Etiket: Mustafa Çıpan

• Cuma, Temmuz 21st, 2017
TDK Başkanı Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN’in bilgilerine saygılarımla arz ederim. 26.09.2013 (Sayfanın nihayetindedir)                                    
Sayfa 1.b
    YENİ ANAYASAMIZIN DİLİ
            1924 “Birinci Cumhuriyet(1) anayasası dili 1945’de arılaştırıldıktan sonra “lâfız değişince mânâ da değişir!” hikmetli sözü gereği: Kavramların mânâları  değişmiştir (Millet > Ulus gibi); TDK, Arapça kökenli kelimeleri yok ederken, aynı köke bağlı kelimelerin tamâmına dokunulamaması filolojik çirkinlik ve yetersizlik oluşturmuştur (müddeî > savcı , iddiâ makàmı > ?? gibi); TDK, arı dil saplantısı uğruna her dille ilgili tasfiyecilik (Dil kırım!) yaparken, uydurukçuluğa hız vermiş ve “Kurùmî Dil” ortaya çıkmıştır (ültrason > yansılanım gibi); TDK, tasfiyecilikte, “uzatılmış a harfi bulunan Arapça kökenli kelimeleri bilhassa yok ederek dilimizin âhengini bozmuştur ve kelime uydururken de buna riâyet etmiştir (istifâ gibi); tahsildeki çocukla anası-babası-dedeleri-nineleri anlaşamaz duruma gelmiştir; kavramlarla oynanarak milletin değer hükümleri değiştirilmiştir (fâhişe>hayat kadını gibi);  1945’de Anayasa dilinin arılaştırılması ve TDK’nun “Tilcik üretim faâliyeti” ile güçlenen ve basın endüstürisi teşvîkiyle zamanla adedleri yüzbinleri bulan “Garip Şâirler” soylu şiirimizi baltalamıştır; TDK, “kelimelerin doğru telâffuzu” için kullanılması şart olan ve hepsi de klavyede mevcùd telâffuz işâretlerini imlâ kılavuzuna dâhil ederek talepde bulunmamıştır(Bunun netîcesi olarak  (vakaaa diyenler, Daaavut diyemeyen spikerler büyük çoğunluktadır.)
        TRT; bütün menfî faâliyet ve ihmâllerinde TDK’nun baş-yardımcısı olmuştur (Hiç olmazsa yalnızca haber spikerinin Daaaavut dememesi, diyememesi değil de temerrüden dememesi gibi.) 1950’den bugüne, “sağ iktidar başbakanları” muhâliflere lâf yetiştirmekle kıymetli zaman firesi vermiş, bu görevi yardımcılarına bırakmamış; seçmenlerinin yazdıklarına göz atmak yerine muhâliflerinin sataşmalarına kulak vermiş ve Maârif Vekilleri = Millî Eğitim Bakanları da; okul kitapları sipâris tekliflerinde, şartnâmelere “yasa, yasal, ulus, ulusal, özgürlük, bağnazlık.. gibi uyduruk kelimelerin ders kitaplarında yer alamayacağını” kaydetmemekle TDK ve TRT işbirliğinin millî kültürümüzü, halkın dilini  tahrif ve tagyîrine seyirci kalmıştır.  
     akit gazetesi, 26.04.2012’de D.Mehmet DOĞAN’ın  “Anayasanın dilini konuşmak” başlıklı köşe-yazısından:
      (…..) İlk defa, münhasıran “anayasanın dili” üzerine bir toplantı yapılıyordu. İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem, dile önem veren, devrimizde örneği pek görülmeyen siyasetçilerden. Onun siyasetçi kimliği yanında, belki de önünde, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nin başkanlığı var.
       ( ……. ) Başbakan “millet”in başbakanı, “millet” ona yüzde elliye yakın rey verdi. Partisi Büyük “Millet” Meclisi’nde iktidar partisi olarak yerini aldı kendisi de başbakan oldu. Onun “Ulusa sesleniş” konuşmalarını dinleyenler bu millet-ulus kararsızlığını fark edemiyorlar mı acaba?
       Başbakanın bu programını kimler hazırlıyorsa, müthiş bir muhayyile kısırlığı içindeler. Bu isimden muhtevaya kadar programın tamamında hissediliyor.  AK Parti’nin kültürel alandaki kuşatılmışlığını, dil konusunda da hissetmemek mümkün değil.
       Meclis, bugüne kadar bir tek “yasa” çıkarmadı. Resmi Gazete’yi açıp bakın, Meclis “kanun” çıkarıyor, fakat haberlerde, dillerde “yasa” kelimesi dolaşıyor. Anayasa’nın metninde “ulus”, “uluslar arası” yokken, bu kelimeler AK Parti döneminde yapılan değişikliklerle Anayasa’ya girdi. 1980 Anayasa’sının birçok tutarsızlığına böylece bir tutarsızlık daha eklendi!
       Anayasa’da “mahalli idareler” yazılsa da, bütün siyasiler “yerel yönetimler”den söz ediyor. Anayasa “hürriyet” dese de, “özgürlük” kelimesi revaç buluyor.
       Velhasıl, Anayasanın dilini bugünlerde daha çok tartışacağa benzeriz!
Beyân-ı îtizâr ( = Özür dileme ): Muhterem D.Mehmet DOĞAN’dan, iki cümlesini renklendirmekten kendimi alamadığım için özür diliyorum. C.ÖNEY Bu çok yerinde tesbit ve tenkidleri muhterem TRT genel müdürümüzün dikkate alacağına inanıyorm. NOT: Kuşatmacı BAŞKÂTİPLER bahsi, Sahîfa 3’dedir.   
___________________
(1) 11.07.1960 Devlet Başkanı ve Başbakan Org. Cemal GÜRSEL; “Aziz arkadaşlar” diye okumağa başladığı Bakanlar kurulunun programının devâmını Devlet Vekili Âmil ARTÜS’e okutmuştur. Programın 3 yerinde “İkinci Cumhuriyet” tâbîri meccuttur.
                                     ***********************     
    
          Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı
          Basın Açıklaması (10.04.2012)
          Sayın Cumhurbaşkanımız, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Üyeliğine, 664 sayılı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6.ncı maddesi gereğince, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Erhan AFYONCU’yu seçmişlerdir.
            [ “Çağdaş kültür!” yerine “Soylu kültür!” ] müdâfii olarak muhterem  Doç.Dr. Erhan AFYONCU’yu tebrîk ederim. (Dr. Cahit ÖNEY)   
        Türk Dil Kurumu Genel Müdürlüğü resmî web sitesinden:
    [[ Yaklaşık 11 yıldır Türk Dil Kurumu Başkanlığı görevini yürütmekte olan Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, 12 ocak günü kendi isteği ile bu görevinden ayrıldı. ( ….. ) ]]
    [[ Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN, 6 Mart 2012 tarihli Resmî Gazete ile yayımlanan üçlü kararname ile Türk Dil Kurumu Başkanlığı görevine getirilmiştir.
        Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN bu tarih itibarıyla yeni görevine başlamıştır. ]] TDK Başkanı Mustafa S. KAÇALİN’in, Dumlupınar Üniversitesi’ndeki konuşmasından: “Esas olan, konuşulan dildeki kelimelerin bizim zihnimizde izah edilmiş olması, berrak olması ve münasebetlerinin problemsiz olmasıdır. Bu da kelime atarak değil, kelime kazanarak olur.” > 11.04.2012
  
Haber spikerlerinin DAAAAAVUTOĞLU diyemediği TRT‘nin Genel Müdürü sayın İbrahim ŞAHİN’e başarılar dilerim. (14 Kasım 2011)
AÇIKLAMAM: 17.04.2012
       Yukarıdaki cümlemin/dileğimin yanlış anlaşıldığını, KONUK DEFTERİM‘i inceleyerek öğrendim.
       Aşağıdaki açıklamamın, tereddüdleri gidereceği muhakkakdır:
       1- Özel TV’ler bir yana TRT’nin, bütün spikerleri değil de hiç olmazsa HABER spikerlerinin, “Dâvutoğlu” kelimesindeki “a” harfini uzun okuyamamaları beni üzmektedir. Benim “Câhit” olan ismimdeki “a” harfini kısa okumak hatâsına düşene 80 yıldır rastlamadım.
       2- Cümlenin sonundaki 14 Kasım 2011 târîhi, TRT Genel Müdürü sayın İbrâhim Şâhin’in tâyîn edildiği (veyâ göreve başladığı) târihdir.
       3- Bu cümleyi kaydetmekle, yeni göreve başlayan Genel müdürümüzden, kendisinden evvelki yılLARdan kalan telâffuz hatâsının düzeltilmesini istirhâm etmiş idim.
Konuya ilgi duyanlara ek bilgi sunuyorum: Bu web site’min TÜRK MUSİKİSİ ana bölümü TRT sahîfasında; ” TRT spikerlerinin, Daaavut diyebilmelerini te’mîn husùsunda himmet buyurmaları için” sayın Bülent ARINÇ’a da baş vurmuş idim.
       4- Bu yanlış telâffuz meselesinin asıl sorumlusu/muhâtabı TRT Genel müdürlüğü değil, Türk Dil Kurumu’dur; nitekim, bu sahîfa, en yukarıda kayıtlı olduğu gibi, Türk Dil Kurumu sahîfasıdır. Türk dilindeki (sâha, vak’a, Kàbil – Kâbil) gibi kelimelerin doğru telâffùz edilmesini belirtmek/öğretmek için, klâvyelerde bulunan ve Fransızların kullandıkları şapka, kesme, aksan tegü, aksan grav.. işâretlerini kullanmayı imlâ kuralları arasına almak gerektiğini bu Türk Dili sahîfalarında defâlarca ve örnekler vererek anlatmış bulunuyorum.
        Bana, açıklama fırsatını veren okuyucularıma teşekkür ederim.
NOT (20.04.2012)
       Yakınlarım ve özellikle akrabalarım, bu meseleyi neden bu kadar önemsediğimi sorup durdular. Onlara şifâhen verdiğim cevâbı, bir kısım ziyâretçiler de bilmek isterler, düşüncesiyle kaydediyorum:
      
