Kategori Arşivi: HZ. MEVLÂNÂ

• Cuma, Temmuz 21st, 2017

 

Op.Dr. Perviz PAÅžAOÄžLU

(Levhanın açıklaması, yazının nihâyetindedir.)

HAZRET-İ MEVLÂN ve MÙSIKÎ   

                                                     

MİLLÎ KÜLTÜRÜMÜZÜN ÖZÜ BU WEB SİTEDEDİR 
(Neden ANKARA'da TÜRK Musikisi Devlet Konservatuarı 35 yıldır kurulAmamaktadır?)
TÜRKİYE'de 19 Batı müziÄŸi DEVLET konservatuarı, 3 TÜRK musikisi DEVLET konservatuarı
 
İktidar; kavga-gürültüyle edilmiÅŸ meÅŸgul..
Solcular yön veriyor milletimin kültürüne!..
  VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feikün(fa'lün)
 
"Milletin kültürü?"  "taklid" sanıyorlar "Batı"yı..
YerleÅŸir aslını inkâr ile "ÇaÄŸdaÅŸ kültür !.."
 
Millet yabancı, aslını inkâr edenlere;
"ÇaÄŸdaÅŸ" deÄŸil de "SOYLU" olan kültür isteriz!..
 
      Yılmaz, Titiz, Talay, KarakaÅŸ, Cem, Güner, Günay…
   Teslîm edildi çaÄŸdaÅŸa Kültür Bakanlığı!..
                                VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
 
 
 
 
                      HAZRET-İ MEVLÂN  ve  MÙSIKÎ
 
       V.Millî Türkoloji Kongresi(İst. 26-30/09/1983)de sunduÄŸum tebliÄŸimdir.

        Bu tebliÄŸim, Aralık 1987 tarih ve 419 numaralı Musiki Mecmuasında yayımlanmıştır.

 

Hazret-i Mevlâna’da Mùsıkî” ile “Mevlevîlik’de Mùsıkî” birbirinden ayrı bahislerdir. Çünki, bilindiÄŸi gibi, Mevlevîlik tarîkatı ve merâsimlerinin zamânımıza intikàl eden ÅŸekli, Hz.Mevlânâ’nın vefatından sonraki yıllarda ve hattâ asırlarda geliÅŸerek tekevvün etmiÅŸtir.

       Hazret-i Mevlânâ’da mùsıkî nasıldı?..

Bu suâlin cevâbını onun eserlerinin tedkìkinden, menâkıb kitaplarından ve bunlara dayanılarak meydana getirilmiÅŸ monografik incelemelerden, edebiyat târihlerinden, doktora tezlerinden, kongre tebliÄŸlerinden –bir dereceye kadar da olsa- ortaya çıkarmak mümkündür.

Bu nâçiz incelemede, yalnızca Mesnevî-i ÅŸerîf’i “gözden geçirmek” zaman ve imkâını bulabildim.

Azameti husùsunda her araÅŸtırıcının müttefik olduÄŸu Mesnevî-i Åžerîf’in bütün nüshaları karşılaÅŸtırılıp ilmî baskısı yapılamamış olması acı bir gerçektir. Kat’î bir rakam verilemeyerek: “25.000 beyit kadar!” denilmekle yetinildiÄŸi bir yana, 6 defter veyâ cilt tuttuÄŸu büyük ekseriyyetle kabùl edilmekle berâber, Mevlevî Ankaravî Rusùhî İsmâil Dede merhùm tarafından (vefâtı: İstanbul 1631) düzmece 7. cilt bulunmuÅŸ ve ÅŸerh edilmiÅŸtir.

Muhtelif kimselere âit neÅŸirlerde Mesnevî-i Åžerîf  beyit sayısı deÄŸiÅŸmekte olup; aynı ÅŸârih (ÅŸerh eden,açıklayan) veyâ mütercimin (dilimize çevirenin) eski ve yeni neÅŸirlerinde de ayrı beyit sayıları(numaraları) verilmiÅŸtir. Bugüne kadar neÅŸredilen Mesnevî ÅŸerhlerinin en mükemmeli “Tâhirù’l-mevlevî” diye anılan Tâhir Olgun (13.09.1877 – 20.06.1951) merhùma âit olup, vefâtı sebebiyle 5.cildin baÅŸ taraflarında yarım kalmıştır. Tâhir Olgun’un daha evvelce neÅŸrettiÄŸi “Mesnevî Dersleri” ile 1963/1975 târihli “Åžerh-i Mesnevî”de dahî farklar mevcuttur. Misâl olarak: 1.kitapdaki (….. bir ihtiyar çengî…..) kıssasının ilk beyiti numarası “Mesnevî Dersleri”nde 1898, Åžerh-i Mesnevî”de 1909’dur. Mesnevî mütercim ve ÅŸârihi Merhum Abdülbâkî Gölpınarlı ise Mesnevî-i Åžerîf toplam beyit sayısını, 1952 baskı tarihli “Mevlânâ Celâleddîn” isimli kitabının 267. sahîfesinde 25.618 ve 1981/1983/1984 baskı tarihli “Mesnevî-i Åžerîf Tercemesi ve Åžerhi”nde 25.673 olarak kaydetmiÅŸtir. Konya-Mevlânâ Müzesi Kütüphânesi’nde 2011 no.da kayıtlı, 1656 târihli yazmada Mesnevî-i Åžerîf 26.136 beyittir. (Mevlânâ Bibliyografyası, Türkiye İş Bankası Kültür Yayını 1974 2.Yazmalar. Mehmet Önderİsmet Binark/Nejat SefercioÄŸlu Sahîfe 53)

Açıkladığım sebeplerle, bu incelemede, “beyit numarası” kaydı imkâından mahrum bulunuyorum.

