
12) Rùhu oldu cümle ervâha meâd
Mebde-I mirsâd u mürşîd-i reşâd
13) Düşdi nâyistân-ı vahdetden garîb
Yîne inler k’ola aslına karîb
16) Çünki bu erkâna ney oldu sebeb
Evvel_ol zikr olmağ_olmaya aceb
121) Nâye mahrem ol yile vir kesreti
Çekmeyesin tâ ki cevr-I hicreti
Muînî’nin, konumuz ile ilgili bu manzùm yorumunu daha da açmak, “Sohbet” tarzının hududlarını aşmak olur.
Bu sohbet’in hedefi, konuyu gündeme getirmekden ibârettir.
Arabça mensur dîbâcede, “Mesnevî-i şerîf’in çok emek sarf edilerek yazıldığı” sözü ise, günümüzdeki, âdetâ “çala-kalem” yazıldığı şeklindeki beyanlarla çelişmektedir.
(x) İSLÂMÎ EDEBİYAT dergisi Ekim – Aralık 1998 tarîh, 27 sayılı nüshasında yayımlanmıştır.