Beni ziyâdesiyle üzen, sayın Şener METE‘nin Konuk Defterim‘deki mektubun sondan 2nci cümlesi olup aynen şöyledir: [ Yalnız benim şaşırdığım husus, Cahit Öney gibi bir şahsiyetin, Davutoğlu adının kısa okunması gerektiğini söylemiş olmasıdır. ] Aynı mektubun baştan 3üncü cümlesi de aynen şöyledir: [ Burada Sayın Genel Müdürümüzü Daaavut diye okuyamayan Spikerler ile ilgili olarak tebrik etmişsiniz. ]
Yukarıda ne diyor, aşağıda ne diyor?
Kocaman harflerle yazdığım cümlemi mânâlandırmakta güçlük çekmişse, aynı sahîfada yazdığım şu beyitleri dikkate alması gerekmez mi idi?.. :
         
          Niye ısrarla “Davut?” der hâlâ;
          Dili zenbùra emânet spiker?
             VEZNİ: Feilâtün feilâtün feilün(fa’lün) 
Korkarım ben, bolca açtım “SOYLU KÜLTÜR” bahsini;
Tıfl-ı ebcedhân okur, anlar murâdım aksini!..
( VEZNİ: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün )

 Yanlışlığın müsebbibidir Dilkırımcılar :

Dâvut “Davut”sa Nâsır’a elbet “Nasır” denir!..
Şunu da tekrarlayayım: Sayın Genel Müdürümüze bir dilekte bulunmuştum.
(*) Bu sahîfada görülebileceği gibi, Sayın Prof.Dr. O.F. SERTKAYA; benzeri hatâları yapan spikerlere: “Dilinizi eşek arısı soksun!” diye seslenmiş idi.
       Spikerlerin ve bu arada TRT haber spikerlerinin yaptıkları telâffuz hatâları ile doğruları, alfabetik sıra gözetilerek, kendilerine bir yardım düşüncesiyle 7 yıldan beri Sahîfa 9’dadır. Sahîfa 7’de de “telâffuz hatâları ve önleme yolları” örnekleriyle bildirildiği hâlde, [ web-site’min “Etnomüzikoloji” etiketinde kaynak lûgatta geçen “kütüb-i dîniyye-i nasraniye deyimini, konu ile alâkası olmadığına göre  zeklenmek için kaydeden kişinin ] görmemiş olduğu düşünülebilir mi?
22 Eylül 2013 Ek’i
Sayın Şener METE bey’in; “Konuk Defteri”ne gönderdiği yazıyı, “kopyala yapıştır”la ziyaretçilerimin bilgilerine sunarken, yalnızca şu hususu belirteyim: Yazıda defalarca, “Davutoğlu’ kelimesini “isim” olarak zikrediyor; isim değil, soyadıdır. Ve Dışişleri Bakanımızın soyadı olduğu için; tekerrür eden telâffuz hatası beni üzdüğü için üzerinde durmuş idim.
[[ (1) Şener Mete
Sun, 22 September 2013 07:53:33 +0000 
Saygıdeğer üstadım, Sizi 1970’li yıllarda Milli Kültür ve Milli Sanat dergilerinden hatırlarım. Bir şiir kitabınızı da okuduğumu hatırlıyorum. Burada Sayın Genel Müdürümüzü Daaavut diye okuyamayan Spikerler ile ilgili olarak tebrik etmişsiniz. Bu tebrik midir yoksa başka bir manâmıdır bilmiyorum. Evet şimdi Davutoğlu adını kısa zikrediyor arkadaşlarımız. Ancak Davut kelimesinin David olmadığını siz benden daha iyi bilirsiniz. Davudi veya yüksek ses’ten isimlendirilen bu kelime Peygamber adı olması dolayısıyla bir çok dilde mevcut bir isim durumundadır. Benim iki sözlüğümde de a sesinin uzun okunması gerektiğini belirttim. Çünkü ortada bir elif bulunmaktadır. Kütüb-i diniyyey-i Nasraniyye’de de ihtimal ki vardır. Sizinle aynı hamurdan yoğrulduğumuz için yazıyorum. Osman Fikri Hocam da benimle aynı düşüncededir ki Davutoğlu uzun yani vokalli yani med harfiyle okunmalıdır. Şimdi ortalarda melez dil uzmanları dolaştığı için bu adı nedense kısa olması gerektiği konusunda dillerine doladılar. Yakında İbrahim adı da Abraham gibi kısa okunursa saşmayın. Yalnız benim şaşırdığım husus, Cahit Öney gibi bir şahsiyetin, Davutoğlu adının kısa okunması gerektiğini söylemiş olmasıdır. Belki çok önemli değildir ama bütün önemli şeyler de önemsizlerin toplamına eşittir. Hürmetle arz ederim. Şener METE TRT ]] 
             Kâmildir_o insan ki yaşar hâtıralarla
                                                                                      Yahyâ Kemâl BEYATLI
       Sayın Prof.Dr. Şükrü Halûk AKALIN; 12/13 Kasım 2010 gecesi HABERTÜRK “Teke tek” programına TDK Başkanı olarak katılmış ve sayın F.ALTAYLI ile sayın M.BARDAKÇI’nın yönelttikleri çok düşündürücü sorulara ânında verdiği, fakat izlemede olan yüzbinleri yanıltıcı cevaplarla beni hayretlere düşürmüş idi. Bu hâdiseyi, Sahifa 7’de “13 KASIM 2010 tarihli ilâvem” başlığı altında ziyâretçilerimin takdîrlerine arz etmiş idim. (23.04.2012)     
       