“Hazreti- Mevlânâ’da mùsıkî”yi anlatabilmek için o devir târih vak’alarından, mîrâs kalan “bilgi birikimi”nden, devirlerdeki “âlim” anlayışından etraflıca bahsetmek ÅŸart ise de, teblîÄŸin hacmini arttırmamak fikriyle böyle bir giriÅŸten vazgeçiyor; gerekli ve asgarî bilgi kırıntılarını metin içine serpeÅŸtiriyorum.

 

            İncelememde ÅŸu sıra tâkîb edilmiÅŸtir : 

A.     Sazlar (enstrümanlar) ve teferrûâtına âit,

B.     Perdelere (bir mùsıkî dizisindeki seslere) âit,

C.     Makamlara âit,

D.     Usûllere âit,

E.     Bestekâr veyâ icrâkâr olarak mùsıkîÅŸinâslara âit,

F.      Efsâne ve menkıbesiyle mùsıkîye âit,

G.    Mùsıkîde dizi’ye âit..

Mesnevî-i Åžerîf ‘de kayıtlı terimler, bilgiler, görüÅŸler; İnceleme için zarùrî böyle bir sistematik içinde, bâzılarında az sayıda misâl kâfî görülmüÅŸ, bâzılarında da bilgi olmadığı kaydedilmiÅŸtir.

A.  Sazlar (enstrümanlar) ve teferrùâtına âit, Mesnevî-i Åžerîf’de kayıtlı terimler, bilgier, görüÅŸer:

    1- Ney (nây).

         Ney, nây terimi Mesnevî-i Åžerîf’de:  a) Kamışdan yapılmış nefesli sâz,   b) İçi boÅŸ ve deÄŸersiz kamış,  c) Usâresinden (özünden) ÅŸeker çıkarılan kamış,  d) Nefes borusu, mânâlarında kullanılmış ve diÄŸer bütün terimlerde olduÄŸu gibi ekseriyetle bir sembol olarak iÅŸlenmiÅŸtir.

Misâllere geçmeden önce Hz.Mevlânâ’da görülen sembol-temsîl’den kısaca bahsedelim: Mesnevî-i Åžerîf’de masallar, hikâyeler deÄŸil; içinden ibretler, hisseler çıkarılması-alınması istenen kıssa’lar mevcuttur.

Bâzan “tez” ve “antitez” (iyi,doÄŸru,güzel, mendub,mübah,helâl ilefenâ,yanlış,çirkin, yasak, mekruh, günah) kıssanın başından-beri bellidir; bâzan da bir mugàlâtacı, yanıltıcı dilin savunduÄŸu fikrin aslında “antitez” olduÄŸu, mes’elenin incelik ve hikmetleri (her doÄŸruyu her gözün göremeyeceÄŸi, onun için de bir mürÅŸide uymak gerektiÄŸi) ancak sonunda ortaya çıkartılır.  Hz.Mevlânâ, “ney, çeng, ÅŸarap, pâdiÅŸâh, ÅŸehzâde..” gibi sembol olarak kullandığı malzemenin neyi-neleri temsîl ettiÄŸini çok zaman okuyanın-dinleyenin ferâsetine bırakır; nâdiren de, ÅŸu misâlde olduÄŸu gibi, kıssanın sonuna doÄŸru (nasîhatten önce), gene manzùm beyitleriyle açıklar: 4.cü Kitap’da; saltanatının devâmı için oÄŸlunu evlendirmeÄŸe teÅŸebbüs eden ve engellemelerle karşılaÅŸan bir pâdiÅŸâhı anlatan kıssanın sonunda ÅŸu îzâhât verilir: “PâdiÅŸâh Âdem Alyhisselâmı; ÅŸehzâdesi insân-oÄŸlunu; sihirbâz kadın bu aldatıcı dünyâyı(* 2007); ÅŸehzâdeye doÄŸru yolu gösteren kiÅŸi ise enbiyâyı temsîl etmektedir.”  (Hz.Mevlânâ, aynı kıssanın bir beyitinde 60 yaşında olduÄŸunu bildirir ki, 4.cü Kitâb’ın yazılış târîhini tahmîn bakımından ehemmiyet arzeder. Yalnız; Hz.Mevlânâ’nın kaç yıl yaÅŸadığı, eserlerini hangi yılda veyâ kaç yaşında iken yazdığı araÅŸtırılırken, Hicrî târîhlere göre 1 yılın Mîlâdî yıldan 10 gün kısa olduÄŸunu da hatırdan çıkarmamak gerekir.)

(1)   Her du ney hordend / ez yek âbor

        İn yeki halî vu an pur ez ÅŸeker                 (1.ci Kitâb’dan)

“ 2 çeÅŸid kamış aynı dereden su içtikleri hâlde biri boÅŸtur, diÄŸeri ÅŸekerle doludur!” denilmektedir.

(2)    BiÅŸnov_in ney çun ÅŸikâyet mi koned

         Ez cudayiha  hikâyet mi koned                (Mesnevî’nin ilk beyiti..)

“Ayrılıklardan bahisle ÅŸu ney’in nasıl ÅŸikâyet etmekte olduÄŸunu dinle!”

