HATIRLATMA :
      Birinci Bölümde verilen bilgilerle Tasavvùf’un şümùllü(kapsamlı) bir ta’rîfini yapmak mümkün deÄŸildir; çünkü yalnızca sünnî inanışlar, görüşler dikkate alınmıştır.
Â
Bu bölümde verilen örneklerin başlıcaları, şu değerli 3 eserden seçilmiştir:
Â
                 ULUDAĞ (TASAVVUF TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ Prof.Dr.
                                   Süleyman ULUDAĞ, Marifet Yayınları, İst.1995)
              KIRKKILIÇ (Başlangıçtan Günümüze TASAVVUF Doç.Dr.
                                    Ahmet KIRKKILIÇ, TİMAŞ Yayınları, İst.1996)
                 AKAY (İSLÂMÎ TERİMLER SÖZLÜĞÜ, Dr.Hasan AKAY,
                                   İslâm Bilgi Merkezi Yayınları, İst.1991)
Â
           Tasavvûfun lehinde ve aleyhinde çok yazılmış, konuşulmuştur.
Â
      LEHİNDE YAZILANLARDAN (bunlar, GİRİŞ bölümünde de mevcuttur):
         [Tasavvûf baÅŸtanbaÅŸa edebdir.. Kötü huyları terk edip güzel huylar edinmektir.. Kimseden incinmemek, kimseyi incitmemektir.. Nefse karşı giriÅŸilen ve barışı olmayan bir savaÅŸtır.. Herkesin yükünü çekmek, kimseye yük olmamaktır.. Bütün mensuplarının birbirini dost ve kardeÅŸ tanıdığı bir birliktir.. Hak ile birlikte ve O’nun huzûrunda olma hâlidir.. Hakk’ın seni senden öldürmesi ve kendisiyle yaÅŸatmasıdır.. KeÅŸf ve temâşâ hâlidir.. Temiz bir kalb ve pâk bir gönül sâhibi olmaktır.. Nefsinden fânî, Hakk ile bâkî olmaktır.. Kâmil insan olmaktır.. Hakk’a ermektir(ermiÅŸ olmaktır.) (ULUDAÄž)]
Â
ALEYHİNDE SÖYLENENLERDEN
         1) “Ceviz KabuÄŸu” atv 28.4.2002
Â
               İ.N.: Fazlurrahman ciddî bir araÅŸtırmacıdır..  Fenâfillâh derecesine ulaşılınca namâz yoktur.. Mevlânâ MoÄŸol casusudur, ajanıdır.. Tasavvûf; Kur’ân’la, Ä°slâm’la baÄŸdaÅŸtırılamaz.. Fazlurrahman çok deÄŸerli bir adamdır; müslümanların geri kalmasına sebeb olmuÅŸtur, der..
 [ NOTUM: Kur’an’la, Ä°slâm’la baÄŸdaÅŸtırılamayan ve müslümanların gerilemesine sebeb olan tasavvûf, bid’at ehlinin tasavvûfudur!.. ]
Â
              Prof.Dr.M.B.(tlf.la): Åžems-i Tebrîzî bir Kalenderî idi. Åžems ve müridleri, Hazret-i Mevlânâ MoÄŸolların ajanı idi (Ä°bn-i Bibi’den..). Kayseri’yi, MoÄŸollar, Åžems-i Tebrîzî’nin ve müridlerinin ihânetiyle iÅŸgà l ettiler; katliâm yaptılar.. Åžems-i Tebrîzî’yi, Makà lâtında MoÄŸolları över.. Barak Baba da bu Kalenderîlerden idi. Mevlânâ Fîhi Mâ Fîh’de MoÄŸolları tutar. Mevlânâ; Mısır’a (Hülâgû Han’dan kaçan) halîfeyi Mesnevîsinde (Mısır Halîfesi bahsinde) hicveder. Mevlânâ; Hulûliyye inancındadır.. Dîvân-ı Kebîr Mevlânâ’nın eseri deÄŸildir; bu Dîvân-ı Kebîr içindeki ÅŸiirlerin ancak yüzde 30-40’ı Mevlânâ’nındır. Dîvân-ı Kebîr içinde 18 ÅŸaire ait ÅŸiirler vardır. Mevlânâ; Hacı Bektâş’a, Sadreddin Konevî’ye hakà ret etmiÅŸtir.    Mevlânâ’nın fikirleri, emperyalizme fayda saÄŸlar;    dün MoÄŸolları savundu, bugün de felsefesi emperyalistlerin iÅŸine yaramaktadır ve Batılılar, bundan dolayı Mevlânâ’yı severler. Mevlânâ, Ä°ran tasavvùfunu Anadolu’ya yaymıştır. Mevlânâ; oÄŸlu Alâeddin Çelebi’yi MoÄŸollara karşı çıktığı için öldürtmüştür. Mevlânâ; seyr-i sülûkî-i enfüsî felsefesine sâhipti.     Mevlânâ; Mesnevîsinde, Fahrettin Razi’ye (akılcı olduÄŸu için) hakaret etmiÅŸtir.