                                                                          *************************************
         TÜRK DİL KURUMU
Güncelleme: 14 KASIM 2011
       Muhterem Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Millî Eğitim Bakanımız, KÜLTÜR ve Turizm Bakanımız, GENÇLİK ve Spor Bakanımız… İşte lise mezunlarımızın öğrenmeğe mecbur bırakıldıkları “ilim dili!” :
        [[Metnin dilsel yoğrumudur söylem. Seslerin, sözcüklerin tümceye dönüştürülme sürecinde aralarında yaratılan düşünsel, çağrışımsal bağlantılar toplamıdır. Bir metnin hamuru, yaratıcısının dilsel tesiriyle karılmamışsa o metin ölü doğmuştur. Benim gevşek dokulu, yığma ve yığışımsal metinler diye nitelendirdiklerim genellikle bu türdendir.”
       Türkçenin nefis bir örneği ve ifade ile zevkin harikulade misali olan cümleleri geçen cumartesi günü yapılan LYS yani üniversiteye giriş sınavının soru kitapçığından aldım. (…..)
       BUNA  ZULÜM  DERLER:
       Aklı başında bir insan ‘dilsel yoğrum’ , ‘çağrışımsal bağlantılar toplamı’ , ‘metnin hamuru’ , ‘dilsel tesirle karılmamış’ , ‘gevşek dokulu’  ve ‘yığışımsal’ gibisinden nasibini almamış, zevksiz, üstelik takır tukur lâflarla dolu sözleri acaba niçin eder?  (…..)  Ama, geleceğini belirleyebikmek için ÖSYM’nin bir sınavdan ötekine koşuşturan gençlerin önüne “soru” diye böyle bir kakofoni yumağını fırlatıp atmanın tek bir izahı vardır: Buna, “zulüm” derler. (…..)  ]]
       Yukarıdaki acı, fakat gerçeğin ifâdesi olan tenkidler, sayın Murat BARDAKÇI’nın, 27 Haziran 2011 Habertürk’deki “Hay sizin dilinizi!..” başlıklı köşe-yazısından alınmıştır.
Bu dil; “kurùmî dil” , “uydurukça” diye birçok yetkili tarafından ve özellikle telâffuz hatâları yönüyle anılmıştır.
 (Devam edecektir.) 
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANI YARDIMCISI TEKLÎFİM :5.8.2011
                         Prof. Dr. İskender PALA
                         Yılmaz ÖZTUNA (x)
                         Murat BARDAKÇI
                         Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA
                         Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇIPAN
Not: “Bir turizm âlemi başarılısı”nın adı, “Kültür ve Turizm Bakanı yardımcısı” olarak İnternet’de yer alınca, ben de, millî/SOYLU san’atlarımızın 5 uzmanının adını andım.
30 EKİM 2011 târîhinde Kültür ve Turizm Bakanı yardımcısı olarak atanan Rad. Dr. Abdurrahman ARICI’ya başarılar dilerim.
Not(22 ARALIK 2011): Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine atanan Prof. Dr. İskender PALA’ya başarılar dilerim.
(x)        Târih ve mùsıkî, edebiyyât… Eser veren
           Gerçek değerdi.. etti vefat Yılmaz Öztuna!..
           …… 1930 – 09.02.2012  …..   VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün   ………..   
20 Eylül 2011 EK’i :
14 EYLÜL 2011 Çarşamba tarih, 28054 Sayılı Resmî Gazete ile yayınlanmış MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME (KHK 652) ve iki not’um:
1. Kuruluş şeması mühim olmakla berâber, görevlilerin, görevlendirileceklerin formasyonları çok daha mühimdir.(*)
2. Madde 2.b’de: (… ulusal politika ve stratejileri…) ve Madde 2.l’deki  (millîeğitim  politikası…) deyimlerindeki “ulusal” ve “millî” sıfatları, çelişik mânâlarda kullanılır olmuştur.(**)
(*) Millî eğitim, her şeyden önce millî kültürün eğitimini stratejik hedef kabul etmelidir. Bunun gereği olarak da Kuruluş şemasındaki Genelmüdürlük ve Başkanlıklara, müşâvirliklerden bâzılarına: “eski Türk edebiyatı(x)“, “İstanbul, İzmir Türk musikisi Devlet  konservatuarları”, “İlâhiyat fakülteleri san’at ve kültür dalları”nda doktora yapmış ilim adamları atanmalıdır.
(x) İran’dan küçük değişikliklerle alınan Türk arùzunu bilenlerin pek az kaldığı ve zevkine varabilenlerin hemen hiç kalmadığı; Prof.Dr.İ.Ü.in, TÜRK DİLİ dergisi Ağustos 1993 târîhli 500.sayısında çıkan şu sözleriyle belgelenmektedir:
       Burada kendimi soyutlamadan konuyla ilgili bütün üniversite üyelerine sormak istiyorum: Aruzla yazılmış bir şiiri veznini ilk mısraından yahut ilk beytinden duyabiliyor muyuz? Yoksa açık kapalı işaretleriyle vezin bulmaya mı çalışıyoruz? Bir de mezun ettiğimiz Türk dili ve edebiyatı öğretmeni adayı olan öğrencilerimize bakalım (….)
Günümüzdeki durumu belirtmek için ben de şunları ilâve edeyim: Bugün; aruzla yazan şâirlerimizin -ki çoğunlukla güftelerini görebiliyoruz- hiçbiri Edebiyat fakültelereimizde okumamışlardır!..
( ** ) Bir kısım ideolog filolojistler; “millî” terimi yerine “ulusal” terimini diriltmişlerdir. Halbuki; bu iki terim, farklı kullanılmaktadır:
a) Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA’nın, özeti aşağıdaki konferansında belirtildiği gibi ATATÜRK, 1937’den îtibâren “ulus, ulusal” gibi uyduruk kelimeleri terk ile, “millet, millî” ve benzeri kelimeleri kullanmış, dilde tasfiyeciliğe son vermiştir.
b) Günümüzde “ulusal” kelimesi, etnik ayrılığı, kavmiyetçiliği ifâde etmekte ve millî bütünlüğümüzü baltalamaktadır. Günümüzde, ulusalcılar ve milliyetçiler ayrı cephededirler. “Çağdaş” kelimesinin de maksatlı kullanıldığını, ayrıca, arz ederim.
Yukarıdaki hususlar, aşağıda örnekleriyle belirtilmiştir.
                                           *************************************
       “ULUSAL EGEMENLİK” mi, “MİLLÎ HÂKİMİYET” mi?
       “Ulusal Eğitim Bakanlığı” yok, “Millî Eğitim Bakanlığı” var..
       “Ulusal Savunma Bakanlığı” yok, “Millî Savunma Bakanlığı” var..
       “Ulusal futbol takımı” yok, “Millî futbol takımı” var..
                                   Buna karşılık;
        “Millî Hâkimiyet veyâ Millî Egemenlik” yok. “Ulusal Egemenlik” var !..
                          
                   23 Nisan ULUSAL Egemenlik ve Çocuk Bayramı,
                   23 Nisan ULUSAL Egemenlik ve Çocuk Kütüphanesi,
                   ULUSAL Egemenlik İlköğretim Okulu..
                         ULUSALCILAR da var, MİLLİYETÇİLER de!..  (23.04.2012)
                
Siyâsetçilerimize çok önemli not:
1960 Darbesinin sebep olduğu, devletimizi orta çağ idare tarzına mahkûm eden illet, KAST SİSTEMİdir.
             Atatürk,  İnönü ve Bayar’ın cumhurbaşkanlıkları yıllarındaki memurların âdil maaşlandırma sistemi terk edilmiş ve KAST SİSTEMİ‘ne geçilmiştir.  ÂDİL REJİM şöyle idi: İlkokul mezunları 15, ortaokul mezunları 20, lise mezunları 25, 4 yıl süreli yüksek tahsilliler (subay, savcı-hâkim, maiyyet memurluğu yapan stajyer kaymakamlar…) 30 ve 6 yıl süreli yüksek tahsilli hekim ve yüksek mühendisler 35 lira aslî maaşla göreve başlardı; genel müdürler ve albaylardan yüksek seviyedekilere makam tazminatları verilirdi. Bu aslî maaşlar, bütçe imkânına göre; “sınıf ayrımı yapılmadan!” aynı katsayı ile çarpılarak tesbît edilirdi. Yalnız hâkim ve savcılar 2 yılda bir terfî ederlerdi. Diğer yüksek tahsilliler 3 yılda bir terfî ederlerdi.   Bu tatbik sâyesinde “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz!” marşını, inanarak söylerdik!. Orta tahsilliler 80 lira aslî maaşa kadar yükselebilirlerdi. Bir albay çalışanı ve emeklisi ile bir 100 TL aslî maaşlı sivil hekim veya yüksek mühendis çalışanı / emeklisinin ellerine geçen meblâğ birbirine eşit idi. 1960’dan sonra (Âmil Artüs’ün açılış konuşması 3 yerinde belirttiği gibi İkinci Cumhuriyet kurulmuş; bir kısım müessese ve çalışanlarına ayrıcalıklar tanınmıştır. Zamam zaman işittiğimiz “Cumhuriyetin kazanımları” sözünü sarf edenler, aslında, “İkinci cumhuriyetin kazanımları”nı kasdetmektedirler.  

   Atatürk’ün kurduğu ve 1960’a kadar korunan; yalnızca memurlar-arası eşitliği teminden ibâret olmayıp, millete de kayıtsız şartsız hâkimiyet imkânı bahşeden Birinci Cumhùriyet’e son verilmiştir.     Bunu gören atanmış yüksek hukukçularımızın “bizler Atatürkçüyüz!” şeklindeki beyanlarına milletimiz hayret ve üzüntüyle şâhit olmaktadır

       Atatürk, İnönü ve Bayar’ın Cumhurbaşkanlıkları yıllarındaki memurların âdil maaşlandırma sisteminin yerini Kast Sistemi almıştır:

Aşağıdaki beyit; Kast sistemi”ni özetlemektedir:                                    

Asker, hukukçu, mülkiye mensùbu zirvede;
Almakta parya aylığı doktor-emeklisi  VEZNİ: Mef“ulü fâilâtü mefâîlü fâilün
Kast sisteminde, Mâliye, yapmakta bütçeyi..
Mâdemki parya.. göz çıkarıp kaş yapar hekim…
Gereksiz sezaryen, katarakt operasyonu, stent, ilâç, MR,BT vs. vs. vs.

                                                                                                                        *
Anayasamızda, kànunlarımızda, tüzüklerimizde, yönetmeliklerimizde, yönergelerimizde, tebliğlerimizde.. “ulusal”, “çağdaş”, “aydınlanma” menfî  ideolojik terimlerinin yer almaması için gücünüzü kullanınız. Bu 3 terim, web site’mde defâlarca açıklanmıştır.
03 KASIM 2011 ilâvesi: 1982 Anayasası taslağında “TRT’nin görevi çağdaş Türk kültürü ve eğitimine yardımcılık” şeklinde iken, Danışma Meclisi’nde sayın Mehmet Pamak’ın itiraz, izahat ve teklifi üzerine “çağdaş” kelimesi çıkarılarak yerine MİLLÎ sıfatı 133üncü maddeye kaydedilmiştir. Fakaaat.. 1993 tarihinde, TRT’ye hedef gösteren hüküm anayasadan, büyük bir ustalıkla çıkarılmıştır; TBMM 2011/2012 çalışmasında; yeni anayasamıza: “TRT’nin görevi MİLLΠTürk kültür ve eğitimine yardımcılık” kaydı konarak, TRT ile ilgili çıkacak kanunlara hedef gösterilmelidir. NOT: 1993’de 1.Çiller hükûmeti (50.Hükûmet) Başbakan yardımcıları: Erdal İnönü, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin. Kültür Bakanı:Fikri Sağlar.
AYDINLANMA: Prof.Dr.Emre KONGAR (İnternet’de “Yeniden Demokrasi Dersleri”) [ Aydınlanma sürecini yaşamamış yani dinsel doğmatizmin tutsaklığından kurtulamamış toplumlarda (örneğin köylü toplumlarda) demokrasi gelişemez. ] Notum: Prof.Dr.Emre KONGAR’a göre Aydınlanma, dinsel doğmatizmin tutsaklığından kurtulma demektir. Doğmatizm’in çeşitleri olduğu bilindiği halde, sayın Prof. Dr. Emre KONGAR, doğmatizmin “dinsel olanından!” yakınmaktadır ve “dinsel!” kelimesinin “İslâmî” mânâda kullanıldığı kanâatine varmak mümkündür. Aydınlanma = Darwinizm + Marksizm    
22.09.2011
                                  *********************************************
YAPILAN YORUMLAR:
1) D.Mehmet DOĞAN (akit 22 Eylül 2011 s.3)              Başlık: [ ‘Millî’ eğitimin ‘ulusal’ stratejisi! ]
(…..) Metinde bakanlığın faaliyet alanı dolayısıyla bulunması beklenen müfredat ve ders gibi kelimelerin hiç geçmemesini nasıl yorumlamak gerekir? (…) Daha önceki kanunun aşırı kimlik ifade eden kısımları çıkarılmış, yani doğru olan yapılmış, fakat vatan, millet, milli gibi kelimelerin kullanılmasından kaçılarak kimliksiz bir eğitim modeli ortaya konulmuştur.
Kimlikten nereye kadar kaçılabilir? Bakanlığın adında “milli” geçiyor. Metinde ise, “ulusal strateji”den bahsediliyor. (…)
Bu KHK’da pragmatizm hakim, idealizme ise yer yok!
İdealsiz bir gençlik… Ekonomik başarılar elde etmek, büyük servete ulaşmak! Bedenini geliştirmek ve bedeni başarılar kazanmak!    Daha ötesi yok!
2) Atilla YAYLA (ZAMAN 23 Eylül 2011 s. 24)
Başlık: [Eğitim sisteminde reform mu?]
(…..)
       Bugün eğitim ve devlet birbirinden ayrılmaz ikili görünümde. Her yerde, ama her yerde devletler eğitime derinlemesine “burnunu sokmuş” durumda.
(….) İstikrarlı demokrasilerde eğitimde nispeten geniş bir çoğulculuk alanı mevcutken anti-demokratik ülkelerde ve problemli demokrasilerde eğitim sistemi totaliter bir renk kazanıyor.
       Türkiye hangi kategoride yer alıyor? Yıllar önce din eğitimi ile ilgili bir araştırma projesi için okur ve ararştırırken, Türkiye’nin eğitim sisteminin demokratik ülkelerinkine değil, Sovyetler Birliği’ninkine ve Arnavutluk’unkine benzediğini dehşet içinde görmüştüm. Bu sistemin niteliklerini anlamak için, üniversite öncesi eğitim açısından 1973’te çıkarılan (ve on defa değiştirilen veya ekleme yapılan) Milli Eğitim Temel Kanunu’nun amaç maddesine (Md. 2), üniversite eğitimi açısından Yüksek Öğretim Kanunu’nun amaç maddesine (Md. 4) bakmak kâfi. Önemli ölçüde çakışan bu maddeler içe kapanık, devlete ram olmuş, tek tip, resmî ideolojiyi harfiyen benimsemiş nesiller yetiştirmeyi öngörüyor. Yıllardır ülkede neredeyse her şey tartışılıyor ama bu konuya dokunulmuyordu. Geçen hafta önemli bir adım atıldı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in inisiyatifiyle MEB Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da değişiklik yapıldı. Amaç maddesi yenilendi. Uygarlık değerleriyle daha uyumlu, tek tipleştirmeyi esas almayan, insan haklarını öne çıkaran, ekonomik bakımdan globalleşmeye katkıda bulunacak becerileri geliştirmeyi temel alan bir amaç maddesi getirildi. Bu son derece anlamlı ve yararlı bir adım oldu. Müelliflerini tebrik etmek, bu ülkeyi seven ve uygar dünyanın parçasını olmasını isteyen herkesin görevi. Ancak, millieğitimde gerçek bir reform sadece kâğıt üzerinde değişiklik yaparak gerçekleştirilemez. Bakanlığın adının değiştirilmesi(X)  ve Temel Kanun’un MEB Teşkilat Kanunu’nda yapılan değişikliğe uydurulması başta olmak üzere daha gereken çok şey var. Bu ise büyük büyük bir siyasî cesaret ve geniş entelektüel hazırlık-destek gerektiriyor. Umarım Milli Eğitim Bakanı ve hükümet bunun bilincindedir.
(X) C.ÖNEY’in not’u > MEB adının değişmesini istemiş; s.2’de: [Bana göre “Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı” en muvâfığıdır.”] diye yazmışdım. Bu bakanlığın adı, 1977’de de “Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı” idi!!!
24.09.2011 târihli ek’im:
“İki not’um”a, şunu eklemeklekle yetiniyorum:
       Kanun hükmünde kararname’de:
[ Avrupa Birliği Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü
Madde 16-  d) fıkrası:
Yurtdışında bulunan vatandaşlarımızın ve çocuklarının öncelikle millî ve kültürel kimliklerini koruyucu (…..) ]
       Bir kısım vatandaşlarımız Almanya’dan  başlayarak Avustralya’ya kadar pek çok ülkeye iş için göç edip yerleşmişler, oralarda çocuk-torun sahibi olmuşlardır. Dikkat edecekleri hususlar: a) Millî ve kültürel kimlklerini korumak, b) Gittikleri memlekete, başta dillerini öğrenerek, uyum sağlamak, c) Şeref ve haysiyetlerini koruyarak takdirle anılmaktır. Millî eğitim bakanlığı bu görevi yerine getirebilmek için 1- Kurdukları kültür dernekleri ile temâsa geçmelidir. 2- TRT ve Türk Dil Kurumu ile ortak çalışmak zorundadır. (Bu 2 kurum hakkında yeterince bilgi verdim; tekrarda fayda görmüyorum!)
              
              
                                   **************************************
  
   
MİLLÎ KÜLTÜRÜMÜZÜN ÖZÜ BU WEB SİTEDEDİR
Sayın Başbakanım: Millî kültür müesseselerine ve çalışanlarına, yıllardır revâ görülen negatif ayrımcılık sonucu zulümlere ne zaman son vereceksiniz?
(Neden ANKARA’da TÜRK Musikisi Devlet Konservatuarı 35 yıldır kurulAmamaktadır?) 26 Temmuz 2011 Salı >  Trabzon’a opera düşünülürken..
TÜRKİYE’de 19 BATI müziği devlet konservatuarı ve biri mühmel 3 TÜRK musikisi devlet konservatuarı mevcuttur!!?? 26 Temmuz 2011 Salı > Trabzon’a opera düşünülürken..
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı; YÖK bağımlısı TÜRK MUSİKİSİ DEVLET Konservatuarı mezunlarını ve hattâ hocalarını İlköğretim okulları müzik öğretmenliğine kabul etmiyor. Türk Musikisi Devlet Konservatuarları ise; İlköğretim mezunlarını kabul ediyor ve yetiştiriyor.
İllerde; TRT‘nin ÇOKSESLİ MÜZİK(=BATI MÜZİĞİ) ÇOCUK KOROLARI var da, neden TÜRK MUSİKİSİ ÇOCUK KOROLARI YOK????      11.07.2011 Çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü (internet’i tıklayınız) mevzùâtı öyle yazıyor!!!… Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü bu görev-destek listesi ibtâl edilmeli, SOYLU san’atlarımıza öncelik tanınıp yeniden düzenlenmelidir. 10.8.2011 İLÂVEM>
11.7.2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü mevzùâtı arasında bulunan; “Görev-Destek Çizelgesi” adını verdiğim stratejik bir listeden/belgeden bahsetmiştim. Bu listeyi İnternet’de bulamadım!!.. Konuyu, daha etraflı olarak, web-site’min “Türk Dil Kurumu Benim Ana-dilimi Tahrîb Ediyor” başlıklı dosyasında ” Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda Millî Kültür” başlığı altında inceleyeceğim. 
                                                                  *********************
YÖK; bir Türk musikisi doktora çalışması İlâhiyat fakültesinde başarı sâhibine DOKTOR ünvânı veriyor da, aynı kişi aynı çalışmasıyla Türk musikisi devlet konservatuarında başarı kazansa SANATTA YETERLİK ünvânı veriyor??? Millî sanat müessesesine NEGATİF AYRIMCILIK neden?? (Böyle bir akademik kariyer ünvânı, negetif ayrımcılık’a ilâveten, mantık dışıdır: “Sağlıkda yeterlik”, “Hukukda yeterlik”, “Balede yeterlik” .. yok ….  İlâhiyat fakültesinin; Türk musikisi devlet konservatuarından Yüksek lisans almış kişiye “doktor” ünvânını verecek tek müessese olarak seçilmesi???) Bu negatıf ayrımcılık nihâyet ortadan kaldırılmış ise de, uzun yıllar boyunca ve hâlen sanatta yeterlik” damgasıyla aşağılananlara, “DOKTOR” ünvânını kullanmaları gerektiği ne zaman duyurulacakdır?. Öğretim hizmeti sunan devlet müessesesinin yıllar süren aşağılanmasına son verilmiş; öğretim hizmeti alan devlet memuru kişilerin yıllar süren aşağılanma ve mağdùriyetleri ise dikkate alınmamıştır!.. 1739 sayılı MİLLÎ EĞİTİM TEMEL KANUNU 14. maddesi 2. fıkrasında “Mesleklerin kademeleri ve her kademenin ünvan, yetki ve sorumlulukları kanunla tesbit edilir.” bağlayıcı hükmü bulunmasına karşılık, yalnızca Türk musikisi devlet konservatuarlarında,  “Yüksek lisans” kademesinden sonra “doktora” yerine “sanatta yeterlik” tecvîhi ve “doktor” yerine de “sanatçı” ünvânı yöneltilmesi kanunsuz, keyfî bir tasarrufdur.   2547 sayılı YÜKSEK ÖĞRETİM KANUNU’nda târîf edilen “Sanatta yeterlik” Türk musikisi Devlet konservatuarlarını değil, (Batı müziği) Devlet konservatuVarları ile ilgilidir. TANIMLAR başlığı altındaki üçüncü madde h) Fıkrası: “KonservatuVar: Müzik ve sahne sanatlarında sanatçı yetiştiren bir yüksek öğretim kurumudur.” Müzik ve sahne sanatlarında (operaya, baleye..) sanatçı yetiştiren yüksek öğretim kurumu, toplam sayısı 19 olanBatı müziği Devlet konservatuarıdır. Türkiyemizde toplam sayısı 3 olan Türk musikisi Devlet konservaturları ise “müzik ve sahne sanatlarına sanatçı yetiştirmez; “Türk sanat musikisi, Türk halk musikisi ve ilâveten Batı müziği, Hint müziği.. musiki sistemlerini, makamlarını, usullerini; güftelerin anlamlarını,vezinleriyle usulleri arasındaki bağlantıyı; Türk musikisi kompozisyon kuralları ve form bilgisi; bestekârlarımızın biyografisini, sanat musikimizdeki devreleri inceler ki, müfredat programları ve anabölümleri bunun delilidir; hülâsa: Türk musikisi Devlet konservatuarları (İstanbul ve İzmir Türk Musikisi Devlet konservatuarları) çalgıcı-şarkıcı  yetiştirmez; ilim adamı yetiştirir.
YÜSEK ÖĞRETİM KANUNUnu incelemeye devâm edeyim:
YÜKSEK ÖĞRETİM KANUNU “TANIMLAR” başlığı altındaki 3. madde t) fıkrası  4. bendi: “Sanatta yeterlik: Lisansa dayalı en az altı, yüksek lisansa dayalı en az dört yıllık programı kapsayan ve orijinal bir sanat eserinin ortaya konulmasını, müzik ve sahne sanatları ile üstün bir uygulama ve yaratıcılığı amaçlayan doktora düzeyinde lisans üstü bir yüksek öğretim eşdeğeridir.” Bir evvelki paragrafımdaki söylediklerimi destekleyen bir hüküm…
   “Müzik ve sahne sanatları“nın Türk musikisi devlet konservatuarlarının değil, (Batı müziği) Devlet konservatuVarlarının anabölümü olduğuna bir delil, örnek daha sunayım: [Hacettepe Üniversitesi Ankara Batı müziği Devlet Konservatuarı Lise devresi Eğitim – Öğretim ve Sınav Yönetmeliği] AMAÇ Madde 1 – Bu Yönetmeliğin amacı, müzik ve sahne sanatları alanında orta-öğretim seviyesinde eğitim yapan Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet KonservatuVarı lise devresinin eğitim – öğretim, sınavlar ve sınıf geçme esaslarını düzenlememtir. DAYANAK Madde 2 – Bu Yönetmelik, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun 33 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının (e) bendi ile 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununun 3 üncü maddesinin (e) bendine dayanılarak hazırlanmıştır.
       Dört yılda-bir ve Millî Eğitim Bakanının daveti üzerine olağan-üstü de toplanan Millî Eğitim Şurası’nın üyelerinin şunları bilmeleri gerekir:
1- Şura’toplantılarına 4 Batı Müziği KonservatuVarı Müdürü veya yerine gönderecekleri Anabölüm Başkanı ile İstanbul ile İzmir Türk Musikisi Devlet Konservatuarlarından birer Müzikoloji ve Kompozisyon Anabölüm Başkanı (Rektörlükce, müzikle ilgisi olmayan bir fakülteden bir profesör, Kunservatuara Müdür tayin edilmektedir.) Şura’ya üye olarak katılmalıdır. Buna paralel olarak; 1.3.1993 tarihli Tebliğler Dergisi ile duyurulan “Özel İhtisas Komisyonları Çalışma Esasları Yönergesi”ne de, üye tesbiti konusunda, aynı usule uyulması mecburiyeti ilâve edilmelidir; çünkü Şura,  bu komisyonlardan gelen teklfleri görüşmektedir!!!..
       Batı müziği öğretimi yapan Devlet KonservatuVarları ile Türk musikisi Devlet Konservatuarlarının temel farklılıklarını yukarıda arz etmiştim. Ayrıca: Batı müziği öğretimi yaptıkları halde, bunu isimlerinde zikretmezler; “Devlet KonservatuVarı” demekle yetinirler; “konservatuar” yerine “konservatuvar” yazımını kullanmaları, verilen kararda, düzenlenen mevzuatta kimlerin etkili olduğunu belli eder!!.. Ankara’da Türk musikisi konservatuarı olmadığından, bazı kurumların desteğini de alarak, Türk musikisinin Türkiye’de büyük çoğunluğa hizmetini, seslenişini engelleme gayretindedirler; resmî kongrede Millî / Soylu musikimize “çağdışı!” diye hakaret ettiklerini, bu web-site’min “Türk musikisi” bölümünde yazmış idim…                 
      
    2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun getirdiği “Sanatta yeterlik” ünvânı, yalnızca, Yurdumuzda toplam mevcùdu 19 olan Batı müziği Devlet konservatuVarı öğretim elemanları için bir özel hüküm olduğuna göre, Yurdumuzda yalnızca 3 ilimizde bulunan Türk Musikisi Devlet konservatuarları öğretim elemanları ve öğretim üyelerine, 2547 sayılı Kanunun 3. maddesi genel hükümleri uygulanarak “sanatta yeterlik ve sanatçı” değil “doktora ve doktor” ünvanları verilerekyorum ve tatbik hatâsından dönülmelidir. Müzik hakkında yeterli bilgisi olmayanlar kabul etmelidirler ki; her ikisi de “Konservatuar” adını taşımakda ise de; Batı müziği konservatuarı ile Türk musikisi konservatuarı, öğrenci yetiştirme hedefleri bakımından birbirinden tamâmen ayrıdır ve farkı yukarıda anlatılmıştır.25.08.2011
    
T.C. MİLLΠ EĞİTİM  BAKANLIĞININ YÖNERGESİ
YÖK/Millî Eğitim Bakanlığı; İlköğretim okulu mezunlarını da okutan(!)Türk musikisi devlet konservatuarı mezunlarına ve hattâ doçentine, profesörüne ilköğretim okullarında müzik öğretmenliği ‘ne izin vermeyerek NEGATİF AYRIMCILIK yapıyor. (Millî Eğitim Bakanlığı – Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı – Prensip ve Eğitim Sistemi Dairesi Başkanlığı  sorumlu olup; bunu gerçekleştirmek için çıkarılmış  Yönetmelik ve Yönerge ile Özel İhtisas komisyonu ve Alt komisyonları da kurarak buralara – dışarıdan!özel kişiler! çağırması… Yârân ve tevâbî ile dirsek temâsının sürdürülmesi şüphesini de akla getirdiği hususları.. ileride anlatılacaktır. Not: “dışarıdan” ve “özel kişiler” deyimleri Yönergede yazılıdır!!!   23.8.2011) Sahîfa 3’de anlatılan Başkâtipler problemini okuyunuz!  
 
     
Muhterem Başbakanım R.T.ERDOĞAN beyefendiye:
 
      İktidar, kavga-gürültüyle edilmiş meşgul;
  Solcular yön veriyor milletimin kültürüne!..
          VEZİN: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
Uyma şeytâna sakın.. aklını devşir başına;
Kültürün SOYLUsu varken, ne gerek ÇAĞDAŞına!
   VEZİN: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
   Kahretmede “idhâl malı kültür” bizi, usta!..
   Tedbîrini anlat!.. Ne diyorsun bu hususta?..
           …………………………………………..    10 Temmuz 2011 ………………………………………………………………..
                         VEZİN: Mef,ùlü Mefâîlü mefâîlü feùlün
 
Tanzîmatın uzantısı san’at” yayılmada..   04.11.2012 ekidir.
ÇAĞDAŞ çalışmalar, ateistler çoğaltıyor!..
Mardin Yeşilay Başkanının feryâdı… ..
 
 
   Evlâ diyerek def’-i mazarrât, işe başla;
   İkmâli gerek.. sonra, hemen celb-i menâfi’ !!
      ………………………… 02 Ekim 2011 Pazar ……………………………………………………
           VEZİN: Mef,ùlü mefâîlü mefâîlü feùlün
    Milletin bozma özelliklerini..
    Batı’nın kültürü kalsın Batı’da!..
         Vezin: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilün(fa’lün)
       TRT TELEGÜN’ün 14 Mayıs 2011 Cumartesi günü yayınlanan haberinden Kültür ve Evkaf Bakanlığı‘nın kurulacağını öğrenen SOYLU KÜLTÜR sevdâlıları; Çağdaş, Turistik, Hibrid, Metastatik, Çakma kültür saltanatı tahrîbâtına son verileceği ümîdi ile, heyecân içinde; 4848 sayılı kanunda değişikliği; bakan, müsteşar ve yardımcıları, teftiş kurulu başkanı, genel müdürlükler ve genel müdürlerinin açıklanacağı günü beklemektedirler.  [ 18.05.2011  Kanun ve kararnamelerde uyduruk kelime kullanılmaması; “çağdaş” gibi mütearrız/saldırgan ve Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya‘nın belirttiğine göre Atatürk’ün dilde aşırı ırkçılık ve tasfiyecilik sonucu kelimeler arasında kullanımdan çıkardığı “ulusal” terimine de yer verilmemesi nâçiz dileğimi arz ederim. ] NOT: 09 Haziran 2011 Perşembe günü, [ Kültür ve Evkaf Bakanlığı kurulmayacağı; Kültür ve Turizm Bakanlığı, eski statüsünü koruyacağı kat’iyyet kesbetmiştir!..]
Korkarım ben:  bolca açtım SOYLU KÜLTÜRbahsini;
Tıfl-ı ebcedhân okur, anlar murâdım aksini !.. 
                                 VEZİN: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
……………………………………………………………………………………………………………………………………….    
    Millet yabancı, aslını inkâr edenlere;
    “Çağdaş” değil de “SOYLU” olan kültür_isteriz!..
                   VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
         Milletin kültürü?..” taklid sanıyorlar Batı’yı..
     Yerleşir aslını inkâr ile “çağdaş kültür” !..
            Vezin: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)  
Yılmaz, Titiz, Talay, Karakaş, Cem, Güner, Günay..
Teslîm edildi çağdaşa kültür bakanlığı!..
 (Mesut Yılmaz, M.Tınaz Titiz, M.İstemihan Talay, Ercan Karakaş, İsmail Cem, A.Oktay Güner, Ertuğrul Günay)
     VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
                
                    ********************
TRT AVAZ KANALI STÜDYOLARININ AÇILIŞ TÖRENİ  ve düşüncelerim
       20 Eylül 2011 Salı günü, TRT AVAZ Kanalı stüdyolarının açılış töreni dolayısıyla yapılan konuşmalardan bir-kaç cümleyi 21.09.2011 akit‘den aktaracak ve düşüncelerimi arz edeceğim.      
      [Başbakan Yardımcısı sayın Bülent ARINÇ, TRT AVAZ kanalı ile dost ve kardeş ülkekerle seslerini birbirlerine duyurmayı ve merhabalaşmayı; medeniyetin, kültürün temel unsurlarını tekrar biraraya getirmeyi amaçladıklarını belirterek Avaz’ın yayınlarına 21 Mart 2009’da başladığını hatırlatan Arınç, “Bu kanal, Türkiye ile yayınların ulaştığı ülkeler arasında dostluğu, kardeşliği, kültürü medeniyetimizin ortak değerlerini buluşturmak üzere kuruldu” dedi. 2,5 yıldır yayınına devam eden kanalın başarıyla görevini sürdürdüğünü, “Avaz” ismini özellikle seçtiklerini dile getiren Arınç “Sesimizi birbirimize duyurmayı amaçladık, birbirimizle merhabalaşmayı amaçladık” diye konuştu. Arınç, “Biz şu an 42 ülkeye yayın yapan bir kanalız. 250 milyon bizi izliyor. Amacımız bu hinterlandı daha genişletmek ve sesimizi, avazımızı  herkese, her yere duyurabilmek diye konuştu.
       TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, “Tarih, bizi birbirimizden koparmış. Zaman zaman birbirimizle ilişki içerisinde olamamışız, ama gelişen dünya teknolojileri özellikle internet bizi daha yakınlaştırıyor” dedi. Ortak dil konusunda ciddî sıkıntı yaşandığını belirten Şahin, Avaz’ın bir anlamda bunun için kurulduğunu ifade etti. Program içeriklerinin söz konusu ülkelerin iç politikalarına karışmadan gerçekleştiğini ve ortak yayınlar yapıldığını dile getiren Şahin, yayına başlarken ilgili ülkelerin büyükelçilerinden görüş aldıklarını, son olarak Boşnakça ve Arnavutçaya da yayınlarda yer verildiğini kaydetti. Mevcutla yetinmeyeceklerini söyleyen Şahin, kaliteli yayınlar yapacaklarını bildirdi.]
       25.09.2011 > Türk kültürü halk kültüründen ibâret değildir. Klasik/Soylu şiirlerimiz ve klasik/Soylu  mùsıkîmizden eserler de sunmak gerekir :
           Türk san’atında başta dilin, mùsıkî gelir :
             Yùnus – Beyatlı çizgisi , tanbur-kemençe-ney !..
              … Vezni: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün       ( TRT ÂVÂZ programcılarına “andıç’dır ) …
 
        AVAZ isminin seçilişi çok isâbetli olmuş ise de, Daaavut kelimesini telâffuz edemeyen TRT sipikerleri, AAAvaaaz kelimesini doğru söyleyebiliyorlar mı? Vak’a yerine vakaaa, neş’e yerine neşe, hâtıra yerine hâtıraaa, sâha yerine sahaaa… diyen TRT spikerleri…  Yudumuzda, halk arasında, avaz kelimesideki “a”lar, “avazı çıktığı kadar” misâlinde olduğu gibi kısa okunmakda ise de, Türk cumhùriyetlerine “galat-ı meşhùr” ile hitâb edemeyiz. Klasik/Soylu edebiyâtımızdan 3 misâl sunuyorum: 1) Bu kelimeyi Hz.Mevlâna şöyle telâffuz etmişdir: ” Vaaay kez aaavaaaz-ı in bistuuu çehaaar / Kââârvan bugzeştu biiigeh şud nehaaar ” Vezni>Fâilâtün fâilâtün Fâilün  2)  Hilmi Özgen: “Mürg-i dilden çok gazel tarh eylemek mümkün ama / Gûş-i takdir sâğır_olmuş, boş gider âvâzımız” Vezni> Fâilâtün fâilâün fâilâtün fâilün (Not: İsmail Baha Sürelsan tarafından acemaşîran/yürüksemâî olarak bestelenmiştir.)     3) Cahit Öney: “Elbet_eylerdiii refaaakat Suuur ile / Duysa İsraaafil senin âvâzını” Vezni> Fâilâtün fâilâtün fâilün       İyi derecede arùz bilenler, doğru telâffuz ederler. Klasik edebiyat metinlerini, klasik bestelerin güftelerini, mahcùb etmeden, bir “okutman/lektör” gibi okuyabilecek sipikerlerimiz yoktur. Türk Dil Kurumu da, sipikelerin öğrenmelerini kolaylaştıracak, hepsi de klavyede mecùd “telâffùz işâretleri”ni kabùl etmemeğe yeminlidir. Halbuki Fansızlar bu işâretlerin tamâmını kullanmaktadırlar.            
                  
                                                                                       *************************************
 
TDK  TÜRK DİLİNE ZARAR VERİYOR (Güncelleştirme:  (03.12.2010) 27/29/30.3.2011 08 Mayıs 2011  Sayın Bülent ARINÇ

       Anayasamızın 3 üncü maddesinde (1)  Dilimiz, Bayrağımız, Millî marşımız târif edilmiş ve 4 üncü maddesinde(2)  koruma altına alınmıştır. 

 Türk Bayrağı ile ilgili yasaklar ve cezâlar  22.09.1983 kabul tarihli, 2893 numaralı “Türk Bayrağı Kanunu” 7 nci, 8 inci maddelerinde; 17.03.1985 yayın tarihli “Türk Bayrağı Tüzüğü” 25 ve 26 ncı maddelerinde sıralanmıştır.  

 İstiklâl Marşımızın Mehmet Akif (Ersoy)’a (1873 – 27.12.1936) ait güftesi 12 Mart 1921 tarihinde TBMM’nde kabul edilmiştir; Osman Zeki Üngör (1880 – 28.02.1958)’e ait bestesi ise, herşeyden önce notası ile belirlidir. NOTUM> Hâfızam beni yanıltmıyorsa: TBMM’nin 1921’de kabùl ettiği şiirde “Ulusun” kelimesi yoktu; “Milletin” vardı. İstiklâl marşımızın şiiri, kànùn ile tesbît edildiğine göre, hangi kànùn ile değiştirilmiştir?.. Tekrâr edeyim: Hâfızam beni yanıltıyorsa peşînen özür dilerim. Lûtfen araştırılsın.                                 Dilimizin bütün kelimeleri tesbît edilip dondurulması ilim-dışı olduğundan yararlanılarak dilimize yapılan müdâhalelerin verdiği zararlar, faydadan çok daha fazladır. 1930’lu ve hattâ çok daha sonraki yıllarda şu gerçekle  övünülürdü: Yuguslavya’dan Doğu Türkistan’a seyâhat etseniz, oralardaki Türklerle anlaşabilirsiniz!.. Günümüzde de devâm eden TASFİYECİLİK / DİL KIRIM, bu husùsiyeti büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. 

ATATÜRK  ve  Türk dili

 Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA’nın ”Atatürk ve Türk dili” başlıklı konferansını Google’dan özetleyeceğim:
[[[ Türk Dil Kurumunun Sayın Başkanı, Pek değerli hocalarım ve meslektaşlarım, Değerli konuklar ve sevgili öğrenciler.Sözlerime Azerbaycan’ın başşehri Bakû’de duyduğum bir atasözü ile başlamak istiyorum. Mazine gülle atsan, istikbal seni topa tutar. (…..) Şimdi Atatürk’ün Türk dilini değerlendirdiği üç devreden birincisini inceleyelim. Bu ilk devreye ben Aşırı özleştirmecilik ”Tasfiyecilik devresi adını veriyorum. (…..) Atatürk’ün Türk dilini değerlendirdiği üç devreden ikincisini inceleyelim. Bu ikinci devreye ben mutedil özleştirmecilik ” Tereddüt” devresi adını veriyorum. (…..) Atatürk’ün Türk dilini değerlendirdiği üç devreden üçüncüsünü inceleyelim. Bu üçüncü devreye ben Güneş-Dil Teorisi yani “Özleştirmeyi red, yaşayan dile dönüş” devresi adını veriyorum. Bu devre 24 Ağustos 1936 Güneş-Dil Teorisi’nin ilanından 10 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün vefatına kadar olan devredir. (..) Güneş-Dil Teorisi’nin dil davasındaki müspet yönü tasfiyecilik ve özleştirmecilikteki aşırılığı durdurmasıdır. (..) Atatürk bu üçüncü devrede, konuşma ve yazılarında, yeni kelimelerden kamutay, saylav, ulus, ulusal, siyasa, siyasal, tecim, ajun, genelik… vb. gibileri yerine yaşayan Türkçedeki Millet Meclisi, millet vekili, millet, milli, siyaset, siyasi, ticaret, dünya, refah  vb. gibi kelimeleri kullanarak tercihini belirtmiştir. Yani dilde aşırı ırkçı ve tasfiyeci olanların görünüşünü terk ve reddetmiştir. 1937 yılının Eylülünden sonra da vefatına kadar Güneş-Dil Teorisi’nden bahsetmemiştir. Tasfiyeciliğin ve özleştirmeciliğin red ve terk edildiği bu üçüncü devrenin sonunda Atatürk, dil bayramını şu mesajla kutluyordu. “Dil Bayramı münasebetiyle bana karşı gösterilen temiz duygulardan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder verimli çalışmalarınızda sürekli başarılar dilerim.”  (…..)  1950-1960 arasında Türk Dil Kurumunda ciddi ve tutarlı çalışmalar yapıldı. (..) Ama 1960’la 1980 arasında, burada iyi çalışmalar olduğunu söylemek mümkün değil. Bir defa 1960’la 1980 arasında her 4-5 yılda bir Türk imlâsına müdahale edilmiş. Her 4-5 yılda bir imlâyı değiştirmişler. (..) Türkçeyi yüzde 80 Türkçeleştirdik diye övünen kişiler aslında dili yüzde 80 fakirleştirmişlerdir. Kullanılan kelimeleri bu Arapça, bu Farsça, bu Fransızca, bu İngilizce, bu Grekçe diyerek dilde kullanılan kelimeleri atmışlar. Bin yıldan beri kullandığın kelimeler gitmiş yerine halkın bilmediği, anlamadığı uydurmaları gelmiş. (…..) Sözlükler dil öğrenme kitabı mıdır? Sözlükler bir dilin hazinesidir. Siz hazineyi boşaltıyorsunuz. (..) Dolayısıyla tasfiyecilik hiçbir zaman doğru bir yol değildir. Bundan vazgeçilmeli. 1950-60, 1960-80 arasındaki iki durumu arz ettim. İmlaya ve kelime kadrosuna müdahaleyi. Üçüncüsü daha mühimdir. Bu ideolojik yapılanmadır. Bu kurumun içerisinde mesleği dil olmayan, mesleği edebiyat olmayan, 1932’den beri seçilen parti başkanları, parti üyeleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri 622 kişi.  Yani mesleği dil ve edebiyat olmayan yüzlerce kişi. Onların kendilerinin hatıralarından öğreniyorduk ki, bazıları Leninci, bazıları Maocu, bazıları Arnavutçu, bazıları Çinci, bazıları nurcu. Bunu kendileri yazıyordu, dehşete düşüyorduk. (..) Biz dilciler, bizim mesleğimiz olduğu için Türk cemiyetinin hangi uçurumun kenarından döndüğünü gördük. Ben size bir şey daha söyleyeyim. Bu gibi kelimeler dışarıda hazırlanıp geliyor. Benim elimde delilleri var. Türkçedeki Yeni Kelimeler Sözlüğü.  Moskova’da hazırlanıyor. Kardeşim sana ne?  Orada hazırlanıyor buraya geliyor. Bizlere tamim ediliyor. Şu eski kelimeleri kullanmayın, şu yenilerini kullanın. (…..) Doğrusu olan Tâlibân mı diyeceğiz, yoksa merhum Adnan Ötüken‘in diliyle söyleyeyim, dilini eşek arısı sokasıca spikerin dediği gibi Taliban mı diyeceğiz? Doğru şekli olan Pâkistân mı diyeceğiz, yoksa çok tanınmış 32. Gün yorumcusunun söylediği gibi Pakistan mı diyeceğiz.  (…) Müslüman bir ülkenin başkanı olan Ahmed Şükrânî ,  Fransızca imlâsıyla Türkiye’de yıllarca Sukarno  diye anılmadı mı?  (…..)
    (…..) Yüksek Kurumun Başkanının dediği gibi başka sesler de olacaktır.  Tenkit de edileceğiz. Haklı iseler biz düzelteceğiz. Haksız iseler doğru bildiğimiz yolda yürüyeceğiz. Demokrasilerde başka kişilerin görüşlerini dinlemek de bir fazilettir.
       Sözlerime son verirken hepinizin Dil Bayramını kutluyor, saygılar ve sevgiler sunuyorum. ]]]
       Doğrusu  olan  Dâvutoğlu mu  diyeceğiz,  yoksa  merhum  Adnan Ötüken’in diliyle söyleyeyim, dilini eşek arısı sokasıca spikerin dediği gibi Davutoğlu mu diyeceğiz?
 
                      Niye ısrarla “Davut?” der hâlâ;
              Dili zenbùra emânet spiker?!..
                                              VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilün(fa’lün)
                                                             Zenbùr = Eşek arısı
 
          Yanlışlığın müsebbibidir “Dil-kırımcı“lar :
      Dâvut “Davut”sa Nâsır’a elbet “Nasır” denir!..
                          VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
 
 Hatır-gönül için_aslında çiğ tavuk yiyemez!..
Obâma derse de, Dâvut nedense hiç diyemez!..
               VEZİN: Mefâilün feilâtün mefâilün feilün 
  
    
     “Dünya” denmekte iken “Düny┑ya;
     “Hâtırâââ” denmededir “Hâtıra”ya!..
                                                                                                                 c.Öney
                                 Vezni: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilün(fa’lün) 
                 
                 Bir yer ki; ismi “dil kırımı“ndan kinâyedir,
                 Resmî sıfatla, “Türkçe” diyor “Uydurukça“ya!..
                                                                     C.Öney
                            Vezni: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
 
 
       [[[[ Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA‘nın konferansından:Türkçeyi yüzde 80 Türkçeleştirdik diye övünen kişiler aslında dili yüzde 80 fakirleştirmişlerdir. Kullanılan kelimeleri bu Arapça, bu Farsça, bu Fransızca, bu İngilizce, bu Grekçe diyerek dilde kullanılan kelimeleri atmışlar. Bin yıldan beri kullandığın kelimeler gitmiş yerine halkın bilmediği, anlamadığı uydurmaları gelmiş. (…..) Sözlükler dil öğrenme kitabı mıdır? Sözlükler bir dilin hazinesidir. Siz hazineyi boşaltıyorsunuz. (….) Dolayısıyla tasfiyecilik hiçbir zaman doğru değildir. Bundan vazgeçilmeli.    GOOGLE’dan 04.01.2011  16:35  ….. TDK Başkanı Şükrü Haluk Akalın kabulde Başbakan Erdoğan’a yenilenen Türkçe Sözlük hediye etti. Erdoğan güncellenen son sözlükte kaç kelimenin arttığını sordu. Akalın ise 18 bin kelime artışı ile toplam 122 bin 423 kelime bulunduğunu kaydetti. Kabulde Devlet Bakanı Mehmet Aydın da bulundu.  ]]]]  GÜNCELLEME: 17 Temmuz 2011 Pazar akit gazetesi s.2’deki, Sözlükler ne işe yarar? başlıklı köşe-yazısında D.Mehmet DOĞAN‘ın ilk cümleleri: [[ “Safahat ve sözlük” yazımızı okuyan bir edebiyat öğretmeni, “Mehmet Âkif’in yaygın olarak okunan, ezberlenen bir şiirinin kelimelerini ihtiva etmeyen bir sözlüğün yeri çöp tenekesidir!” diye tepkisini ortaya koydu… (x) C.Öney’in 02 Ağustos 2011 Ek’idir.
   Sözkonusu şiir Mehmet Âkif’in “Âsım” isimli şiir kitabının “Çanakkale Şehitlerine” olarak bilinen bölümü idi. Ne yazık ki, Dil Kurumu’nun yeni baskısı yapılan  Türkçe Sözlüğü bu genişletilmiş hâliyle bile, dilimizin gerçekten şaheser bir şiirinin kelimelerini ihtiva etmiyor. ]] Bu köşe-yazı, şu cümlelerle son buluyor:
    [[ Türkçe Sözlük’te “Ezan-ı Muhammedî” yok!  Şiirde geçen  Şehbâl yok, tuhfe yok, bülend yok! “Ruh-u revan yok. (Ruhumücerred var).
     Öğretmenim, şimdi ne yapacaksın bu sözlüğü? ]]
(x) C.Öney’in 02 Ağustos 2011 EK’idir:
     Bir “Kurùmî lûgat” ki, inceleyen :
     “Yazık_olmuş kâğıt, mürekkebe!” der!..
                              VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) mefâilün feilün(fa’lün)
 
      Bu kurùmî lûgat, “haram” sayılır;
     Çünki “isrâf”a bir misâl olmuş!..
                                VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) mefâilün feilün(fa’lün)
 
     Kullanmamış yeterli “telâffuz işâreti” ?..
     Kâmil mi “kesme”, “aksan”ı az kullanan lûgat?
                                 VEZNİ: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
              
 
Muhterem Başbakanım… 122.423 kelimelik Türkçe Sözlük’ünü tanıtırken gerçekleri, niyetini Size anlatmadığı ortaya çıkan Genel Başkan’ı, makàmınıza çağırarak, Mehmet Âkif’in, Yâhyâ Kemâl’n, ezberinizde olan şiirlerde geçen, çocuklarımızın bilmeleri gereken kelimelerin yerlerini 122.423 kelimelik sözlüğü açıp göstermesini istemenizi istirhâm edeceğim için lûtfen beni bağışlayınız.
   
           [[ TDK Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu“ndan: amblem: belirtke, aspiratör: emmeç, raket: vuraç, voleybol: uçan top, tribün: sekilik, duayen: aksakal, kapora: güvenmelik, ipotek: tutu, ultrason: yansılanım(X), afiş: ası, fabrika: üretimevi, atölye: işlik, ajanda: andaç, eküri: ahırdaş, light: yeğni, navigasyon: yolbul, panik: ürkü, sürpriz: şaşırtı, terör: yıldırı, idealist: ülkücü, zapping: geçgeç … ]]
(X) “KILAVUZ” yazdı KURUM.. ültrason: yansılanım ???
         Hangi doktor beye âit bu buluş?? hangi hanım…??
                          VEZİN: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
 Bu ve benzeri kelimeler, her şeyden önce zevk-i millîye aykırıdır. Mehmed Âkif ERSOY, “Şerîf Muhyiddîn‘e” başlıklı şiirinde şöyle demektedir:
 
Melez, soysuz, şerefsiz, parçalardan başka şey yok hîç..
Ne düşkün zevk-i millî.. besteler piç, şâheserler piç!..
TDK Başkanı Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN’in bilgilerine saygılarımla arz ederim. 26.09.2013
       2 yıl kadar öncc, “TDK Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu” dolayısıyla tenkitlerim biraz yukarıdadır.
       Bu kere: Tıp terimlerini Türkçeleştirme öenekleri, başta Murat Bardakçı olmak üzere yazarlarımıza alay mevzuudur. Bu, terim değil de çevirilerden bazıları:
baypas > köprüleme,  çekap > tambak,  dedektör > arabulur,  dezenfeksiyon > bulaş savma,  efervesan > fışırdayan,  endeskopi > içgöreç …
       1- Tıbbî terimlere, terim özelliğinde karşılık bulmak için hekim olmak yetmez; etimoloji, filoloji, dilin müzikal âhengi ve zevk-i millî konularında söz sâhibi olmak gerekir.
       2- “Yabancı Sözlere Karşılık” derken; vatandaşlarımızın günlük konuşma dillerindeki “otomobil, otobüs, taksi,benzin, mazot, metro, tren, telefon, telgraf..” kelimelerini nasıl kullanıyorsa sözü geçen tıbbî terimleri de anlayacağı, gerek duyarsa internete başvuracağını dikkate almak ve polemiklere sebebiyet vermemek gerekir.
Birkaç gün önce de, Suriyeli mültecîler için MOBİL KOORDİNASYON SİSTEMİ kurulduğu bildirilmiş olup, 3 kelime de Türkçe değildir.
Marketlerde, barlarda.. tabelalarda “yabancıların konuşma dillerindeki kelimeler”e yer vermelerine, başta Belediyelerin tepki vermemesi üzücüdür.
       Bu arada, Atatürk’ün; 1932-1937 yılları arasındaki tasfiyeciliğe 1938’de son verdiğinin kat’î/tartışılamaz delili olarak Antakya’da Hamit Hacı BAL’a 2.6.1938’de ve Tayfur SÖKMEN’e 3.9.1938’de çektiği telgrafların, ATATÜRK’ÜN VAZGEÇİLMEZ DAVASI HATAY  başlıklı (Antakya Belediyesi yayını.. Mehmet Tekin Antakya – 2011) eserin dikkate alınması gerekir; bu 2 telgraf, site’mde bulunmaktadır.      
                                             * * * * * * *
 

İlgiliMakaleler:

  • İlgili Makale bulunamadı!..