Bu beyitte “ney” kelimesi kamıştan yapılmış nefesli bir enstrüman olarak kullanılmakta ise de bir semboldür ve kâmil insanı, mürÅŸidi; nâçiz kanâatime göre bizzat kendisini temsîl etmektedir; Hazret-i Mevlânâ, “Ebu’l-beÅŸer, bütün insanların atası Âdem Aleyhisselâm ile baÅŸlayan ayrılıktan, Bezm-i elest’i müteâkib dünyâya geliÅŸden yakınmalarının dinlenmesini, benimsenmesini” istemektedir.  

(3)    AteÅŸ_ender-zen be-her tu ta-be-key

         Pur-girih başı ez_an her du çu ney

(4)    Ta girih ba-ney buved hem-râz nist

         Hem-niÅŸin-i an leb_u avâz nist

Mesnevî-i Åžerîf’in 1.ci Kitâb’ında “….ihtiyar çengî….” kıssası içinde birbirini tâkîb eden bu 2 beyiti merhùm Tâhir Olgun Åžerh-i Mesnevîsinin 2205,2206 numaralarında kaydettikten sonra meâl ve ÅŸerhlerini ÅŸöyle vermektedir:

      “Her ikisini de yak, yâni mâzî ve müstakbel kayıdlarını bırak. O kayıdlar dolayısıyle

ne vakte kadar ney gibi düÄŸümlü kalacaksın?”  “Ney düÄŸümlü bulundukça hemrâz olamaz ve dudakla, sesle âÅŸinâ bulunamaz.”

       “Ma’lûmdur ki (ney) denilen saz, esâsen kamıştır. Ney olmadan, ta’bîr-i mahsûsuyle açılmadan evvel, o kamışta bir takım boÄŸumlar vardır. Her bir boÄŸum yekdiÄŸerine düÄŸümlerle baÄŸlıdır. Kamışda o düÄŸümler durdukça, yâni ateÅŸde kızartılmış uzunca bir demirle kamışın içindeki ukdeler açılmadıkça o kamışın neyzen dudağına temâs etmesi, kàbil deÄŸildir. İnsan ki irâde-i İlâhiyye karşısında neyzene nisbetle ney gibidr. Nasıl neyin içindeki ukdeler temizlenmiÅŸ ise insan da mâzî, hâl, istikbâl, mazarrat, menfâat, hattâ ümit, recâ ve korku gibi düÄŸümlerden âzâde bulunmalıdır ki derûnuna nefh edilen ilhâmâtı aksettirebilsin.”

 

       2- Çeng

            Hazret-i Mevlâna’nın, içinde “Çeng” terimi geçen 3 beyiti ile Tâhiru’l-mevlevî’nin verdiÄŸi meâller aÅŸağıdadır.

          (5)   Çun zi deryâ suy-i sahil baz geÅŸt

                  Çeng-i ÅŸi’r-i  Mesnevî ba saz geÅŸt

Husâmüddin Çelebi, vahdet deryâsından kesret sâhiline avdet edince Mesnevî ÅŸi’rini terennüm edecek çeng yeniden akord edildi.”

                  (6)   Key buved/avaz-ı çeng-u zir u bam

                             Ez beray-ı guÅŸ-i bi hess u asam

 “Çeng denilen sâzın sesi ve tîz yâhud pest perdesi hissiz ve sağır kulaklar için deÄŸildir.”

         (7)     Ma çu çengim/u tu zehme mizeni

                    Zari ezma ni tu zarı mikoni

“Biz çeng denilen sâz gibiyiz ki mızrâbı vuran Sensin. Åžu hâlde çıkan inilti bizden deÄŸil, Sendendir.”

              Bu beyitde, çeng’in “zahme” vurularak çalındığı bildirilmektedir.

 

         3- Kûs (kös)

    

         4- Dohol (Davul), Tabl-Tebl, Tebl-i sultan, Tebl-i iyd, Zehm-i çub.

 

         5- (Def), Teburek

 

          (8)   Bang-i kûs otabl berruy ruz o ÅŸeb

                  Mizenend_ender rucuo der taleb

“O devenin sırtında gece gündüz düÅŸman kovalarken veyâ harbden dönüÅŸde kös ve davul çalarlardı.”

 

            (9)  PiÅŸ o çe buvved teburek tuu tefl

                   Ki keÅŸed u tebl-i sultan_iist kefl

 

“Senin gibi bir çocuÄŸun çaldığı iki tahta parçası ona ne te’sir yapar?. Zîrâ o, pâdiÅŸâhın bundan yirmi derece büyük kösünü taşımaktadır.”

 

            (10) Ender_an mezre’ der_amed/an ÅŸutur

                    Kudek_an teblek bezed der heefz ber

 

“O deve, çocuÄŸun beklediÄŸi tarlaya girdi. Çocuk da buÄŸdayı devden muhâfaza için def çalmaÄŸa baÅŸladı.”

             (11) Gooft çon tersem çohest_in tebl-i iyd

                     Ta dohol tersed ki zehm ura resid

“Kendi kendine dedi ki: Neden korkayım?. Bu ses bayram davulu sesi.. Tokmağı yiyen davul; o korksun!.”

               (12) Ey doÄŸolha-yı tohii bi gulub

                       Gesmetan_ez/iyd-i can ÅŸod zehm-i çub

“Ey boÅŸ davul gibi olan kalpsizler; can bayramınızdan kısmetiniz tokmaktan ibâret!”