        N O T U M :
     Bir Mevlevî muhibbi olarak; yukarıda yazılanların, Fars Dili ve Edebiyâtı dalında doktora yapmış kiÅŸilerce cevaplandırılmamış olmasından dolayı üzüntülüyüm. ANCAK; ilerlemiÅŸ yaşım ve kalp hastalığım sebebiyle, araÅŸtırma yapamadan, elimin altındaki üç eserden kısa alıntılar sunabiliyorum :  Üç eser ve kısaltılmış isimleri : ANS (Türkiye Diyanet Vakfı Ä°SLÂM ANSÄ°KLOPEDÄ°SÄ° Cit:9’da “Ä°BN BÃŽBÃŽ maddesi);  KÄ°TAP (Mevlânâ Celâleddin, Abdülbâki Gölpınarlı, Ä°nkılâp Kitabevi, 1952); DERGÄ° (Tarih CoÄŸrafya Dünyası 15.12.1959 Cilt 2, Sayı 12’de A.Gölpınarlı). [ Ä°bn Bîbî,( … )( … ) ancak çaÄŸdaşı olduÄŸu halde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Hacı Bektâş-ı Velî gibi meÅŸhûr sîmâlardan bahsetmemiÅŸtir. ANS. sayfa:381 sütun:1 ]     ;      [ II – DÄ°VAN-I KEBÄ°R Mevlânâ’nın ÅŸiirlerinden meydana gelen bu büyük dîvânın BASMAnüshasına Mevlânâ’ya aid olmıyan ÅŸiirler karışmıştır. Bedi’-uzzaman firûzan-fer, bu ÅŸiirler arasında Sultan Veled’in, Åžems-i Tabesî’nin,Åžems-i MaÅŸrıkıyn’ in, hattâ Cemâleddin Isfahânî ile Enverî’nin ÅŸiirleri bulunduÄŸunu kaydetmededir (s. 159 – 168 ) ( ….. ) KÄ°TAP s.267;    [ Mevlânâ Celâleddîn’in Karaman’da Hâce Şerefeddin Semerkandî’nin kızı Gevher Hâtun’la evlendiÄŸini biliyoruz.  Büyük oÄŸlu Sultan Veled’le ortanca oÄŸlu Muhammed Alâeddin, Gevher Hâtun’dan doÄŸmuÅŸtur. Gevher Hâtun’un ölümünden sonra Konyalı Ä°zzeddin Alî’nin kızı Kerrâ Hâtun’u aldı.     Bundan da Emir Muzaffereddin Âlim Çelebi ve Melike Hâtun doÄŸdu. ( … ) KÄ°TAP s.135 ]  [ Mevlânâ’nın evlâtlığı  Kimyâ ile evlenmiÅŸ olan Åžems’in aleyhinde bulunanlara,Mevlânâ’nın ikinci oÄŸlu Alâeddin de katılmıştır. Sonucu 645 Şâbanının 5.günü (5 Aralık 1247) içlerinde Alâeddin’in de bulunduÄŸu yedi kiÅŸi, Åžems’i öldürmüşler, cesedini bir kuyuya atmışlardır. Bunu haber alan Sultan Veled, gece vakti cesedi kuyudan çıkartmış ve ÅŸimdiki mezarına gömmüştür.(Åžems’e âit olan sandûkanın altında,Selçukdevrinin zîr-i zemîn dedikleri asıl merkad ve kireçle sıvanmış sandûka, Mevlânâ Müzesi Müdürü Mehmet Önder tarafından bulunmuÅŸtur. DERGÄ°)  Şems’in ÅŸehâdeti 1247 Aralık ayının beÅŸinci PerÅŸembe günüdür (5 şâban 645) ve Eflâkî’deki bir rivâyete göre bu târîh, Kimyâ’nın ölümünün yedinci günüdür. Burada, Alâeddin Çelebi’nin Åžems aleyhinde bulunmasının, Kimyâ’yı sevmesi ve onu almak istediÄŸi hâlde kızın Åžems’e verilmesi yüzünden meydana gelebileceÄŸini de bir ihtimâl olarak kaydedebiliriz. KÄ°TAP s.84 ]  [ Åžems’in ÅŸehâdetine karışması, Mevlevîlerce Alâeddin Çelebi’nin ve soyunun anılmamasına sebeb olmuÅŸ,  böylece