 

             6- Surna

                 (13) Nale-i surna vu tehdid-i dohol

                         Çize ki maned bedan nakur-i gul

“Zurnanın figànı ile davul sesleri, bir parçacık, kıyâmet gününde çalınacak olan sùr’un sesine benzer!.”

 

              7- Rebab

                  (14) Liik bed maksudeÅŸ_ez bang-i rebab

                          Mençu müÅŸtakaan heyyal_an hitab

“Lâkin İbn-i Edhem’in rebab sesinden maksùdu, sâir müÅŸtâk olanlar gibi (Elestü bi-Rabbiküm = Ben sizin Rabbiniz deÄŸil miyim?) hitâbını tahayyül  ve hatırlatmak idi.” Sofiyye hazerâtı derler ki: Cenâb-ı Hak ruhlara: (Ben sizin Rabbiniz deÄŸil miyim?) diye hitâb etti. Onlar da (Beli), yâni (Evet) diye cevap verdiler. Fakat o hitâbın zevki ruhlarda sâbit kaldı. Dünyâya geldiklerinde ne vakit güzel bir ses iÅŸitseler o hitâbın lezzerini hatırlarlar. Musıkiden zevk almalarının sebebi budur. Bu bahse dâir Åžârih-i Mesnevî İsmâil Ankaravî (Kaddese Sırruhu)nun (Hüccetüssemâ) isimli eseriyle Gazâlî’nin İhyâsında ve Kimyâ-yı Saâdetinde, KuÅŸeyrînin de meÅŸhur Risâlesinde tafsîlât vardır…”

 

            8- Tanbur

                 (15) Bang-i gerdeÅŸha-yi çerhest_in ki halk

                        Mi seranideÅŸ be-tanbur-u be-hak

“Halkın tanbur ve ağızla terennüm ettikleri, feleÄŸin devirlerinden çıkan seslerdir.”

 

            9- Erganon (Erganun, Ergunun)

                 (16) Hiiç kesra hod ze Adem ta kunun

                         Ki bedest_avaaz hezçun ergunun

Âdem Aleyhisselâmdanberi O’nunki gibi bir ses kimseye nasîb olmamıştır.”  (Dâvùd Aleyhisselâm’dan bahsolunmaktadır.)

 

           10- Nefir

       Farsçada kelimeler pekçok mânâlara gelmektedir. Mesnevî-i Åžerîf’de geçen “nefir” terimi, daha ziyâde “feryad”, nâdiren de “nefret mânâsında kullanılmış veyâ ÅŸerholunmuÅŸtur. “Nefir” bir nefesli sazın da ismi ise de, mesnevî ÅŸârihlerinin bu mânâda bir yorum yaptıklarına tesâdüf etmedim. AncakNefir,Perde-i Irak, Mesnevî-i Åžerîf’in, aÅŸağıda kayıtlı 1.ci Kitabının 2.ci beyitindeki “Ez nefirem” deyimini “Feryâdımdan” yerine “Nefirimden” veyâ “Bir nefir karakterini alan sâzımdan” ÅŸeklinde anlamak ve çevirmek de mümkündür. Bu taktirde, bir evvelki beyitte geçen “ney”in, “mest edici, rehâvet verici” bir tarzda deÄŸil, “ikaz edici, uyarıcı” bir maksat ve edâ ile kullanılmakta olduÄŸu ve bu mesajı alan kadın-erkek herkesin teessüriyete kapıldıkları ÅŸeklinde bir yorum ortaya çıkar.

            (17) Kez neyistan ta mera bobrideed

                    Ez nefirem merd_u zen nalideend  

“Beni kamışlıktan kesdiklerinden-beri feryâdımdan erkek ve kadın mütessir olmakta ve inlemektedir.”

 

        B) Perdelere (bir mùsıkî dizisindeki seslere) âit, Mesnevî-i Åžerîf’de kayıtlı      terimler, bilgiler, görüÅŸler:

       Mesnevî-i Åžerîf’de ve o zamanki hemen her eserde aynı bir kelime hem perde, hem ses, hem makam yerine kullanılmış veyâ ÅŸerh olunmuÅŸtur. Misâl olarak, Mesnevî-i Åžerîf’de geçen Perde-i Irak tâbirini Tâhiru’l-mevlevî: “Irak perdesi”, Âbidin PaÅŸa ise “Irak Makàmı” diye terceme ve ÅŸerh etmiÅŸlerdir. Bu kelimeler: “Savt”, “Nevâ”, “Âvâz”, “Bang”, “Perde”, “NaÄŸme”dir. Mesnevî-i Åžerîf’de sesle (geniÅŸ mânâsıyle –sesler- diyelim) ince: “zir” veyâ kalın “bum, bam” olurlar ve “bang”, “avaz” bu sıfatlarla terkîbe girer: “avaz u zir u bam”, “bang-i zirra” gibi..

 

        Bir müzikolog deÄŸerlendirmesiyle Mesnevî-i Åžerîf  incelendiÄŸinde üzerinde en çok durulması gereken beyit, MÙSIKÎMİZDE 24 SES OLDUÄžUNU BİLDİREN BEYİT’dir. Hazret-i Mevlânâ bu beyitde “perde” deÄŸil de “avaz” terimini kullanmıştır(**2007). Bu “avaz” kelimesi bâzan yalın olarak, bâzam mùsıkî yönünden üzerinde durulmayacak terkibler içinde ve pekçok yerde geçmektedir. Fakat, “avazeÅŸ be-fen”, “hem-avaz u hem-perde” terkibleri ise dikkat çekicidir.

 

          (18) VAAAY K’EZ ÂVÂZ-I İN BİST-UU ÇEHÂR

               KÂARVAN BUGZEÅžT U BÎ-GEH ÅžUD NEHÂR

“YAZIK Kİ 24 PERDENİN SESİYLE UÄžRAÅžIRKEN ÖMÜR KERVÂNI GÖÇTÜ, ECEL GÜNÜ AKÅžAMA YAKLAÅžTI!”

Merhùm Tâhiru’l-mevlevî’nin yukarıdaki tercemesinde yer alan ve metin fazlası olan “sesini” kelimesini çıkarıp, “perde” yerine de “avaz”ı yerleÅŸtirirsek:

“YAZIK Kİ 24 ÂVÂZ İLE UÄžRAÅžIRKEN ÖMÜR KERVÂNI GÖÇTÜ.” Cümlesini elde ederiz ve “24 âvâz” deyiminin “musıki”nin mürâdifi, karşılığı, timsâli, sembolü olarak kullanıldığı netîcesine varırız(***2007).  Hazret-i Mevlânâ “mùsıkîmizde 24 âvâz-perde olduÄŸunu” açıkça kaydetmiÅŸ ise de; bu perdeler aralıklarının musâvî veyâ gayrı musâvî oldukları hakkında bir bilgi vermemiÅŸtir; çünki ne Mesnevî-i Åžerîf bir mùsıkî kitabıdır ve ne de Hazret-i Mevlânâ bir mùsıkî âlimidir. Ancak, o devirlerde her âlimin, bütün ilimlerin ana hatlarını mükemmelen bildiÄŸi de bir hakîkattir. O çaÄŸlarda “mùsıkî” müstakil bir ilim olarak deÄŸil de, matematiÄŸin 3.cü faslı olarak incelenirdi. (MatematiÄŸin 1.ci faslı hendese=geometri, 2.ci faslı hesâb=aritmetik idi.)

    Hazreti Mevlânâ’nın zamânına (xııı. Asra), mùsıkî alanında hiç de küçümsenmeyecek bir “bilgi birikimi” intikàl etmiÅŸtir.. Nâçiz kanâatim odur ki bu bilgilerin kaynağı Türkistan’dır. Göçler ve sonra da İslâmiyetin yayılmasıyle bu mùsıkî Afrika’ya kadar müessir olmuÅŸtur.  Bu devirlerde yetiÅŸmiÅŸ bestekârların-icrâkârların.. mutlakà Türk olması, bu kanı taşıması gerekmez; mes’ele “mùsıkî sistemi”nin Türk’e âidiyetidir. Nitekim, 1-2 asır önce bile Mùsevî, Ermeni, Rum asıllı ve kudretli “Türk mùsıkîsi bestekârları” yetiÅŸmiÅŸtir.

       Hz.Mevlânâ’dan önceki devirlerde Türkler, MoÄŸullar Çin’e hâkim olmuÅŸlar, Japonya’yı bile ele geçirmek için sefer düzenlemiÅŸlerdir; imparatorluÄŸun merkezi Pekin’in yakınında idi. Çinlilerle kaynaÅŸmamışlarsa dil ve mùsıkî farklılıkları baÅŸta gelen sebeptir; bu “coÄŸrâfî” berâberlik sırasında, Çin alfabesi yerine, kendi dillerinin fonetik husùsiyetine göre, Çinlininkine, Hindlininkine.. benzemeyen ayrı bir alfabe gerekiÄŸini de idrâk etmiÅŸler ve bunu saÄŸlamışlardır. Aynı coÄŸrafyada bu iki farklı kültürün savaşı, Çin’i, kapağı kapalı ve kaynayan kazana çevirmiÅŸ; Çinliler askerî yönden güçlendikçe, daha doÄŸrusu Türkler ve MoÄŸullar taht kavgasına düÅŸtüÄŸü sıralarda, bu 2 unsuru batıya doÄŸru devir-devir göçe zorlamışlardır. Asır asır tekrarlanan bu göçler sâyesinde bu Türk-MoÄŸul kültürü Horasan-Buhârâ  ve çevresinde iÅŸlenmiÅŸ ve ilmî hüviyetine kavuÅŸmuÅŸtur. Hz.Mevlânâ Buhârâ’nın deÄŸerini ve kültürünün menbaını ÅŸu beyitle bildirmitir:

            (19) An Buhara ma’den-i daniÅŸ buved

                    Pes Buhara eest k’aneÅŸ buved

“O Buhârâ, ilim mâdenidir. Öyle ise her fazilet sâhibi Buhârâ’ya mensuptur!.”

((Kıymet-bilir ve büyük ÅŸâir Hucendî’nin ÅŸu beyiti de Buhârâ’nın Hz.Mevlânâ’dan mahrùmiyetin acısını terennüm etmekte olup, âdetâ bir cevap mâhiyyetindedir:

Meguu k’erbâb-ı dil reftend_u ÅŸehr-ii aaaÅŸk ÅŸod halii

Cihan pur Åžems-i Tebrîziiist merdii kuu çu Movlànà?..  