bu soy, unutulup gitmiÅŸtir. KÄ°TAP s.136 ] [Alâeddin 1262’de ölmüştür ( 660 ÅŸevvalinin sonları). Eflâkî’ye göre Mevlânâ, Alâeddin’in namâzını kılmamış, cenâzesinde bulunmamıştır. ( … ) KÄ°TAP s.92 ] NETÄ°CE :  Elimizdeki bulgular/deliller/karîneler, Alâeddin Çelebi’nin; “Åžems-i Tebrîzî’nin katline azmettirmek”le suçlandığı ÅŸeklindedir. Cenâze namâzına babasının katılmaması da, karînelerden biridir. Sayın târîh profesörü; Alâeddin Çelebi’nin vefâtına (iddiâsına göre babası emri ile katline) sebep olarak “MoÄŸollara karşı çıkmak”ı, tv ekranında haykırmak yerine, delillere dayalı yayın yapmak mecbûriyyetindedir. HACI BEKTÂŞ-I VELÃŽÂ – Hz.Mevlânâ iliÅŸkilerinden, KÄ°TAP’ın 98, 99, 151, 227, 235, 236, 237, 238inci sahîfelerinde bahsedilmektedir ve hiçbir hakà ret yoktur. Sayın Profesör, iddiâsını isbatlamalıdır. SADREDDÄ°N KONEVÃŽ – Hz.Mevlânâ iliÅŸkilerine gelince.. Sadreddin Konevî; Ä°bn-i Arabî’nin üvey oÄŸludur(s.19).    s.126,127’den iktibas:
[ …. Mevlânâ ateÅŸler içinde idi. … Birgün Åžeyh Sadreddin ziyâretine gelmiÅŸ, ÅŸifâlar dilemiÅŸti. O bir an bile durmıyan tefekkür kaynağı bundan sonra, ÅŸifâ sizin olsun dedi, sevenle sevgili arasında zardan bir gömlek kaldı. Nûrun nûra kavuÅŸmasını istemez misiniz? Ve bu gazeli söylemiye baÅŸladı: “İç âlemde nasıl bir pâdişâhla oturup kalkmadayım, ne bilirsin sen!            Çi dânî tù ki der bâtın çi şâhî hemniÅŸin dârem / Ruh-i zerrîn-i men menger ki pây-ii âhenin dârem …. ” Pâdişâhlar gibi yaşıyan Sadreddîn, yoksul Mevlânâ’dan duyduÄŸu sözleri düşüne düşüne, onun mânevî saltanatının bu canlı kudretini içten duya duya, başı önünde, yanından çıktı. Bu ufacık, bu pek basit, bu kırık dökük eÅŸyâlı evde, kendi hânkà hındaki kapıcılar, hadımaÄŸaları, perde çavuÅŸları … yoktu. ]            s.128’den: [ Sadreddîn ileri geçti, namâzını o kıldıracaktı. Öyle vasiyyetetmiÅŸti Mevlânâ. Tabutun önüne geldi, tekbîr alır almaz hıçkırıklarla kendinden geçti, yere yığıldı. Kadı Sırâceddîn ilerledi, namâzı kıldırdı. (Mevlânâ’dan bir yıl sonra da Sadreddîn ölmüştü s.233) ].     NETÄ°CE olarak: Sayın Profesörün, Sadreddîn Konevî’ye hakà ret edildiÄŸinin delîlini göstermesinden sonra tartışma baÅŸlayabilir ve kendisini buna dâvet ediyorum! Söz konusu KÄ°TAP’ın, Sadreddîn Konevî ile ilgili 19, 20, 51, 52, 64, 74, 75, 122, 126, 217, 220, 232, 234, 238, 240ıncı sahîfelerinde hakà retâmiz bir beyân, davranış mevcut deÄŸil. BaÅŸka      kaynaklarda varsa sayın hocanın, alıntılarla belirtmesi gerekir. Cenâb-ı Hakk’ın her yerde hâzır ve nâzır olduÄŸu inancı ile Hulûliyye’yi birbirine karıştırdığı anlaşılmaktadır.