“Gönül sâhipleri gitti de aÅŸk ÅŸehri boÅŸaldı! Deme; cihan Åžems-i Tebrîzî ile doludur; Mevlânâ gibi bir er nerede?”  ))

       Türkler, çeÅŸitli dinlere sâhip oldukları daha eski devirlerde bile, mâbedleriyle kütüphâneleri aynı çatı altında idi ve İslâmiyeti kabulden sonra bu alışkanlıklarını sürdürmüÅŸlerdir. Pek çok defâ yanıp-yıkılmasına raÄŸmen HorasanBuhârâBelh’in kısa zaman sonra yeniden ilim-irfan merkezi olduÄŸu, millî kültürümüze kaynak teÅŸkîl ettiÄŸi târîhî gerçeklerdendir. ((Horasan’ın Türk kültürü üzerindeki mühim te’sîrini ÅŸu deÄŸersiz beyitimle ifâdeye çalışmıştım: “Korkma!.. üç-beÅŸ kiÅŸi saldırsa da çökmez yapımız.. / Horasan harcı katılmış.. Bu temel muhkemdir1..” ))

Hz.Mevlânâ 30.09.1207 M., Rebîulevvel 604 H. târîhinde BELH’de doÄŸmuÅŸ; 17.12.1273 M., Cumâdelâhıra 672 H. günü Konya’da vefât etmiÅŸtir. (Merhùm Abdülkàdir Gölpınarlı, 15.12.1959 târihli “Tarih CoÄŸrafya Dünyası Dergisi”nde, doÄŸum târîhini 17.06.1184 olarak ileri sürmüÅŸtü..) BELH ile baÄŸlı bulunduÄŸu BUHÂR hakkında. İslâm Ansiklopedisi’nden aldığım ÅŸu cümleler, o târihlerde harâb olmasına karşılık, yeniden nasıl ilmî hüviyetini aldığını göstermektedir:

BELH: 1198’de Guru sülâlesinden Bamiyanlı Baha’al-Din Sam tarafından iÅŸgàl edildi. 1206’da HvarizmÅŸâh Muhammed’in imparatorluÄŸuna ilhak edildi. 1220’de Cengiz Han akıncıları tarafından yaÄŸmâ ve tamâmen tahrîb edildi.

BUHARA: 22.2.1220’de Cengiz Han tarafından yaÄŸmâ edilip yakıldı. Birkaç yıl sonra kalabalık bir ilim-irfan merkezi oldu. 28.1.1273’de İran MoÄŸulları tarafından iÅŸgal ve talanı müteâkip gene yakıldı.

       Hz.Mevlânâ’nın yukarıda kaydettiÄŸim müzikoloji yönünden pek mühim beyiti; Tâhiru’l-mevlevî’nin Åžerh-i Mesnevî’si 1966 baskı târihli 4.cü cildinde 2196 numaralı ve Mesnevî Dersleri’nde 2186; Abdülkàdir Gölpınarlı’nın Mesnevî Tercemesi ve Åžerhi I-II Cild (1981) Sahîfe 222’de 2203 numaralı beyittir.  Abidîn PaÅŸa’nın 1324 H. – 1908 M. baskı târihli ÅŸerhinde 4.cü Cild 69.cu sahîfesindedir.  Merhùm Dt.Sadık YiÄŸitbaÅŸ’ın 1972 baskı târihli “Musiki ile Tedavi” isimli eserine Mesnevî Dersleri’nden naklen aldığı “.. ihtiyâr çengî..” kıssası (sahîfe 57-64) içinde de mevcuttur. ((Dt.Sâdık YiÄŸitbaÅŸ, kıssayı naklettikden sonra ÅŸu deÄŸerlendirmeyi eklemiÅŸtir: “Mevlânâ, burada Mûsıkî hakkında ileri  geri söylenenlere birçok ÅŸeyler öÄŸretmekte ve Türk Mûsıkîsinin nazariyâtına da dokunarak Hızır bin Abdullah’ın sözlerini te’yîden Mûsıkîmizde perde adedinin 24 olduÄŸunu açıklamış bulunmaktadır.” Hızır bin Abdullah Hz.Mevlânâ’dan 2 asır sonra yaÅŸadığına göre; Hz.Mevlânâ Hızır bin Abdullah’ı deÄŸil, Hızır bin Abdullah Hz.Mevlânâ’yı te’yîd etmiÅŸdir. Safiuddin  Abdülmü’min Urmevî (1224?-1294) ise Hz.Mevlânâ ile çaÄŸdaÅŸdır!.))

Ankaravî ve Sarı Abdullah Ef. ÅŸerhlerini “maalesef” görememiÅŸ isem de, onlarda da yeterli bir yorum yapılmamış olduÄŸu muhakkak gibidir (eÄŸer böyle bir yorum olsa idi baÅŸta Tâhiru’l-mevlevî olmak üzere diÄŸer ÅŸârihler de iktibâs ederlerdi.)

 

       C) Makamlara âit, Mesnevî-i Åžerîf’de geçen terimler, bilgiler, görüÅŸler:

             Bâzı terimlerin, bugünki târiflerimize göre perde mi, makam mı mânâsına geldiÄŸi anlaşılamamaktadır. Mesnevî-i Åžerîf’de geçen “Suz-i dil” gibi izâfet veyâ sıfat terkipleri de mùsıkî ile ilgili deÄŸildir; tesbît edebildiÄŸim makam sâdece “Zirefkend- i hurd” Makàmı’dır; tizliÄŸi belirtilmektedir:

        (20) Vaay k’ez tizi-i zir-efgend-i hurd

                HaaÅŸg ÅŸud kiÅŸt-i dil-i men dil be-murd

“Vah yazık ki (zîrefgend-i hurd) makàmının tizliÄŸinden, yâni onu düÅŸünüp onunla meÅŸgùl olmaktan kalbimin mazruatı yâni orada bulunması lâzım gelen ma’nevî zevkler kurudu, hattâ gönlüm öldü.” Not: “hurd”, “küçük” demektir.