       Seyr-i sülûkî-i enfüsî; nefsi terbiye metoduyla insân-ı kâmil olma yolunda yürüyüş mânâsına geldiğine göre medih mi yapılıyor acaba?
       Batı âleminin Hz.Mevlânâ’ya teveccühüne gelince.. Hz.Mevlânâ çok yönlü bir deÄŸerdir. ŞâirliÄŸini, Tasavvûf görüşünü, adına tarîkat kurulmuÅŸ olmasını.. inceleyen âlimler ve vefâtından sonraki yıllarda, hattâ yüzyıllarda günümüzdeki hâlini alan mevlevî âyînlerini merakla izlemeye gelen yığınlar mevcuttur.    Sayın profesörün yaklaşımı ise, ideolojik eÄŸilimini ortaya koymaktadır.
    Son olarak, söz konusu KÄ°TAP s.55’den: [ Yunan felsefesini Ä°slâmîleÅŸtirdiÄŸinden ve felsefeye düşkün olduÄŸundan dolayı Fahr-i Râzi’ye de kızmaktadır. ( ….. ) ] Hz.Mevlânâ’ya bu konuda da ters düşen “akılcı” profesörümüze soralım: Kendileri, Yunan felsefesinin Ä°slâmîleÅŸtirilmesinden mi yanadır?.. Fahreddîn Râzî(1149 – 1209), saÄŸlığında ve vefâtından sonra pek çok âlim tarafından ağır tenkidlere, hattâ hakà retlere mâruz kalmıştır. “Fahrettin Râzî” baÅŸlıklı eserden(Süleyman ULUDAÄž,Kültür Bakanlığı Yayınları/1274 Ankara 1991) bilgiler aktarıyorum: [ (Râzî ölüm döşeÄŸinde yazdırdığı vasiyetnamesinde, ölüm olayının son derecede gizli tutulmasını, bu hususun hiçbir kimseye haber verilmemesini, ÅŸeriat usulüne göre kefenlenip gömülmesini,Muzdahan Köyü yakınındaki MaÅŸakıb dağına götürülüp na’şının burada topraÄŸa verilmesini vasiyet etmiÅŸti. Ä°bn Hallikan Râzî’nin akÅŸam karanlığında bahsedilen yere gömüldüğünü söylerken Ä°bnu’l-Kıftî hakikatte Râzî’nin evinde defnedildiÄŸini, ama Muzduhan civarındaki daÄŸa defnedilmiÅŸ süsü verildiÄŸini kaydeder ve: “Çünkü kendisini mülhid sanan halkın cesedini kabirden çıkarıp parçalamalarından korkmuÅŸtu” diye ekler. sahîfa 10) , (Râzî’nin vasiyetnamesi … bütün öğrencilerime ve üzerinde hakkım bulunan herkese emrediyorum ki öldüğüm zaman ölümümü son derece gizli tutsunlar, bunu hiç kimseye söylemesinler. Beni kefenleyip ÅŸeriatın ÅŸartına göre gömsünler. Muzdahan Köyü’nün civarındaki Mesakib dağına götürüp burada topraÄŸa versinler. … sahîfa 150) ] Bunları naklediÅŸimin sebebi aslà merhûm F.Râzî’yi tezyîf olmayıp;   kendisi aleyhinde sâdece Hz. Mevlânâ varmış gibi bir imaj yaratılmasındaki haksızlığı ve kasdı belirtmektir.    [ NOTUM: Dağın adı, 2 ayrı ÅŸekilde verilmiÅŸtir. ]Â