Bir beyitte de, ihtiyar çengî, “Irak perdesini ve onun reh’ini (yolunu) düÅŸünmekten dünyâdan ayrılacağım zamânı hatırımdan çıkardım!” diye, duyduÄŸu piÅŸmanlığı dile getirmektedir. Hiçbir kimse, Irak perdesini, yâni frekansı muayyen olan bir sesi düÅŸünmekle vakit geçiremeyeceÄŸine göre, burada, ya bizzat Irak makàmı, veyâ bu makàmın seyri kastedilmiÅŸtir:

 

         (21) Aah k’ez yad-ı reh-u perde ırak

                 Reeft ez yadem dem-i telh-u firak

“Ah ve eyvah ki, Irak perdesini ve yolunu düÅŸünmekten, dünyâdan ayrılacağım zamânın acılığı hatırımdan çkmıştı.”

Aynı beyiti Âbidin PaÅŸa ÅŸöyle terceme ve ÅŸerh etmektedir:

“Ah ki yol yâdından ve perde-i ırakdan dolayı acı olan firâkın demi yâd ü hâtırımdan gitti!.” , “Irak, makamat-ı musıkıyyeden olan ikiye münkasım makamdan birinin adıdır. Reh lâfzı, ba’zı makam ma’nasına isti’mal olunur. Meselâ reh-i arab, reh-i ‘acem, ki makam-ı arab, makam-ı acem dimekdir. ….”

 

         D) Usùllere âit, Mesnevî-i Åžerîf’de geçen terimler, bilgiler, görüÅŸler

                Mesnevî-i Åžerîf taramasında, ritme,usùle delâlet edecek bir terim bulamadım.  (“Çon sema’-ı amedez ol ta keran / Mutrib_agàziid yek darb-ı giran”   “Bahsedilen kalenderhânede sema’ baÅŸlayınca mutrib, yâni, münÅŸid, yâhud zâkir ağır usullü bir terennüm tuttururdu.”)  Beyit ve tercemede mübhem bilgiler..

 

E) Bestekâr veyâ icrâkâr olarak mùsıkîÅŸinâslara âit Mesnevî-i Åžerîf’de geçen terimler, bilgiler, görüÅŸler:

Mesnevî-i Åžerîf’de bestekâr veyâ icrâkâr olarak mùsıkîÅŸinâs ismi mevcùd deÄŸildir. Ancak: Mutrıb, Mutrıban, Çengî, Kavvàl, Surnâyî gibi sıfatlar meccuttur.

    

F)   Efsâne ve menkabesiyle mùsıkîye âit, Mesnevî-i Åžerîf’de geçen terimler,   bilgiler, görüÅŸler:

Mesnevî-i Åžerîf’de efsânelere yer verilmemiÅŸ, “masal” formuna îtibâr olunmamıştır.

Anlatıldığı gibi, mùsıkî dâhil Mesnevî-i Åžerîf’de ne varsa: “İnsanların hâdiseleri deÄŸerlendirmede, davranışlarını ta’yînde çok zaman hatâya düÅŸebileceklerini ve bu sebeple bir mürÅŸide baÄŸlanmaları gerektiÄŸini isbât için” bir malzeme olarak mecâzen kullanılmış ve içinden hisse’ler çıkarılacak kıssa’lar birbiri peÅŸine, bâzan içiçe nazmedilmiÅŸtir. Mesnevî’den ÅŸu bilgi ve fikirleri alalım:

       ı. Edebe riâyet ÅŸartıyle mùsıkî ilâhî bir san’attır. (14) numaralı beyitte bilgi verilmiÅŸtir.

      ıı. MùsıkîÅŸinâslara, ma’rifetleri karşılığı ödül verilir.

           Åžâirlere “câize” verildiÄŸi gibi mùsıkîÅŸanâslara da san’atlarını icrâdan sonra ihsânda bulunmak âdetti. Fakat onların haysiyetleri düÅŸünülerek, (sazınızın kopan tellerinin karşılığı!) ÅŸeklinde çevirebileceÄŸim, (EbriÅŸum baha’dır!) denilerek sunmak edebdendi!.. “EbriÅŸum” (veyâ İbriÅŸim), telli mùsıkî âdetlerini ifâdede de kullanılırdı; nitekim Firdevsî bir ÅŸiirinde (…. ebriÅŸum ve ney çalıyorlardı.) demektedir.

Hz.Mevlânâ’nın beyitlerinden biri ÅŸöyledir:

a)      İn kader zer behr-i ebriÅŸum-beha

                        Haarc kun çun haarc ÅŸud ince biya

“İbriÅŸim bedeli olarak bu kadar altını al ve harcet. Bitince yine buraya gel!.”

 

      ııı. MùsıkîÅŸinâslara cezâ, hakàret Türk töresine aykırıdır!..

6.cı Kitab’daki bir kıssa’da: Huzùrundaki mutrıbin, “Gül müsün, susen mi; servi, ay mısın bilmem güzel / Bu periÅŸan aşığa kastın nedir bilmem güzel” Nahifi’ye âit manzum meâlindek tegazzül’ün “… bilmem güzel!” redifleri üzerine Türk emîrin,celâllenerek: ( “Bilmem!” diye tekrarlayıp duruyorsun,

neyi biliyorsan onu söyle be adam!) dedikten sonra gürzünü kapınca, musâhibinin: (Mutrıbe dokunulmaz!) deyip araya girmeÄŸe cür’et etmesi bu töreyi belirtmektedir.