Fahreddîn Râzî konusunu açıklığa kavuÅŸturmak için, aynı eserden ÅŸu alıntıları da yapıyorum: [ Felsefî Kelâmın kurucusu ve filozof kelâmcıların önderi sayılan Râzî’nin.. ÖNSÖZ’den ].  Söz konusu filozof, Aristo’dur (s.71, 73). Gazâlî(1058-1111); “… felsefenin okunmasını ve reddedilmesini kelâmcının görevi, kelâm ilminin konusu haline getirmiÅŸti.(s.71)” ; “Râzî, bir yandan felsefeyi ve filozofları tenkit ederken öbür yandan onlara sahip çıkarak anlaşılmalarını kolaylaÅŸtırmaya çalıştı.(s.73)” ; “Râzî … Şâfiî fıkhına baÄŸlı kalmış, bu yüzden Hanefî fıkhını, hatta Ebû Hanife’yi zaman zaman tenkit etmekten geri kalmamıştır.(s.3)” ; “Ä°rade hürriyetine karşı çıkan Râzî katı bir cebir anlayışını savunur.(s.88)” ; “Râzî Herat’a geldiÄŸinde herkes kendisini ziyaret ettiÄŸi halde bir aziz (sûfî), zaviyesinde oturur ve onu ziyaret etmez. … Aziz sorar: ‘Bütün bilgilerin aslı Allah hakkındaki marifettir. Sen Allah’ı nasıl ve hangi yoldan buldun?’ Râzî: ‘yüz delille bu konuda tam ve kesin bilgiye ulaÅŸtım’ der. Aziz ona der ki: ‘Delil şüpheyi ortadan kaldırmak içindir. Hak Tealâ benim kalbime bir nur koymuÅŸtur ki o sayede kalbime hiç şüphe girmez. Bu yüzden de delile hiç ihtiyacım olmaz.’ Bu söz Râzî’yi öyle etkiler ki hemen orada azizin elini öpüp tevbe eder, halvete girer.(s.100,101)”    Râzî, saÄŸlığında ve ölümünden sonraki yüzyıllarda bütün âlimler tarafından tanınmış bir alim idi “Mevlânâ da bir beytinde Râzî’nin yaygın şöhretine işâret etmiÅŸtir. -Mevlânâ, Mesnevî, trc. Ä°stanbul 1974, V. 337, Beyit: 4144- (s.32)” ; “Mutasavvıflar ve tarikat ehli, eserlerinde aklî ve ilmî esaslara, felsefeye ve kelâma geniÅŸ yer veren, tasavvufu kendileri gibi kayıtsız ve ÅŸartsız kabul etmeyen Râzî’yi bu tutumundan dolayı bazan hafif, bazan ÅŸiddetli bir biçimde tenkit etmiÅŸler, bu konudaki görüşlerini çeÅŸitli rivayet ve menkıbeler halinde ortaya koymuÅŸlardır. Bunlardan bazılarını aÅŸağıya alıyoruz:      Rivayete göre Mevlânâ Celâleddin’in babası Sultanülulema Bahaeddin Veled Belh’de iken HarizmÅŸah’ın ve Râzî’nin de hazır bulundukları bir mecliste vaaz etmiÅŸ ve Râzî’yi ima ederek: ‘Allah katından gelen kitapları arkalarına atıp Yunan filozoflarının sözlerini rehber edinenler nasıl kurtulabilir’ demiÅŸti. Bu sözle kendisinin kastedildiÄŸini derhal farkeden Râzî, Sultanülulema ve çevresinde toplanan çok sayıdaki müritlerinin saltanat için ciddî bir tehlike teÅŸkil ettiÄŸi hususunda HarizmÅŸah’ı ikna ederek bunların ülke haricine sürülmelerini saÄŸlamıştı. -Eflâkî, Âriflerin menkıbeleri ‘trc. T.Yazıcı’ Ä°stanbul 1973, I,III-113; Sultan Veled, Maarif, I,54;II,89- Bu türlü rivayet ve menkıbeler Râzî’yi tasavvuf düşmanı göstermekle kalmaz. Bazan onun Hz.Peygamber’i küçük gören ve kendisinin de onun kadar yetkili olduÄŸunu ifade eden rivayetler de nakledilir. Åžems-i Tebrizî bir gün Mevlânâ’nın da hazır bulunduÄŸu bir mecliste Râzî’nin: ‘Muhammed-i Tâzî öyle diyorsa Muhammed-i Râzî de böyle diyor’ deyip Hz. Peygamber’e meydan okuduÄŸunu söylemiÅŸ, sonra da böyle diyen Râzî’nin mürted ve kâfir olup olmayacağını etrafındakilere sormuÅŸtu. -Eflâkî, aynı eser, II. 121- Râzî aleyhtarlığı Hz. Mevlânâ’da devam eder. Mevlânâ fırsat buldukça Râzî’ye hücum eder ve onu tenkit etmeyi görev bilir.Aklı rehber edinen Râzî’nin ilahiyat konusunda gerçeÄŸi bilmediÄŸini ve dinî sırlara vakıf olmadığını, Fahred’din (Dinin Medar-ı Ä°ftiharı) ünvanını haksız olarak aldığını iddia eder. -Mevlânâ Celâleddin, Mesnevi (trc. V. Ä°zbudak) Ä°stanbul, 1942, I, 132, V. 337- ”     “Bir kere, Râzî’nin Hz.Mevlânâ ve babasını Belh’den sürdürdüğü rivayeti doÄŸru deÄŸildir.   Hamdullah Mustevfî, Sultanülulema’nın 618/1221’de Belh’den ayrıldığını yazar. Halbuki Râzî bundan on iki sene evvel 606/1209’da vefat etmiÅŸti. (s.103)” ; “Râzî, baÅŸta tefsir olmak üzere tasavvufî düşüncelere yer verdiÄŸi eserlerinde Farabî ve Ä°bn Sînâ gibi filozofların tasavvufî görüşlerinden, bunlar vasıtasıyla yeni Eflatuncu fikirlerden geniÅŸ ölçüde faydalanır. … Filozof neoplatoncuların ve mutasavvıf neoplatoncuların yanında Râzî kelâmcı bir neoplatoncu olarak görülebilir (s.108)”. “ dünyanın dönmediÄŸini bir sürü aklî ve naklî delille ispatlamaya çalışır. Dünyanın öküzün ve balığın veya bir kayanın üzerinde olabileceÄŸini söyler. (s.114)” ; “Râzî Tevrat ve Ä°ncil’den de alıntılar yapar. Papazlarla yaptığı tartışmaları eserine alır -Tefsir, VIII, 23- (s.119) … Dabbetu’l-Arz ile ilgili rivayetleri hurafe sayar. (s.120)”  ;  “Hz.Ä°sa’nın babasız olarak dünyaya geldiÄŸini ispatlamak için bazı canlıların tohumsuz, annesiz ve babasız yaratıldığını söyleyerek farenin çamurdan, yılanın kıldan ve akrebin bazvecten yaratıldığını iddia eder. -Tefsir, VIII, 51- ” ; “Dirayet ve akılcı tefsir yolunu açan Râzî’yi bu yolda Kâzi Beyzâvî ve Ebu’s-Suud gibi tefsir âlimleri izledi. (s.117)” Bütün bu alıntılardan sonra Hocaya soralım: Fahreddin Râzî’nin, sevenleri kadar muârızları olduÄŸu bir gerçek iken, bu husûsu belirtmeden Hz.Mevlânâ’ya yüklenmek ilmî midir?..
                                                                                                                                          Prof.Dr.K.D.(tlf.la): Tasavvûfda otohipnoz vardır. Beyin’in
amigdal bölümünün uyarılması ile ya hastalık meydana gelir veya ilâhî, mistik yaratıcılık(sanat) ortaya çıkar ve velî, peygamber, ermiÅŸ de bu sınıfa girer. MÄ°LLÄ°YET, Moon tarikati toplantısına katıldığımı yazdı, tekzip gönderdim, yayınlamadılar. Ben peygambere ve vahiy’e inanıyorum.
     2)
         A-
           VATAN 29 Kasım 2005 Salı  Sahîfa 5’den:
ManÅŸet: Mevlana, Nasreddin Hoca’yı öldürttü lafı Konya’yı ayaÄŸa kaldırdı. ManÅŸet altında: “Mevlana, eÅŸcinsel dediÄŸi Nasreddin Hoca’yı öldürttü” diyen Prof. Dr. Mikail Bayram hakkında üniversitede soruÅŸturma baÅŸlatıldı. Yerel gazeteler de manÅŸetlerine taşıyıp yerden yere vurdukları Bayram’ı ‘istenmeyen adam’ ilan etti. Yazı metninden: Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evren – Mevlana Mücadelesi adlı kitabında, Mevlana’nın Nasreddin Hoca’ya eÅŸcinsel diyerek öldürttüğünü öne süren Selçuk Ãœniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Ãœyesi Prof. Dr. Mikail Bayram hakkında inceleme baÅŸlatıldı. Haftalık dergisi tarafından kamuoyuna aktarılan iddiayla ilgili soruÅŸturma emrlni veren Selçuk Ãœniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süleyman Okutan “Bayram’ın açıklamaları bizi baÄŸlamaz” diyerek şöyle konuÅŸtu:  “NE DEDİĞİNÄ° BÄ°LMÄ°YOR” “Ãœniversite olarak iddialara katılmamız mümkün deÄŸil.         Bu öğretim görevlisi daha önce de Mevlana hakkında gerçeÄŸi yansıtmayan ithamlarda bulunmuÅŸtu. Bu adam ne söylediÄŸini bilmiyor. Gündeme gelmek için mi bu tür açıklamalar yapıyor anlamadım. Yaşı da 66 ve birkaç ay sonra emekli olacak. Ãœniversite bünyesinde komisyon oluÅŸturup kitabı ve açıklamaları inceleyip gerekli iÅŸlemi yapacağız.”      ‘BAYRAM’LIK SÖZLER    Bayram’ın iddiaları, Konya’da yerel basının da büyük tepkisiyle karşılaÅŸtı. Yeni Meram Gazetesi (…..).   Yeni Konya Gazetesi (……)
Â
Hakimiyet Gazetesi (…….).  Konya Postası Gazetesi (…….).
ORTAÇAĞ UZMANI PROF.DR.MİKAİL BAYAM NE DEMİŞTİ?
….. Mevlana, Nasreddin Hoca’yı cinsi sapık ve ahlaki çöküntü içinde biri olarak göstermeye çalıştı. …..           1261’de Ahilerin başındaki Nasreddin Hoca, Türkmenler’le MoÄŸol yanlısı Selçuklu yönetimine isyan hareketi baÅŸlattı. Selçuklular isyanı bastırmak için MoÄŸol asıllı ve Mevlana’nın müridi CacaoÄŸlu Nureddin’i görevlendirdiler. Ä°syan bastırıldı. Ölenlerin arasında 93 yaşındaki Hoca da vardı. Mevlana’- nın bu ölüm sonrası bile öfkesi dinmedi. Hoca’nın ölümü üzerine 45 beyitlik bir manzume yazdı.
     B-
        “Haftalık” isimli, 25 Kasım 2005 tarih ve 138 sayılı dergiden:
    [ ……. Prof.Dr.Mikail Bayram’ın “Sosyal ve Siyasi Boyutlarıyla Ahi Evran – Mevlana mücadelesi” adlı kitabı bugüne kadar bildiÄŸimiz birçok ÅŸeyi şüpheye düşürecek iddiaları içeriyor. ……. Ahi Evren Hace(Hâce) Nâsırüddin yani halk arasında bilinen adıyla “Nasreddin Hoca..
….. .. Nasreddin Hoca 1171 yılında bugün Ä°ran Azerbaycan’ı sınırları içinde kalan Hoy ÅŸehrinde doÄŸdu. Türkmen olduÄŸu sanılıyor. … 1204 yılında BaÄŸdat’ı ziyaret eden Selçuklu heyetiyle beraber Anadolu’ya gelen bilgin grubu arasındadır.Ä°lk baÅŸta Kayseri’ye yerleÅŸerek burada “debbaÄŸ” yani bugünkü adıyla bir deri atölyesi kurar. Ancak 1227 ve 1228 yılları arasında Sultan Alaaddin Keykubat’ın isteÄŸi üzerine Kon- ya’ya yerleÅŸir. Burada bir çeÅŸit meslek örgütü olan Ahi teÅŸkilatını kuran Nasreddin Hoca, bu olayla Ahi Evren olarak da anılacaktır. ….. Nasreddin Hoca, Türkmen yanlısıyken, Mevlana merkezin yani Ä°ran sempatizasyonu Selçuklu Çevrelerinin yanındadır. ….. 1243 yılı Anadolu tarihi için bir dönüm noktası olur. MoÄŸollar, 80 bin kiÅŸilik Selçuklu ordusunu bozguna uÄŸratır. ….. Nasreddin Hoca bu dönemde Türkmenlerin yanında yer alarak MoÄŸol iÅŸgaline ve onun baÄŸlaşığı durumuna düşen Selçuklulara karşı muhalefetini sürdürür. Hatta eÅŸi Fatma Bacı, MoÄŸollarca esir edilir. Kendisi de Selçuklularca tutuklanır. BeÅŸ sene tutuklu kalan Nasreddin Hoca, çıkan af ile serbest kalınca önce Denizli’ye, oradan da KırÅŸehir’e göç eder. ……. Bayram, Mevlana’nın Mesnevi’sindeki onlarca hikayede ve onlarca ÅŸiirinde “Hace”, “Cuha”, “DebbaÄŸ (derici)”, “Muhannes (eÅŸcinsel)”, “Mar (yılan)” “Ejder” gibi aÅŸağılayıcı sözlerle Nasreddin Hoca’yı hedef aldığını söylüyor. ……. ..Mevlana’nın oÄŸlu Alaaddin Çelebi babasının yakın dostu Åžems’i öldürdüğü iddia edilince Konya’dan KırÅŸehir’e kaçıyor ve babasının baÅŸ düşmanı Nasreddin Hoca’ya sığınıyor. 1261 yılında, baÅŸlarında Nasreddin Hoca’nın bulunduÄŸu Ahiler ve Türkmenler, MoÄŸol yanlısı Selçuklu yönetimine karşı bir isyan baÅŸlatır. Ä°syanı bastırmak için ise yönetimce MoÄŸol asıllı ve Mevlana’nın müridi olan CacaoÄŸlu Nureddin görevlendirilir. OÄŸlunu kaybedeceÄŸini gören Mevlana, “Ey can gurbet illerde daha ne kadar duracaksın, dön gel artık. Daha ne kadar periÅŸanlık çekeceksin?” gibi dokunaklı gazeller gönderir. Ancak oÄŸlu dönmez. Sonuçta isyan bastırılır. Ölenler arasında 93 yaşındaki Nasreddin Hoca’yla Mevlana’nın oÄŸlu da vardır. Bu ölüme karşın Mevlana’nın öfkesi sönmez. Emir Nureddin Caca tarafından cenazesi Konya’ya getirilen oÄŸlunun cenaze namazını kılmaz. ]
                             Â
     Bu konuya açıklık getirmek üzere bir hâtıramı nakılle sözüme başlıyorum:
Â
     Merhûm Necip Fazıl KISAKÃœREK’in CaÄŸaloÄŸlu’nda yaptığı bir sohbet toplantısına katılmıştım. Ön sıradaki bir genç; “Åžerîat, Tarîkat, Hakıykat”i anlatır mısınız?” deyince, Kısakürek, genci yanına çağırarak ceketinin yakasına yapıştı ve “Bu kimindir?” sorusuna, “Benim!” cevâbı karşısında da: “O senindir, bu benim!.. Ä°ÅŸte ÅŸerîat budur!” dedi ve her iki ceketi göstererek sözlerini şöyle yürüttü: “O senindir, bu da senin!.. Ä°ÅŸte tarîkat budur!.. Gerçekte ne o senindir, ne de bu benim; Mâlikü’l-mülk olan Allà h’ındır!.. Ä°ÅŸte hakıykat de budur!..” Ben de, bu açıklamayı, 27 Nisan 1975 günü, bir kıt’a ile tesbît etmiÅŸtim:
               “O senin!” der, “bu benim!” ehl-i ÅŸerîat, haklı..
               “O senin!” der, “bu senin!” ehl-i tarîkat, haklı..
               Mâlikü’l-mülk olan Allà h’ı hatırlar dâim;
               “Ne senin!” der, “ne benim!”.. ehl-i hakıykat haklı!..
               Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
       Bir binâ düşününüz: Temeli ve giriÅŸ katı, Åžerîat’ı temsîl eder.. Ãœzerindeki katlar ise sırasıyla Tarıykat ve Hakıykat’tır!.. Temeli ve giriÅŸ katını kaldırırsanız binâ çöker; fakat, Belediye, üstteki katları (inşâât ruhsatı yok!) diye yıksa bile, saÄŸlam temel üzerindeki zemîn katta, hayâtınızdan emîn yaÅŸayabilirsiniz!..