 

      ıv. Sema’, bâzı ÅŸartlar dâhilinde mübahdır!..

2.ci Kitab’daki “Sema’ yapmak için sofilerin misâfirin merkebini satması!” kıssasında sema’ hakkında pekçok beyite serpiÅŸtirilmiÅŸ bilgilere mukàbil, Divan-ı Kebir’de bu mevzu’ mustakılen ve mükemmelen iÅŸlenmiÅŸtir.

 

         G) Mùsıkîde “dizi”ye âit, Mesnevî-i Åžerîf’de geçen terimler,bilgiler, görüÅŸler:

               “Mùsıkîde dizi” mes’elesine Mesnevî-i Åžerîf’de temâs edilmemiÅŸtir. Bu husûsda, incelememin, B) Mùsıkî perdeleri bölümündeki bilgi ve görüÅŸler bir fikir verebilir.

       NOT: Bu TebliÄŸde, Hz.Mevlânâ’nın Mesnevî- Åžerîf’i “mùsıkî yönünden” taranmış ve “Türk mùsıkîsi sisteminin 24 AVAZ’dan oluÅŸtuÄŸu husùsunda 7 asır önceki beyânına “bir kere daha” dikkat çekilmiÅŸtir.(****2007)

………………………………………………………

         SunuluÅŸundan birkaç gün sonra TebliÄŸin sonuna eklediÄŸim not:

 

[[ NOTLARIM:

TebliÄŸimi daktilo etmek ve fotokopi ile teksir için 27, 28 Eylül günleri Kongreye gidemedim. 28.9.1983 günü(perÅŸemde) okumaÄŸa baÅŸlamadan önce bütün hazır bulunanlara dağıttım.(F.DeÄŸerli, C.Atasoy, H.Sanal, Em.Amiral

Sabahattin Ergin ve ertesi günü Osman Saraç’a vs.) Türkiyat Enstitüsü için bir nüsha da Prof.Dr.Muharrem Ergin’e verdim. (Not: Aynı gün, Gökten Ay tebliÄŸini sunmadı ve gelmedi. Ertesi 30.9.1983 Cuma günü, Oturum baÅŸkan yedeÄŸi Gökten Ay gene gelmedi; tebliÄŸcilerden Necati Gedikli, Adnan Atalay gelmediler. Osman Saraç tebliÄŸ verdi; program-dışı olarak Rahmi Oruç Güvenç: “Müzikoterapi ve bununla ilgili sazlar” baÅŸlıklı bir tebliÄŸ sundu.) ]] 

         

(*2007)  Tevfik Fikret de, SİS baÅŸlıklı ÅŸiirinde, Dünyâ’nın bir parçası olan İstanbul’a : “Ey koca fertùt-i musahhir!” diye seslenir.

 

(**2007) Bu beyitde, Hz.Mevlânâ’nın “perde” yerine “âvâz” kelimesini kullanmasının da hikmeti vardır: “Perde” kelimesini kullansaydı, ( -Perde kelimesi “ses’’i deÄŸil, “makàm”ı ifâde eder ve bu beyitde “24 ses” deÄŸil, “24 makàm” mevcùd olduÄŸu bildirilmektedir!) diyenler çıkabilirdi. “Âvâz”ın “ses” demek olduÄŸunu, bugün bile; (avazı çıktığı kadar) deyimi ile her Türk biliyor.

 (***2007) Hz.Mevlânâ’nın, burada “mürsel mecâz”ı kullndığı ve bu “edebî san’at”ın mâhiyeti, site’min özel bölümümde etraflıca anlatılmıştır.

 (****2007) Türk mùsıkîsi ses sisteminde perde sayısının 24 olduÄŸunun delilleri, özetle, site’min bu bölümünde “Din âlimlerimize perde sayısı hakkında kısa bilgi” baÅŸlığı altında verilmiÅŸtir.      

      (x) Hz.Mevlânâ'nın bir beyitini ifâde eden levha hakkında not: 1983(?) yılında Bahçelievler'de bir kliniÄŸin röntgen mütehassısı idim. Bu klinikde Op.Dr.(K.B.B. mütehassısı) Perviz PaÅŸaoÄŸlu yakın arkadaşım idi. Aslen Âzerî olan arkadaşım tıb tahsîlini ve ihtisâsını CerrahpaÅŸa Tıp Fakültesi'nde yapmış deÄŸerli bir münevver(aydın) olduÄŸundan Farsça metinlerde bana yardım ederdi. Bir gün; klinikde sohbet ederken Hz.Mevlânâ'nın (24 âvâzı ifÅŸâ eden) beyitini gösterdim. Hemen, bir kurÅŸun kalemi çakı ile yontarak kalem-i hatt-ı arabî haline getirdi; dolmakalemim için hazır bulunan hokka içindeki yeÅŸil mürekkebe batırıp, kendisine, acele bulup verdiÄŸim bir pelür kâğıda, 3-5 dakîkada yukarıda gördüÄŸünüz levhayı yazdı. Bu levhayı deÄŸerli bir hâtıra olarak saklamıştım. Çeyrek yüzyıl sonra websitemi deÄŸerlendirdi. (C.Ö.)

 

İlgiliMakaleler: