Etiket: Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA

• Cuma, Temmuz 21st, 2017
             
26.08.2012            Muhterem Başbakanımız R. T. ERDOĞAN,
      Soylu musikimizi sevenlerin, “Devlet merkezinde Türk musikisi Devlet konsevatuarı yok!” feryadlarına karşı “Opera ve baleye gerekli çalgılar, orkestralar, korist ve solistler öğretimi-eğitimi kadrolarıyla Türk müziği/Türk musikisi adını kullanarak” kripto/gizli Batı Müziği Devlet konservatuvarı açacaklara lütfen izin vermeyiniz.
    
     TÜRK MUSİKİSİ ÇALGILARI MÜZESİ  ve  RAUF YEKTÂ BEY
     10 Ağustos 2009 günü; elinde 1 şişe süt ve 1 ekmekle bakkaldan evine dönerken vefât eden, “101 Türk Büyüğü” arasında yer aldığı 2 yıl önce îlân edilmiş Etem Rùhî Üngör’ün kurduğu “Türk Musikisi Çalgıları Müzesi”, milletimize emânet edilmiş ve aşağıdaki bilgiler 11 Ağustos 2009 günü bu site’min “Türk Musikisi” bölümünde en büyük puntolarla ilgililerin/SORUMLULARIN bilgilerine sunulmuştur.
      
       Bu yazımdan, aynen, aktarıyorum:
  
      [ Müzenin önemi, çalgı sayısının 750 oluşu kadar, (Abdülbâkî Nâsır Dede’nin, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin, Neyzen Tevfik’in neyleri), Sultan Abdülazîz’in lâvtası, Tanbùrî Cemîl Bey’in tanbùrunun da bu koleksiyonda bulunuşu, kıymetini arttırmaktadır.
Yıllardanberi kültürün millîsi yerine turistiğini, batılısını(=hıristiyânîsini) tercîh edenlerin ihmâli sonunda bu müze dağılırsa sorumluları işten elçektirilmeli; maddî-mânevî kayıplara sebebiyetten dâvâlar açılmalıdır.  (…)  ] < 11 Ağustos 2009 günü yazılmış, site’ye girmiştir.
      15.07.2012 ilâvem:  Rauf Yektâ Bey’in Beylerbeyi Çamlıca Caddesi’ndeki köşkünün restorasyonu yılan hikâyesine dönmese ve netîcelense idi ve 750 Türk müziği çalgısı dağılmasa idi, MÜZE, burada kurulabilirdi.
24.07.2012 EK’i :
                     Muhterem Başbakanımız,
     1- Merhùm Etem Rùhi ÜNGÖR’ün 750 çalgı ihtivâ eden koleksiyonunu vefâtından önce satın almak için pazarlıkta anlaşılamamıştır?? Merhùmun kalp hastası ve 1922 doğumlu olduğu bilinmekte idi??
       2- Vefâtının ertesi yılı 2010’da vârislerinden alınan koleksiyonun, Gülhâne Parkı’nda, bir Türk Musikisi Çalgıları Müzesi inşâsını 2 yıldır beklediği anlaşılmaktadır. Aynalıkavak’daki Çalgı müzesinin de önce Dolmabahçe Sarayı’na, sonra da Gülhâne parkına nakledilip depolandığı, harâb olduğu bilinmektedir.
        3- Etem Ruhi Üngör koleksiyonu aynen 750 parça olarak mı alınmıştır?..
Satınalma ve tesellüm sırasında, çalgıların orijinal olup olmadıklarının tesbiti için, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Çalgı Yapımcılığı Bölümü’nden bir uzmanın bilirkişiliğinden bilgi alınmış mıdır?
Bâzı çalgılar alınamamışsa bunlar hangileridir?
2 yıldır süren müze inşââtı ne zaman bitecektir?
Rauf Yektâ Bey köşkü restorasyonu ne zaman bitecektir? Bu bilmediklerimiz konularda bilgi lûtfetmek, Hükûmetimizin millî mùsıkîmize verdiği kıymet ve ehemmiyetin göstergesi olacaktır!..
        Muhterem Başbakanımız!. Ecdâdımız kültür ve san’at mîrâsının tahrîb olmasını, dağılıp azalmasını âcil müdâhalenizle önlemenizi istirhâm eder, saygılarımı sunarım. 
                                            ********           
   
                                                
       (ANKARA) GAZİ ÜNİVERSİTESİ TÜRK MÜZİĞİ DEVLET KONSERVATUVARI KURULUŞU TAMAMLANMIŞ OLUP, 2012-2013 ÖĞRETİM YILI İÇİN ÖĞRENCİ MÜRACAATI BAŞLAMIŞTIR.
    Devlet merkezimizde Türk musikisi Devlet konservatuarı kurarak Milletimize hediye eden Cumhur Başkanımız ve Başbakanımıza hürmetlerimi arz ederim.  (10.07.2012)
                                                                                               
YÖK Başkanlığı Yüksek Makamı’na arz ediyorum (31.07.2012)
       Gazi Üniversitesi bünyesinde kurulan konservatuarın adı “Türk Müziği Devlet Konservatuvarı” değil, “Türk Musikisi Devlet Konservatuarı” olmalıdır.
GEREKÇELERİ:
       1- İstanbul, İzmir, Gaziantep’deki kardeşlerinin adı:  ….. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’dır.
            a) Kurucu Müdürü Porf. Dr. Gülçin YAHYA KAÇAR, Açılış Konuşmasındaki “Gazi Üniversitesi’nin öncülüğünde Türkiye’de ilk defa gerçekleştirilen bu organizasyonla sayıları sadece 4 olan Türk Müziği Devlet Konservatuvarları bir araya gelerek bu sanat gecesini hazırladılar” cümlesinde, 3 Konservatuarın isimleri yanlış bildirilmiş olmaktadır.(3 Konservatuar da; Iürk Müziği Devlet Konservatuvarı değil, Türk Musikisi Devlet Konservatuarıdır.)
               b) Muhterem Kurucu Başkan, Açılış Konuşmasında tam 14 defa “mûsikî” kelimesini kullanarak yüreğimize su serpmiştir.
               c) “Konservatuvar” deyimini 19 (Batı müziği) Devlet konsevatuvarı kullanmakta olup, bu konu, bu sahîfamın orta bölümünde anlatılmakta ise de; şunları ekliyorum:
Fransızca (…oire) yapım-eki, dilimize, büyük çoğunlukla “…uar” şeklinde girmiştir: (rezervuvar değil, rezervuar) en beliğ misâldir. Pisuar, suare, fuar, fermuar..
              Bu isim farklılığının düzeltileceğini umar; 4üncü millî mùsıkî konservatuarımızın kurulmasında çalışanlara hürmetlerimi arz ederim.
07.08.2012 EK’i :
İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı, ecdâdımızdan devr alınan millî kültürümüzün büyük bölümünü gençlerimize naklettiğinden(*), “alan fakülteleri“nde ilk sırada/en başta yer almalıdır. 09.08.2012 not’um> İTÜ TMDK’nın yeni 2 Anabilim Dalı/Kürsüsü için kadrolar verilmelidir: 1) Tasavvuf musikisi, 2) Divan şiirlerinden alınmış güftelerin “metin şerhleri”, nazım şekilleri, aruz vezinleri, edebî sanatlar, mazmunlar konularında bilgi verebilecek ESKİ Türk edebiyatı prof. veya doçenti ile, tavsiye edecekleri 2 yardımcı kadroları..
(*) Itrî, Kutbunâyî Osman Dede, H.İsmâîl Dede Ef., Zekâî Dede Ef. … besteleri yanında; Fuzùlî, Bâkî, Nâbî, Nef’î, Nedîm, Nâilî-i kadîm’in … güfte olarak değerlendirilmiş şiirleri de bu Türk musikisi devlet konservatuarında öğretilmekte, şerh edilmektedir.
06.08.2012> YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ TÜRK MUSİKİSİ DEVLET KONSEVATUVARI
      Başarılı, değerli bir araştırmacı Yrd. Doç. Dr. Arif DEMİR’in, Konservatuvar Müdürü  olarak yaptığı tanıtıcı konuşmasından (müphem gördüğüm kısımların altını çizerek) bâzı bilgiler aktarıyorum:
      [[ Konservatuvar, 2011 yılında kurulmuştur.
     
      Türk Müziği Bölümü şu Ana Sanat dallarından oluşmaktadır: Türk Din Musikisi, Türk Halk Müziği, Klasik Türk Musikisi, Orkestra ve Koro Şefliği, Piyano, Arp ve Gitar .Üflemeli ve Vurmalı Çalgılar, Yaylı Çalgılar.
       2. Müzikoloji Bölümü, Türk Halk Oyunları Bölümü, Etnomüzikoloji(*) ve folklor.
       Mezuniyet ve İstihdam Durumu:
       (…..) Üniversitelerde konservatuvarlar, eğitim fakültelerinin müzik bölümlerinde ve orta öğretim kurumlarında öğretim elemanı, müzik okutmanı, araştırmacı, müzik ve halk oyunları öğretmeni olabilirler. ]]  
Türk musikisi ve Batı müziği karma yüksek öğretim müessesesi??” izlenimini veren (Ankara) YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ  TÜRK MUSİKİSİ DEVLET KONSERVATUVARI’nın, Millî musikimize de hayırlı olmasını dilerim.
(*) Etnomüzikoloji kelimesinin mânâsı/Türkçesi (pek acı??) olup, bu site’min TÜRK MUSİKİSİ> Etnomüzikoloji bölümünde açıklanmıştır!..(29.08.2012)
YÖK BAŞKANLIĞI YÜKSEK MAKAMI’NA  ARZ EDİYORUM  10.08.2012
       YÖK Başkanlığı, üniversitelerden gelen “Türk Musikisi Devlet Konservatuarı açma teklifi”ni incelerken şu hususları araştırmalıdır:
       1- …Türk Müziği… değil, …Türk Musikisi… olmalıdır.
       2- …KonservatuVarı… değil, …Konservatuarı… olmalıdır.
       3- Türk musikisi çalgıları Tanbur, Kemençe, Ney, Kanun, Kudüm, Bendir çalmasının öğretileceği açıkca belirtilmelidir.
       4- Açılacak olan Türk musikisi konservatuarlarında, “Türk musikisi ana bölümleri bütünüyle faaliyete geçmeden” Arp, Kitar, Trombon gibi Batı müziği çalgılarının öğretimi yapılmayacak ve öğretim elemanı bulunmayacaktır.
        5- “Orkestra” ve benzeri Batı müziği sunuş/yönetim şekli Türk musikisinde yoktur.
        6- “Müzikoloji” ve “Etnomüzikoloji” bölümlerinde/ana-bölümlerinde ne gibi bilgi ve programlara yer verileceği, “gerekçe”de açıklanacaktır.   
               
                                                             *****
                   Itrî ve Nâbî merhùmların, 300üncü vefât yıllarında, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu’nda anılmalarına müsâade buyuran Cumhurbaşkanımız Abdullah GÜL, milletini memnùn ve minnetdâr eylemiştir.   11.Haziran.2012      
             
       Kültür; ecdattan devralınan maddî ve mânevî mîrâsın tümüdür.
                       T.C. Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN
                           İstsnbul / Kandilli Geleneksel El sanatları Merkezi açılışı
                                                                              29.05.2012
07.07.2012 akit gazetesi 8inci sahîfasında 6 sütùnu kaplayan haberin başlığı:
      
   Tanrıverdi: Eğitim bütçesi Türkiye’de birinci sırada
   ÇAĞDAŞ değil, (Tanzîmât’ın kopyalayapıştır devriminden önceki) klâsik(SOYLU) Türk edebiyâtı ile klâsik(SOYLU) Türk mùsikîsi; ecdattan devralınan maddî ve mânevî kültür mîrâsının en büyük bölümünü teşkîl ettikleri hâlde Eğitim fakülteleri ve Güzel sanatlar meslek liselerinde öğretimleri yasaklıdır; bu müesseselerde soylu edebiyatımız ve soylu musikimizi tahsil etmiş öğretim elemanı da mevcut değildir. Pedagojik formasyon bahânesiyle okullarımızda yalnızca bu müesseseler mezunları hocalık yapabilmektedir.
    Millî Eğitim Bakanlığı, ecdattan devralınan maddî ve mânevî kültür ve san’at mîrâsını çocuklarımıza devretmeği görev ediniyorsa: Eğitim fakülteleri edebiyat bölümlerinin başına Edebiyat fakülteleri Eski Türk edebiyatı bölümünde doktora yapmış öğretim elemanı getirmelidir; Güzel sanatlar meslek liseleri edebiyat bölümlerinin başında Edebiyat fakültesi Türk edebiyatı bölümünde doktora yapmış elemanlar da olabilir.  Eğitim fakülteleri TÜRK musikisi bölümü başında İTÜ Türk musikisi devlet konservatuarında doktora yapmış elemanlar olmalıdır. Güzel sanatlar meslek liseleri TÜRK musikisi bölümü başında, Ege üniversitesi devlet Türk musikisi konservatuarı doktora yapmış elemanı da olabilir.
     Âcil olarak da İstanbul ve İzmir Türk musikisi Devlet konservatuarı mezunlarının ilköğretimde (ellerinden alınmış olan) müzik öğretmenliği yapabilme hakları kendilerine iâde olunmalıdır.
[ Tanrıverdi: AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Manisa Milletvekili Hüseyin TANRIVERDİ ]
     
   
    Yıllar boyunca seyrine bakmakla geçti hep..
    Ders müfredâtı yapmadı Talim ve Terbiye!..    09.07.2012
                          VEZNİ: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
       Ârif Nihat Asya’nın BAYRAK’ına müdâhalede hassâsiyet?  …
Talim ve Terbiye Kurulu’nun “müfredat çalışma noksanı” geniş yazı, bu site’min
BEYİTLERİM>Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün>9.Bölüm’dedir.
                                                                
09.07.2012 akit gazetesi 8inci sahîfasında 6 sütùnu kaplayan haberin başlığı:
BOZDAĞ: ÇAMLICA’DA CAMİ NEDEN YAPILMASIN
Vatandaş: Devlet merkezi’nde Türk musikisi devlet konservatuarı neden açıl(a)masın
BOZDAĞ: Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ;  Vatandaş: Dr. Cahit Öney                                  
                                                          *****
          
         Kelimeler arasında ayrım yapmak, kelimeleri yasaklamak, sınırlandırmak hiç kuşkusuz düşünceyi sınırlandırmaktır.
                           T.C. Başbakanı Recep Tayyip ERDOĞAN
                              (Anayasanın Dili Sempozyumu  24.04.2012 ANKARA)             
                                                             Sahîfa  1
     735. Yıl Karaman Türk Dil Bayramı(x)
       Millî Eğitim Bakanımızın önderliğiyle önem kazanan ve Cumhurbaşkanımızın da şeref verdikleri “735.Yıl Karaman Türk Dil Bayramı”, bu yıl, daha büyük bir coşku ile kutlanmıştır, kutlanmaktadır.
      
      Millî Eğitim Bakanımız Ömer DİNÇER’in, 10.05.2012 günü, Ankara Tren Garı’nda yaptıkları konuşmadan, özellikle şu cümleleri kaydediyorum:
      [[ Dünyanın en eski ve köklü dillerinden biri olan Türkçe, dünyada yaklaşık 200 milyon insan tarafından konuşulmaktadır.
       Eğer bugün bizler günde ortalama 300-400 kelimeyle kendimizi ifade ediyorsak, üstelik bu kelimeleri doğru ve güzel telaffuz etmiyor ve doğru yazamıyorsak bu büyük hazinenin imkanlarından faydalanamıyoruz demektir. ]]
       Muhterem Millî eğitim bakanımız.. Bakanlığınızca bastırılan İlköğretim ders kitaplarında; Anayasamızda, Kanunlarımızda, Tüzük ve Yönetmeliklerimizde geçen kelimeler yerine “yasa”, “ulusal”, “tümce”, “dilcik” ve benzerlerinin yer almasına sessiz kalınmıştır.
Üzerinde durdugunuz telâffuz meselesi de bir fâciadır: “vak’a yerine vakaaa”, “sâha yerine sahaaa”, “hâtıra yerine hâtıraaa” denilmesini işittikçe kahroluyorum. “Daaavut” yerine “Davut” diyen spikerin TV kanalını hemen kapatıyorum: bunu TRT haber spikeri yapsa bile..
       Türk kültür sarayımızın cümle kapısı dilimize gösterdikleri ilgiden dolayı Hükûmetimize; Karaman İli Valisi Süleyman Kahraman, Milletvekilleri Mevlüt Akgün ve Lütfi Elvan, Belediye Başkanı Kâmil Uğurlu, Prof.Dr. Turan Karataş, Dr. İbrahim Demirci. D.Mehmet Doğan beyefendilere hürmetlerimi arz ederim.(Dr. Cahit Öney) 
___________________
(x) Bilgiler: T.C. Millî Eğitim Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği haberlerinden alınmıştır.

    “Türk Dil Bayramı” kutlanırken, “Anadolu^da Türkçe Yazan İlk Şâir Yùnus Emre” de rahmetle anılmıştır.17.05.2012

Yùnus Emre aruzla şiir yazmasıyla; aynı şiirinin, seçtiği aruz kalıbının verdiği imkânla hem “musammat gazel”, hem “murabba”, hem de “semai” nazım şeklini, “iç kafiye” özelliğini taşıdığını bizlere göstererek “ümmî” olmadığını isbât etmiştir: [ Her kim bana düşmân ise Hak Tanrı yâr olsun ana / Her kansaru varır ise bâğ u bahâr olsun ona ]  [ Banau sunan kişi, bal ve şeker olsun aşı / Gelsin kolay cümlei; eli erer olsun ona ] VEZNI: Müstef,ilün müstef,ilün müstef,ilün müstef,ilün ( “Semâî” şekli kabùl edildiğinde imâle sayısı azalır. )
AÇIKLAMA için; ŞİİRLERİM>Hamâsî Şiirler>DUA/NİYAZ’a bakınız (17.05.2012)     
                                           
“Pedagojik Formasyon” hâdisesi ve Kültür Savaşı
  [[ 18.07.2012 EK’i:
      Çocuklara “pedagojik formasyon”u Hıristiyanlarda kilise ve okul; Müslüman Türklerde (anne, baba, dedeleri, nineleri; dayı, teyze, hala, enişte- leri ile) âileleri ve minârelerden işittikleri(x) Ezân-ı Muhammedî vermektedir.
(x) Avrupa’da yöneticiler, Ezân’ın işitilmesini hiç istemezler! ]] 
                     *
  Önce çözümü hakkında fikrimi sunayım; sonra da işin derin yönünü araştırayım.
        “Pedagoji”, çocuklar ile ilgili bir ilim demek olduğuna göre, “Pedagojik formasyon” da çocukların eğitiminde söz konusu olabilmelidir. Çocuk sağlığı ve hastalıkları mütehassıslarının kabùlüne göre; “Çocuk” üst yaş sınırı “13”dür.
         
      ORTAYA ÇIKAN MESELENİN ÇÖZÜMÜ için 2 şıkdan birisi seçilebilir:
1)  4+4+4 uygulamasında etkisiz bırakılmak için esas hedef alındıkları kanâatinde olduğumu ileride belirttiğim Fen-Edebiyat fakülteleri, İlâhiyat fakülteleri ve İstanbul, İzmir’deki Türk Musikisi Devlet konservatuarları mezunlarında “Pedagojik Formasyon” aranmamalıdır.
2) Pedagojik formasyonun, ilk 4 sınıf öğretmenleri için aranıp aranmaması tartışılabilir. (Bana göre; ilk 4 sınıf öğretmenleri için de gereksizdir.)
        “Pedaojik Formasyon Olayı”nın araştırılması, analizi gerekir!!!..
        1- “Pedagojik Formasyon Olayı”, 4+4+4 karàrından sonra ortaya çıkmıştır!!!… (Müessiriyeti = etkinliği 12 yıla yükseltme niyeti, teşebbüsü…)
        2- Yurdumuzda; 1944’den bu yana bir “kültür savaşı” vardır ve bu savaş; son 15 yıldır, “Anadolu aydınlanması(x)” başlığı altında birileri tarafından verilmektedir. Millet, 1000 yıllık değerlerinden (dilinden, klasik/soylu edebiyat-şiir-mùsıkî ve ahlâkından, âdâbından, terbiyesinden) KÜLTÜRÜNDEN uzaklaştırılmak istenmektedir. Bu web site’mde tafsîlen belirttiğim gibi, “idhâl malı” san’atları veren müesseseler kànunla kurulmuşlar, özerklikle güçlendirilmişlerdir: Bunların büyük kısmı Kültür bakanlığı içinde birer genel müdürlük olarak yer almış ise de, Kültür bakanı; bu genel müdürlüklerin kanunları maddelerine uymak zorundadır, tâyinlerine karışamaz!.. İstanbul ve İzmir’de bulunan Devlet Türk Musikisi Konsevaruarları ve Koroları bu dokunuzmazlıklara sâhip değildir… NOT: Lütfen, sahîfa 3’ün BAŞKÂTİPLER bölümünü okuyunuz.)
(x) Aydınlanma = Darwinizm + Marksizm
    
      Hükûmetimiz; Ankara’da da Türk Musikisi Devlet Konservaruarı açarak; millî san’atlar karşıtlarınca kuşatılmış olduğu görüntüsüne son vermelidir… 
       
         3- “Pedagojik Formasyon” mecburiyeti, 10 yıllar önce İstabul ve İzmir Türk musikisi Devlet konservatuarları mezun ve öğretim elemanlarına uygulanmış ve uygulanmakta olup defâlarca yazmama rağmen bu menfî ayrıcalık tashîh edilememiştir; “doktora” yerine “sanatta yeterlik” ünvanlarını taşıyanların üzüntüleri devâm etmektedir.
       
          Edebiyat fakülteleri ve İlâhiyat fakültelerine gelince.. Edebiyat fakülteleri “ESKİ Türk edebiyatı” bölümlerinin verdiği millî san’at bilgileri, İlâhiyat fakültelerinin “Dînî/İslâmî edebiyat, mùsıkî programları “Batılılaş(tır)mağa, Aydınlanma’ya” engel görülmektedir.
1997’de, “Katsayı” kulpu takılarak İmam-hatipler engellenmiş ve onların yanında diğer Sanat okulları da mağdur olmuşlardı; şimdi de. “Pedagojik Formasyon” kulpu takılarak Fen-Edebiyat fakülteleri yalnızca ESKİ/SOYLU Türk edebiyatı bölümleri ile İlâhiyat fakültelerinin yalnızca İslâmî san’at ve kültür bölümleri hedef alınmış iken, sözü geçen fakültelerin diğer bölümlerindeki öğrencileri de mağdur duruma düşüreceği tepkisi, ilgilileri, “tekrar incelemek” durumuna getirmiştir.
      YÖK’ün; 3 Mayıs 2012 toplantısında: İstanbul ve İzmir TÜRK MUSİKİSİ Devlet konservatuarları mezunları ve öğretim elemanlarının uzun yıllardan beri sürmekte olan PEDAGOJİK FORMASYON MAĞDURİYETLERİNE de bir son vermeleri beklenmektedir. 30.04.2012   
            
             
  YENİ ANAYASAMIZIN DİLİ
            1924 “Birinci Cumhuriyet(1) anayasası dili 1945’de arılaştırıldıktan sonra “lâfız değişince mânâ da değişir!” hikmetli sözü gereği: Kavramların mânâları  değişmiştir (Millet > Ulus gibi); TDK, Arapça kökenli kelimeleri yok ederken, aynı köke bağlı kelimelerin tamâmına dokunulamaması filolojik çirkinlik ve yetersizlik oluşturmuştur (müddeî > savcı , iddiâ makàmı > ?? gibi); TDK, arı dil saplantısı uğruna her dille ilgili tasfiyecilik (Dil kırım!) yaparken, uydurukçuluğa hız vermiş ve “Kurùmî Dil” ortaya çıkmıştır (ültrason > yansılanım gibi); TDK, tasfiyecilikte, “uzatılmış a harfi bulunan Arapça kökenli kelimeleri bilhassa yok ederek dilimizin âhengini bozmuştur ve kelime uydururken de buna riâyet etmiştir (istifâ gibi); tahsildeki çocukla anası-babası-dedeleri-nineleri anlaşamaz duruma gelmiştir; kavramlarla oynanarak milletin değer hükümleri değiştirilmiştir (fâhişe>hayat kadını gibi);  1945’de Anayasa dilinin arılaştırılması ve TDK’nun “Tilcik üretim faâliyeti” ile güçlenen ve basın endüstürisi teşvîkiyle zamanla adedleri yüzbinleri bulan “Garip Şâirler” soylu şiirimizi baltalamıştır; TDK, “kelimelerin doğru telâffuzu” için kullanılması şart olan ve hepsi de klavyede mevcùd telâffuz işâretlerini imlâ kılavuzuna dâhil ederek talepde bulunmamıştır(Bunun netîcesi olarak  (vakaaa diyenler, Daaavut diyemeyen spikerler büyük çoğunluktadır.)
        TRT; bütün menfî faâliyet ve ihmâllerinde TDK’nun baş-yardımcısı olmuştur (Hiç olmazsa yalnızca haber spikerinin Daaaavut dememesi, diyememesi değil de temerrüden dememesi gibi.) 1950’den bugüne, “sağ iktidar başbakanları” muhâliflere lâf yetiştirmekle kıymetli zaman firesi vermiş, bu görevi yardımcılarına bırakmamış; seçmenlerinin yazdıklarına göz atmak yerine muhâliflerinin sataşmalarına kulak vermiş ve Maârif Vekilleri = Millî Eğitim Bakanları da; okul kitapları sipâris tekliflerinde, şartnâmelere “yasa, yasal, ulus, ulusal, özgürlük, bağnazlık.. gibi uyduruk kelimelerin ders kitaplarında yer alamayacağını” kaydetmemekle TDK ve TRT işbirliğinin millî kültürümüzü, halkın dilini  tahrif ve tagyîrine seyirci kalmıştır.  
     akit gazetesi, 26.04.2012’de D.Mehmet DOĞAN’ın  “Anayasanın dilini konuşmak” başlıklı köşe-yazısından:
      (…..) İlk defa, münhasıran “anayasanın dili” üzerine bir toplantı yapılıyordu. İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem, dile önem veren, devrimizde örneği pek görülmeyen siyasetçilerden. Onun siyasetçi kimliği yanında, belki de önünde, Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nin başkanlığı var.
       ( ……. ) Başbakan “millet”in başbakanı, “millet” ona yüzde elliye yakın rey verdi. Partisi Büyük “Millet” Meclisi’nde iktidar partisi olarak yerini aldı kendisi de başbakan oldu. Onun “Ulusa sesleniş” konuşmalarını dinleyenler bu millet-ulus kararsızlığını fark edemiyorlar mı acaba?
       Başbakanın bu programını kimler hazırlıyorsa, müthiş bir muhayyile kısırlığı içindeler. Bu isimden muhtevaya kadar programın tamamında hissediliyor.  AK Parti’nin kültürel alandaki kuşatılmışlığını, dil konusunda da hissetmemek mümkün değil.
       Meclis, bugüne kadar bir tek “yasa” çıkarmadı. Resmi Gazete’yi açıp bakın, Meclis “kanun” çıkarıyor, fakat haberlerde, dillerde “yasa” kelimesi dolaşıyor. Anayasa’nın metninde “ulus”, “uluslar arası” yokken, bu kelimeler AK Parti döneminde yapılan değişikliklerle Anayasa’ya girdi. 1980 Anayasa’sının birçok tutarsızlığına böylece bir tutarsızlık daha eklendi!
       Anayasa’da “mahalli idareler” yazılsa da, bütün siyasiler “yerel yönetimler”den söz ediyor. Anayasa “hürriyet” dese de, “özgürlük” kelimesi revaç buluyor.
       Velhasıl, Anayasanın dilini bugünlerde daha çok tartışacağa benzeriz!
Beyân-ı îtizâr ( = Özür dileme ): Muhterem D.Mehmet DOĞAN’dan, iki cümlesini renklendirmekten kendimi alamadığım için özür diliyorum. C.ÖNEY Bu çok yerinde tesbit ve tenkidleri muhterem TRT genel müdürümüzün dikkate alacağına inanıyorm. NOT: Kuşatmacı BAŞKÂTİPLER bahsi, Sahîfa 3’dedir.   
___________________
(1) 11.07.1960 Devlet Başkanı ve Başbakan Org. Cemal GÜRSEL; “Aziz arkadaşlar” diye okumağa başladığı Bakanlar kurulunun programının devâmını Devlet Vekili Âmil ARTÜS’e okutmuştur. Programın 3 yerinde “İkinci Cumhuriyet” tâbîri meccuttur.
                                     ***********************     
    
          Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı
          Basın Açıklaması (10.04.2012)
          Sayın Cumhurbaşkanımız, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Üyeliğine, 664 sayılı Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 6.ncı maddesi gereğince, Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr. Erhan AFYONCU’yu seçmişlerdir.
            [ “Çağdaş kültür!” yerine “Soylu kültür!” ] müdâfii olarak muhterem  Doç.Dr. Erhan AFYONCU’yu tebrîk ederim. (Dr. Cahit ÖNEY)   
        Türk Dil Kurumu Genel Müdürlüğü resmî web sitesinden:
    [[ Yaklaşık 11 yıldır Türk Dil Kurumu Başkanlığı görevini yürütmekte olan Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, 12 ocak günü kendi isteği ile bu görevinden ayrıldı. ( ….. ) ]]
    [[ Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN, 6 Mart 2012 tarihli Resmî Gazete ile yayımlanan üçlü kararname ile Türk Dil Kurumu Başkanlığı görevine getirilmiştir.
        Prof. Dr. Mustafa S. KAÇALİN bu tarih itibarıyla yeni görevine başlamıştır. ]] TDK Başkanı Mustafa S. KAÇALİN’in, Dumlupınar Üniversitesi’ndeki konuşmasından: “Esas olan, konuşulan dildeki kelimelerin bizim zihnimizde izah edilmiş olması, berrak olması ve münasebetlerinin problemsiz olmasıdır. Bu da kelime atarak değil, kelime kazanarak olur.” > 11.04.2012
  
Haber spikerlerinin DAAAAAVUTOĞLU diyemediği TRT‘nin Genel Müdürü sayın İbrahim ŞAHİN’e başarılar dilerim. (14 Kasım 2011)
AÇIKLAMAM: 17.04.2012
       Yukarıdaki cümlemin/dileğimin yanlış anlaşıldığını, KONUK DEFTERİM‘i inceleyerek öğrendim.
       Aşağıdaki açıklamamın, tereddüdleri gidereceği muhakkakdır:
       1- Özel TV’ler bir yana TRT’nin, bütün spikerleri değil de hiç olmazsa HABER spikerlerinin, “Dâvutoğlu” kelimesindeki “a” harfini uzun okuyamamaları beni üzmektedir. Benim “Câhit” olan ismimdeki “a” harfini kısa okumak hatâsına düşene 80 yıldır rastlamadım.
       2- Cümlenin sonundaki 14 Kasım 2011 târîhi, TRT Genel Müdürü sayın İbrâhin Şâhin’in tâyîn edildiği (veyâ göreve başladığı) târihdir.
       3- Bu cümleyi kaydetmekle, yeni göreve başlayan Genel müdürümüzden, kendisinden evvelki yılLARdan kalan telâffuz hatâsının düzeltilmesini istirhâm etmiş idim.
Konuya ilgi duyanlara ek bilgi sunuyorum: Bu web site’min TÜRK MUSİKİSİ ana bölümü TRT sahîfasında; ” TRT spikerlerinin, Daaavut diyebilmelerini te’mîn husùsunda himmet buyurmaları için” sayın Bülent ARINÇ’a da baş vurmuş idim.
       4- Bu yanlış telâffuz meselesinin asıl sorumlusu/muhâtabı TRT Genel müdürlüğü değil, Türk Dil Kurumu’dur; nitekim, bu sahîfa, en yukarıda kayıtlı olduğu gibi, Türk Dil Kurumu sahîfasıdır. Türk dilindeki (sâha, vak’a, Kàbil – Kâbil) gibi kelimelerin doğru telâffùz edilmesini belirtmek/öğretmek için, klâvyelerde bulunan ve Fransızların kullandıkları şapka, kesme, aksan tegü, aksan grav.. işâretlerini kullanmayı imlâ kuralları arasına almak gerektiğini bu Türk Dili sahîfalarında defâlarca ve örnekler vererek anlatmış bulunuyorum.
        Bana, açıklama fırsatını veren okuyucularıma teşekkür ederim.
NOT (20.04.2012)
       Yakınlarım ve özellikle akrabalarım, bu meseleyi neden bu kadar önemsediğimi sorup durdular. Onlara şifâhen verdiğim cevâbı, bir kısım ziyâretçiler de bilmek isterler, düşüncesiyle kaydediyorum:
      
Beni ziyâdesiyle üzen, Konuk Defterim‘deki mektubun sondan 2nci cümlesi olup aynen şöyledir: [ Yalnız benim şaşırdığım husus, Cahit Öney gibi bir şahsiyetin, Davutoğlu adının kısa okunması gerektiğini söylemiş olmasıdır. ] Aynı mektubun baştan 3üncü cümlesi de aynen şöyledir: [ Burada Sayın Genel Müdürümüzü Daaavut diye okuyamayan Spikerler ile ilgili olarak tebrik etmişsiniz. ]
Yukarıda ne diyor, aşağıda ne diyor?
Kocaman harflerle yazdığım cümlemi mânâlandırmakta güçlük çekmişse, aynı sahîfada yazdığım şu beyitleri dikkate alması gerekmez mi idi?.. :
         
          Niye ısrarla “Davut?” der hâlâ;
          Dili zenbùra emânet spiker?

 Yanlışlığın müsebbibidir Dilkırımcılar :

Dâvut “Davut”sa Nâsır’a elbet “Nasır” denir!..
Şunu da tekrarlayayım: Sayın Genel Müdürümüze bir dilekte bulunmuştum.
(*) Bu sahîfada görülebileceği gibi, Sayın Prof.Dr. O.F. SERTKAYA; benzeri hatâları yapan spikerlere: “Dilinizi eşek arısı soksun!” diye seslenmiş idi.
       Spikerlerin ve bu arada TRT haber spikerlerinin yaptıkları telâffuz hatâları ile doğruları, alfabetik sıra gözetilerek, kendilerine bir yardım düşüncesiyle 7 yıldan beri Sahîfa 9’dadır. Sahîfa 7’de de “telâffuz hatâları ve önleme yolları” örnekleriyle bildirildiği hâlde, [ web-site’min “Etnomüzikoloji” etiketinde kaynak lûgatta geçen “kütüb-i dîniyye-i nasraniye deyimini, konu ile alâkası olmadığına göre  zeklenmek için kaydeden kişinin ] görmemiş olduğu düşünülebilir mi?
             Kâmildir_o insan ki yaşar hâtıralarla
                                                                                      Yahyâ Kemâl BEYATLI
       Sayın Prof.Dr. Şükrü Halûk AKALIN; 12/13 Kasım 2010 gecesi HABERTÜRK “Teke tek” programına TDK Başkanı olarak katılmış ve sayın F.ALTAYLI ile sayın M.BARDAKÇI’nın yönelttikleri çok düşündürücü sorulara ânında verdiği, fakat izlemede olan yüzbinleri yanıltıcı cevaplarla beni hayretlere düşürmüş idi. Bu hâdiseyi, Sahifa 7’de “13 KASIM 2010 tarihli ilâvem” başlığı altında ziyâretçilerimin takdîrlerine arz etmiş idim. (23.04.2012)     
       
                                                                          *************************************
         TÜRK DİL KURUMU
Güncelleme: 14 KASIM 2011
       Muhterem Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Millî Eğitim Bakanımız, KÜLTÜR ve Turizm Bakanımız, GENÇLİK ve Spor Bakanımız… İşte lise mezunlarımızın öğrenmeğe mecbur bırakıldıkları “ilim dili!” :
        [[Metnin dilsel yoğrumudur söylem. Seslerin, sözcüklerin tümceye dönüştürülme sürecinde aralarında yaratılan düşünsel, çağrışımsal bağlantılar toplamıdır. Bir metnin hamuru, yaratıcısının dilsel tesiriyle karılmamışsa o metin ölü doğmuştur. Benim gevşek dokulu, yığma ve yığışımsal metinler diye nitelendirdiklerim genellikle bu türdendir.”
       Türkçenin nefis bir örneği ve ifade ile zevkin harikulade misali olan cümleleri geçen cumartesi günü yapılan LYS yani üniversiteye giriş sınavının soru kitapçığından aldım. (…..)
       BUNA  ZULÜM  DERLER:
       Aklı başında bir insan ‘dilsel yoğrum’ , ‘çağrışımsal bağlantılar toplamı’ , ‘metnin hamuru’ , ‘dilsel tesirle karılmamış’ , ‘gevşek dokulu’  ve ‘yığışımsal’ gibisinden nasibini almamış, zevksiz, üstelik takır tukur lâflarla dolu sözleri acaba niçin eder?  (…..)  Ama, geleceğini belirleyebikmek için ÖSYM’nin bir sınavdan ötekine koşuşturan gençlerin önüne “soru” diye böyle bir kakofoni yumağını fırlatıp atmanın tek bir izahı vardır: Buna, “zulüm” derler. (…..)  ]]
       Yukarıdaki acı, fakat gerçeğin ifâdesi olan tenkidler, sayın Murat BARDAKÇI’nın, 27 Haziran 2011 Habertürk’deki “Hay sizin dilinizi!..” başlıklı köşe-yazısından alınmıştır.
Bu dil; “kurùmî dil” , “uydurukça” diye birçok yetkili tarafından ve özellikle telâffuz hatâları yönüyle anılmıştır.
 (Devam edecektir.) 
KÜLTÜR ve TURİZM BAKANI YARDIMCISI TEKLÎFİM :5.8.2011
                         Prof. Dr. İskender PALA
                         Yılmaz ÖZTUNA (x)
                         Murat BARDAKÇI
                         Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA
                         Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÇIPAN
Not: “Bir turizm âlemi başarılısı”nın adı, “Kültür ve Turizm Bakanı yardımcısı” olarak İnternet’de yer alınca, ben de, millî/SOYLU san’atlarımızın 5 uzmanının adını andım.
30 EKİM 2011 târîhinde Kültür ve Turizm Bakanı yardımcısı olarak atanan Rad. Dr. Abdurrahman ARICI’ya başarılar dilerim.
Not(22 ARALIK 2011): Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu üyeliğine atanan Prof. Dr. İskender PALA’ya başarılar dilerim.
(x)        Târih ve mùsıkî, edebiyyât… Eser veren
           Gerçek değerdi.. etti vefat Yılmaz Öztuna!..
           …… 1930 – 09.02.2012  …..   VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün   ………..   
20 Eylül 2011 EK’i :
14 EYLÜL 2011 Çarşamba tarih, 28054 Sayılı Resmî Gazete ile yayınlanmış MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞININ TEŞKİLAT VE GÖREVLERİ HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME (KHK 652) ve iki not’um:
1. Kuruluş şeması mühim olmakla berâber, görevlilerin, görevlendirileceklerin formasyonları çok daha mühimdir.(*)
2. Madde 2.b’de: (… ulusal politika ve stratejileri…) ve Madde 2.l’deki  (millîeğitim  politikası…) deyimlerindeki “ulusal” ve “millî” sıfatları, çelişik mânâlarda kullanılır olmuştur.(**)
(*) Millî eğitim, her şeyden önce millî kültürün eğitimini stratejik hedef kabul etmelidir. Bunun gereği olarak da Kuruluş şemasındaki Genelmüdürlük ve Başkanlıklara, müşâvirliklerden bâzılarına: “eski Türk edebiyatı(x)“, “İstanbul, İzmir Türk musikisi Devlet  konservatuarları”, “İlâhiyat fakülteleri san’at ve kültür dalları”nda doktora yapmış ilim adamları atanmalıdır.
(x) İran’dan küçük değişikliklerle alınan Türk arùzunu bilenlerin pek az kaldığı ve zevkine varabilenlerin hemen hiç kalmadığı; Prof.Dr.İ.Ü.in, TÜRK DİLİ dergisi Ağustos 1993 târîhli 500.sayısında çıkan şu sözleriyle belgelenmektedir:
       Burada kendimi soyutlamadan konuyla ilgili bütün üniversite üyelerine sormak istiyorum: Aruzla yazılmış bir şiiri veznini ilk mısraından yahut ilk beytinden duyabiliyor muyuz? Yoksa açık kapalı işaretleriyle vezin bulmaya mı çalışıyoruz? Bir de mezun ettiğimiz Türk dili ve edebiyatı öğretmeni adayı olan öğrencilerimize bakalım (….)
Günümüzdeki durumu belirtmek için ben de şunları ilâve edeyim: Bugün; aruzla yazan şâirlerimizin -ki çoğunlukla güftelerini görebiliyoruz- hiçbiri Edebiyat fakültelereimizde okumamışlardır!..
( ** ) Bir kısım ideolog filolojistler; “millî” terimi yerine “ulusal” terimini diriltmişlerdir. Halbuki; bu iki terim, farklı kullanılmaktadır:
a) Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA’nın, özeti aşağıdaki konferansında belirtildiği gibi ATATÜRK, 1937’den îtibâren “ulus, ulusal” gibi uyduruk kelimeleri terk ile, “millet, millî” ve benzeri kelimeleri kullanmış, dilde tasfiyeciliğe son vermiştir.
b) Günümüzde “ulusal” kelimesi, etnik ayrılığı, kavmiyetçiliği ifâde etmekte ve millî bütünlüğümüzü baltalamaktadır. Günümüzde, ulusalcılar ve milliyetçiler ayrı cephededirler. “Çağdaş” kelimesinin de maksatlı kullanıldığını, ayrıca, arz ederim.
Yukarıdaki hususlar, aşağıda örnekleriyle belirtilmiştir.
                                           *************************************
       “ULUSAL EGEMENLİK” mi, “MİLLÎ HÂKİMİYET” mi?
       “Ulusal Eğitim Bakanlığı” yok, “Millî Eğitim Bakanlığı” var..
       “Ulusal Savunma Bakanlığı” yok, “Millî Savunma Bakanlığı” var..
       “Ulusal futbol takımı” yok, “Millî futbol takımı” var..
                                   Buna karşılık;
        “Millî Hâkimiyet veyâ Millî Egemenlik” yok. “Ulusal Egemenlik” var !..
                          
                   23 Nisan ULUSAL Egemenlik ve Çocuk Bayramı,
                   23 Nisan ULUSAL Egemenlik ve Çocuk Kütüphanesi,
                   ULUSAL Egemenlik İlköğretim Okulu..
                         ULUSALCILAR da var, MİLLİYETÇİLER de!..  (23.04.2012)
                
Siyâsetçilerimize çok önemli not:
             Atatürk,  İnönü ve Bayar’ın cumhurbaşkanlıkları yıllarındaki memurların âdil maaşlandırma sistemi terk edilmiş ve KAST SİSTEMİ‘ne geçilmiştir.  ÂDİL REJİM şöyle idi: İlkokul mezunları 15, ortaokul mezunları 20, lise mezunları 25, 4 yıl süreli yüksek tahsilliler (subay, savcı-hâkim, maiyyet memurluğu yapan stajyer kaymakamlar…) 30 ve 6 yıl süreli yüksek tahsilli hekim ve yüksek mühendisler 35 lira aslî maaşla göreve başlardı; genel müdürler ve albaylardan yüksek seviyedekilere makam tazminatları verilirdi. Bu aslî maaşlar, bütçe imkânına göre; “sınıf ayrımı yapılmadan!” aynı katsayı ile çarpılarak tesbît edilirdi. Yalnız hâkim ve savcılar 2 yılda bir terfî ederlerdi. Diğer yüksek tahsilliler 3 yılda bir terfî ederlerdi.   Bu tatbik sâyesinde “imtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kütleyiz!” marşını, inanarak söylerdik!. Orta tahsilliler 80 lira aslî maaşa kadar yükselebilirlerdi. Bir albay çalışanı ve emeklisi ile bir 100 TL aslî maaşlı sivil hekim veya yüksek mühendis çalışanı / emeklisinin ellerine geçen meblâğ birbirine eşit idi. 1960’dan sonra (Âmil Artüs’ün açılış konuşması 3 yerinde belirttiği gibi İkinci Cumhuriyet kurulmuş; bir kısım müessese ve çalışanlarına ayrıcalıklar tanınmıştır. Zamam zaman işittiğimiz “Cumhuriyetin kazanımları” sözünü sarf edenler, aslında, “İkinci cumhuriyetin kazanımları”nı kasdetmektedirler.  

Atatürk’ün kurduğu ve 1960’a kadar korunan; yalnızca memurlar-arası eşitliği teminden ibâret olmayıp, millete de kayıtsız şartsız hâkimiyet imkânı bahşeden Birinci Cumhùriyet’e son verilmiştir.     Bunu gören atanmış yüksek hukukçularımızın “bizler Atatürkçüyüz!” şeklindeki beyanlarına milletimiz hayret ve üzüntüyle şâhit olmaktadır

       Atatürk, İnönü ve Bayar’ın Cumhurbaşkanlıkları yıllarındaki memurların âdil maaşlandırma sisteminin yerini Kast Sistemi almıştır:

Aşağıdaki beyit; Kast sistemi”ni özetlemektedir:                                    

Asker, hukukçu, mülkiye me’zùnu pâyidâr
Almakta parya aylığı doktor-emeklisi  VEZNİ: Mef“ulü fâilâtü mefâîlü fâilün
Kast sisteminde, Mâliye, yapmakta bütçeyi..
Mâdemki parya.. göz çıkarıp kaş yapar hekim…
Gereksiz sezaryen, katarakt operasyonu, stent, ilâç, MR, vs. vs. vs.

                                                                                                                        *
Anayasamızda, kànunlarımızda, tüzüklerimizde, yönetmeliklerimizde, yönergelerimizde, tebliğlerimizde.. “ulusal”, “çağdaş”, “aydınlanma” menfî  ideolojik terimlerinin yer almaması için gücünüzü kullanınız. Bu 3 terim, web site’mde defâlarca açıklanmıştır.
03 KASIM 2011 ilâvesi: 1982 Anayasası taslağında “TRT’nin görevi çağdaş Türk kültürü ve eğitimine yardımcılık” şeklinde iken, Danışma Meclisi’nde sayın Mehmet Pamak’ın itiraz, izahat ve teklifi üzerine “çağdaş” kelimesi çıkarılarak yerine MİLLÎ sıfatı 133üncü maddeye kaydedilmiştir. Fakaaat.. 1993 tarihinde, TRT’ye hedef gösteren hüküm anayasadan, büyük bir ustalıkla çıkarılmıştır; TBMM 2011/2012 çalışmasında; yeni anayasamıza: “TRT’nin görevi MİLLΠTürk kültür ve eğitimine yardımcılık” kaydı konarak, TRT ile ilgili çıkacak kanunlara hedef gösterilmelidir. NOT: 1993’de 1.Çiller hükûmeti (50.Hükûmet) Başbakan yardımcıları: Erdal İnönü, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin. Kültür Bakanı:Fikri Sağlar.
AYDINLANMA: Prof.Dr.Emre KONGAR (İnternet’de “Yeniden Demokrasi Dersleri”) [ Aydınlanma sürecini yaşamamış yani dinsel doğmatizmin tutsaklığından kurtulamamış toplumlarda (örneğin köylü toplumlarda) demokrasi gelişemez. ] Notum: Prof.Dr.Emre KONGAR’a göre Aydınlanma, dinsel doğmatizmin tutsaklığından kurtulma demektir. Doğmatizm’in çeşitleri olduğu bilindiği halde, sayın Prof. Dr. Emre KONGAR, doğmatizmin “dinsel olanından!” yakınmaktadır ve “dinsel!” kelimesinin “İslâmî” mânâda kullanıldığı kanâatine varmak mümkündür. Aydınlanma = Darwinizm + Marksizm    
22.09.2011
                                  *********************************************
YAPILAN YORUMLAR:
1) D.Mehmet DOĞAN (akit 22 Eylül 2011 s.3)              Başlık: [ ‘Millî’ eğitimin ‘ulusal’ stratejisi! ]
(…..) Metinde bakanlığın faaliyet alanı dolayısıyla bulunması beklenen müfredat ve ders gibi kelimelerin hiç geçmemesini nasıl yorumlamak gerekir? (…) Daha önceki kanunun aşırı kimlik ifade eden kısımları çıkarılmış, yani doğru olan yapılmış, fakat vatan, millet, milli gibi kelimelerin kullanılmasından kaçılarak kimliksiz bir eğitim modeli ortaya konulmuştur.
Kimlikten nereye kadar kaçılabilir? Bakanlığın adında “milli” geçiyor. Metinde ise, “ulusal strateji”den bahsediliyor. (…)
Bu KHK’da pragmatizm hakim, idealizme ise yer yok!
İdealsiz bir gençlik… Ekonomik başarılar elde etmek, büyük servete ulaşmak! Bedenini geliştirmek ve bedeni başarılar kazanmak!    Daha ötesi yok!
2) Atilla YAYLA (ZAMAN 23 Eylül 2011 s. 24)
Başlık: [Eğitim sisteminde reform mu?]
(…..)
       Bugün eğitim ve devlet birbirinden ayrılmaz ikili görünümde. Her yerde, ama her yerde devletler eğitime derinlemesine “burnunu sokmuş” durumda.
(….) İstikrarlı demokrasilerde eğitimde nispeten geniş bir çoğulculuk alanı mevcutken anti-demokratik ülkelerde ve problemli demokrasilerde eğitim sistemi totaliter bir renk kazanıyor.
       Türkiye hangi kategoride yer alıyor? Yıllar önce din eğitimi ile ilgili bir araştırma projesi için okur ve ararştırırken, Türkiye’nin eğitim sisteminin demokratik ülkelerinkine değil, Sovyetler Birliği’ninkine ve Arnavutluk’unkine benzediğini dehşet içinde görmüştüm. Bu sistemin niteliklerini anlamak için, üniversite öncesi eğitim açısından 1973’te çıkarılan (ve on defa değiştirilen veya ekleme yapılan) Milli Eğitim Temel Kanunu’nun amaç maddesine (Md. 2), üniversite eğitimi açısından Yüksek Öğretim Kanunu’nun amaç maddesine (Md. 4) bakmak kâfi. Önemli ölçüde çakışan bu maddeler içe kapanık, devlete ram olmuş, tek tip, resmî ideolojiyi harfiyen benimsemiş nesiller yetiştirmeyi öngörüyor. Yıllardır ülkede neredeyse her şey tartışılıyor ama bu konuya dokunulmuyordu. Geçen hafta önemli bir adım atıldı. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in inisiyatifiyle MEB Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da değişiklik yapıldı. Amaç maddesi yenilendi. Uygarlık değerleriyle daha uyumlu, tek tipleştirmeyi esas almayan, insan haklarını öne çıkaran, ekonomik bakımdan globalleşmeye katkıda bulunacak becerileri geliştirmeyi temel alan bir amaç maddesi getirildi. Bu son derece anlamlı ve yararlı bir adım oldu. Müelliflerini tebrik etmek, bu ülkeyi seven ve uygar dünyanın parçasını olmasını isteyen herkesin görevi. Ancak, millieğitimde gerçek bir reform sadece kâğıt üzerinde değişiklik yaparak gerçekleştirilemez. Bakanlığın adının değiştirilmesi(X)  ve Temel Kanun’un MEB Teşkilat Kanunu’nda yapılan değişikliğe uydurulması başta olmak üzere daha gereken çok şey var. Bu ise büyük büyük bir siyasî cesaret ve geniş entelektüel hazırlık-destek gerektiriyor. Umarım Milli Eğitim Bakanı ve hükümet bunun bilincindedir.
(X) C.ÖNEY’in not’u > MEB adının değişmesini istemiş; s.2’de: [Bana göre “Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı” en muvâfığıdır.”] diye yazmışdım. Bu bakanlığın adı, 1977’de de “Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı” idi!!!
24.09.2011 târihli ek’im:
“İki not’um”a, şunu eklemeklekle yetiniyorum:
       Kanun hükmünde kararname’de:
[ Avrupa Birliği Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü
Madde 16-  d) fıkrası:
Yurtdışında bulunan vatandaşlarımızın ve çocuklarının öncelikle millî ve kültürel kimliklerini koruyucu (…..) ]
       Bir kısım vatandaşlarımız Almanya’dan  başlayarak Avustralya’ya kadar pek çok ülkeye iş için göç edip yerleşmişler, oralarda çocuk-torun sahibi olmuşlardır. Dikkat edecekleri hususlar: a) Millî ve kültürel kimlklerini korumak, b) Gittikleri memlekete, başta dillerini öğrenerek, uyum sağlamak, c) Şeref ve haysiyetlerini koruyarak takdirle anılmaktır. Millî eğitim bakanlığı bu görevi yerine getirebilmek için 1- Kurdukları kültür dernekleri ile temâsa geçmelidir. 2- TRT ve Türk Dil Kurumu ile ortak çalışmak zorundadır. (Bu 2 kurum hakkında yeterince bilgi verdim; tekrarda fayda görmüyorum!)
              
              
                                   **************************************
  
   
MİLLÎ KÜLTÜRÜMÜZÜN ÖZÜ BU WEB SİTEDEDİR
Sayın Başbakanım: Millî kültür müesseselerine ve çalışanlarına, yıllardır revâ görülen negatif ayrımcılık sonucu zulümlere ne zaman son vereceksiniz?
(Neden ANKARA’da TÜRK Musikisi Devlet Konservatuarı 35 yıldır kurulAmamaktadır?) 26 Temmuz 2011 Salı >  Trabzon’a opera düşünülürken..
TÜRKİYE’de 19 BATI müziği devlet konservatuarı ve biri mühmel 3 TÜRK musikisi devlet konservatuarı mevcuttur!!?? 26 Temmuz 2011 Salı > Trabzon’a opera düşünülürken..
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı; YÖK bağımlısı TÜRK MUSİKİSİ DEVLET Konservatuarı mezunlarını ve hattâ hocalarını İlköğretim okulları müzik öğretmenliğine kabul etmiyor. Türk Musikisi Devlet Konservatuarları ise; İlköğretim mezunlarını kabul ediyor ve yetiştiriyor.
İllerde; TRT‘nin ÇOKSESLİ MÜZİK(=BATI MÜZİĞİ) ÇOCUK KOROLARI var da, neden TÜRK MUSİKİSİ ÇOCUK KOROLARI YOK????      11.07.2011 Çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü (internet’i tıklayınız) mevzùâtı öyle yazıyor!!!… Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü bu görev-destek listesi ibtâl edilmeli, SOYLU san’atlarımıza öncelik tanınıp yeniden düzenlenmelidir. 10.8.2011 İLÂVEM>
11.7.2011’de Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü mevzùâtı arasında bulunan; “Görev-Destek Çizelgesi” adını verdiğim stratejik bir listeden/belgeden bahsetmiştim. Bu listeyi İnternet’de bulamadım!!.. Konuyu, daha etraflı olarak, web-site’min “Türk Dil Kurumu Benim Ana-dilimi Tahrîb Ediyor” başlıklı dosyasında ” Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda Millî Kültür” başlığı altında inceleyeceğim. 
                                                                  *********************
YÖK; bir Türk musikisi doktora çalışması İlâhiyat fakültesinde başarı sâhibine DOKTOR ünvânı veriyor da, aynı kişi aynı çalışmasıyla Türk musikisi devlet konservatuarında başarı kazansa SANATTA YETERLİK ünvânı veriyor??? Millî sanat müessesesine NEGATİF AYRIMCILIK neden?? (Böyle bir akademik kariyer ünvânı, negetif ayrımcılık’a ilâveten, mantık dışıdır: “Sağlıkda yeterlik”, “Hukukda yeterlik”, “Balede yeterlik” .. yok ….  İlâhiyat fakültesinin; Türk musikisi devlet konservatuarından Yüksek lisans almış kişiye “doktor” ünvânını verecek tek müessese olarak seçilmesi???) Bu negatıf ayrımcılık nihâyet ortadan kaldırılmış ise de, uzun yıllar boyunca ve hâlen sanatta yeterlik” damgasıyla aşağılananlara, “DOKTOR” ünvânını kullanmaları gerektiği ne zaman duyurulacakdır?. Öğretim hizmeti sunan devlet müessesesinin yıllar süren aşağılanmasına son verilmiş; öğretim hizmeti alan devlet memuru kişilerin yıllar süren aşağılanma ve mağdùriyetleri ise dikkate alınmamıştır!.. 1739 sayılı MİLLÎ EĞİTİM TEMEL KANUNU 14. maddesi 2. fıkrasında “Mesleklerin kademeleri ve her kademenin ünvan, yetki ve sorumlulukları kanunla tesbit edilir.” bağlayıcı hükmü bulunmasına karşılık, yalnızca Türk musikisi devlet konservatuarlarında,  “Yüksek lisans” kademesinden sonra “doktora” yerine “sanatta yeterlik” tecvîhi ve “doktor” yerine de “sanatçı” ünvânı yöneltilmesi kanunsuz, keyfî bir tasarrufdur.   2547 sayılı YÜKSEK ÖĞRETİM KANUNU’nda târîf edilen “Sanatta yeterlik” Türk musikisi Devlet konservatuarlarını değil, (Batı müziği) Devlet konservatuVarları ile ilgilidir. TANIMLAR başlığı altındaki üçüncü madde h) Fıkrası: “KonservatuVar: Müzik ve sahne sanatlarında sanatçı yetiştiren bir yüksek öğretim kurumudur.” Müzik ve sahne sanatlarında (operaya, baleye..) sanatçı yetiştiren yüksek öğretim kurumu, toplam sayısı 19 olanBatı müziği Devlet konservatuarıdır. Türkiyemizde toplam sayısı 3 olan Türk musikisi Devlet konservaturları ise “müzik ve sahne sanatlarına sanatçı yetiştirmez; “Türk sanat musikisi, Türk halk musikisi ve ilâveten Batı müziği, Hint müziği.. musiki sistemlerini, makamlarını, usullerini; güftelerin anlamlarını,vezinleriyle usulleri arasındaki bağlantıyı; Türk musikisi kompozisyon kuralları ve form bilgisi; bestekârlarımızın biyografisini, sanat musikimizdeki devreleri inceler ki, müfredat programları ve anabölümleri bunun delilidir; hülâsa: Türk musikisi Devlet konservatuarları (İstanbul ve İzmir Türk Musikisi Devlet konservatuarları) çalgıcı-şarkıcı  yetiştirmez; ilim adamı yetiştirir.
YÜSEK ÖĞRETİM KANUNUnu incelemeye devâm edeyim:
YÜKSEK ÖĞRETİM KANUNU “TANIMLAR” başlığı altındaki 3. madde t) fıkrası  4. bendi: “Sanatta yeterlik: Lisansa dayalı en az altı, yüksek lisansa dayalı en az dört yıllık programı kapsayan ve orijinal bir sanat eserinin ortaya konulmasını, müzik ve sahne sanatları ile üstün bir uygulama ve yaratıcılığı amaçlayan doktora düzeyinde lisans üstü bir yüksek öğretim eşdeğeridir.” Bir evvelki paragrafımdaki söylediklerimi destekleyen bir hüküm…
   “Müzik ve sahne sanatları“nın Türk musikisi devlet konservatuarlarının değil, (Batı müziği) Devlet konservatuVarlarının anabölümü olduğuna bir delil, örnek daha sunayım: [Hacettepe Üniversitesi Ankara Batı müziği Devlet Konservatuarı Lise devresi Eğitim – Öğretim ve Sınav Yönetmeliği] AMAÇ Madde 1 – Bu Yönetmeliğin amacı, müzik ve sahne sanatları alanında orta-öğretim seviyesinde eğitim yapan Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet KonservatuVarı lise devresinin eğitim – öğretim, sınavlar ve sınıf geçme esaslarını düzenlememtir. DAYANAK Madde 2 – Bu Yönetmelik, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun 33 üncü maddesinin 1 inci fıkrasının (e) bendi ile 2809 sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilâtı Kanununun 3 üncü maddesinin (e) bendine dayanılarak hazırlanmıştır.
       Dört yılda-bir ve Millî Eğitim Bakanının daveti üzerine olağan-üstü de toplanan Millî Eğitim Şurası’nın üyelerinin şunları bilmeleri gerekir:
1- Şura’toplantılarına 4 Batı Müziği KonservatuVarı Müdürü veya yerine gönderecekleri Anabölüm Başkanı ile İstanbul ile İzmir Türk Musikisi Devlet Konservatuarlarından birer Müzikoloji ve Kompozisyon Anabölüm Başkanı (Rektörlükce, müzikle ilgisi olmayan bir fakülteden bir profesör, Kunservatuara Müdür tayin edilmektedir.) Şura’ya üye olarak katılmalıdır. Buna paralel olarak; 1.3.1993 tarihli Tebliğler Dergisi ile duyurulan “Özel İhtisas Komisyonları Çalışma Esasları Yönergesi”ne de, üye tesbiti konusunda, aynı usule uyulması mecburiyeti ilâve edilmelidir; çünkü Şura,  bu komisyonlardan gelen teklfleri görüşmektedir!!!..
       Batı müziği öğretimi yapan Devlet KonservatuVarları ile Türk musikisi Devlet Konservatuarlarının temel farklılıklarını yukarıda arz etmiştim. Ayrıca: Batı müziği öğretimi yaptıkları halde, bunu isimlerinde zikretmezler; “Devlet KonservatuVarı” demekle yetinirler; “konservatuar” yerine “konservatuvar” yazımını kullanmaları, verilen kararda, düzenlenen mevzuatta kimlerin etkili olduğunu belli eder!!.. Ankara’da Türk musikisi konservatuarı olmadığından, bazı kurumların desteğini de alarak, Türk musikisinin Türkiye’de büyük çoğunluğa hizmetini, seslenişini engelleme gayretindedirler; resmî kongrede Millî / Soylu musikimize “çağdışı!” diye hakaret ettiklerini, bu web-site’min “Türk musikisi” bölümünde yazmış idim…                 
      
    2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nun getirdiği “Sanatta yeterlik” ünvânı, yalnızca, Yurdumuzda toplam mevcùdu 19 olan Batı müziği Devlet konservatuVarı öğretim elemanları için bir özel hüküm olduğuna göre, Yurdumuzda yalnızca 3 ilimizde bulunan Türk Musikisi Devlet konservatuarları öğretim elemanları ve öğretim üyelerine, 2547 sayılı Kanunun 3. maddesi genel hükümleri uygulanarak “sanatta yeterlik ve sanatçı” değil “doktora ve doktor” ünvanları verilerekyorum ve tatbik hatâsından dönülmelidir. Müzik hakkında yeterli bilgisi olmayanlar kabul etmelidirler ki; her ikisi de “Konservatuar” adını taşımakda ise de; Batı müziği konservatuarı ile Türk musikisi konservatuarı, öğrenci yetiştirme hedefleri bakımından birbirinden tamâmen ayrıdır ve farkı yukarıda anlatılmıştır.25.08.2011
    
T.C. MİLLΠ EĞİTİM  BAKANLIĞININ YÖNERGESİ
YÖK/Millî Eğitim Bakanlığı; İlköğretim okulu mezunlarını da okutan(!)Türk musikisi devlet konservatuarı mezunlarına ve hattâ doçentine, profesörüne ilköğretim okullarında müzik öğretmenliği ‘ne izin vermeyerek NEGATİF AYRIMCILIK yapıyor. (Millî Eğitim Bakanlığı – Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı – Prensip ve Eğitim Sistemi Dairesi Başkanlığı  sorumlu olup; bunu gerçekleştirmek için çıkarılmış  Yönetmelik ve Yönerge ile Özel İhtisas komisyonu ve Alt komisyonları da kurarak buralara – dışarıdan!özel kişiler! çağırması… Yârân ve tevâbî ile dirsek temâsının sürdürülmesi şüphesini de akla getirdiği hususları.. ileride anlatılacaktır. Not: “dışarıdan” ve “özel kişiler” deyimleri Yönergede yazılıdır!!!   23.8.2011) Sahîfa 3’de anlatılan Başkâtipler problemini okuyunuz!  
 
     
Muhterem Başbakanım R.T.ERDOĞAN beyefendiye:
 
      İktidar, kavga-gürültüyle edilmiş meşgul;
  Solcular yön veriyor milletimin kültürüne!..
          VEZİN: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
Uyma şeytâna sakın.. aklını devşir başına;
Kültürün SOYLUsu varken, ne gerek ÇAĞDAŞına!
   VEZİN: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
   Kahretmede “idhâl malı kültür” bizi, usta!..
   Tedbîrini anlat!.. Ne diyorsun bu hususta?..
           …………………………………………..    10 Temmuz 2011 ………………………………………………………………..
                         VEZİN: Mef,ùlü Mefâîlü mefâîlü feùlün
   Evlâ diyerek def’-i mazarrât, işe başla;
   İkmâli gerek.. sonra, hemen celb-i menâfi’ !!
      ………………………… 02 Ekim 2011 Pazar ……………………………………………………
           VEZİN: Mef,ùlü mefâîlü mefâîlü feùlün
    Milletin bozma özelliklerini..
    Batı’nın kültürü kalsın Batı’da!..
         Vezin: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilün(fa’lün)
       TRT TELEGÜN’ün 14 Mayıs 2011 Cumartesi günü yayınlanan haberinden Kültür ve Evkaf Bakanlığı‘nın kurulacağını öğrenen SOYLU KÜLTÜR sevdâlıları; Çağdaş, Turistik, Hibrid, Metastatik, Çakma kültür saltanatı tahrîbâtına son verileceği ümîdi ile, heyecân içinde; 4848 sayılı kanunda değişikliği; bakan, müsteşar ve yardımcıları, teftiş kurulu başkanı, genel müdürlükler ve genel müdürlerinin açıklanacağı günü beklemektedirler.  [ 18.05.2011  Kanun ve kararnamelerde uyduruk kelime kullanılmaması; “çağdaş” gibi mütearrız/saldırgan ve Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya‘nın belirttiğine göre Atatürk’ün dilde aşırı ırkçılık ve tasfiyecilik sonucu kelimeler arasında kullanımdan çıkardığı “ulusal” terimine de yer verilmemesi nâçiz dileğimi arz ederim. ] NOT: 09 Haziran 2011 Perşembe günü, [ Kültür ve Evkaf Bakanlığı kurulmayacağı; Kültür ve Turizm Bakanlığı, eski statüsünü koruyacağı kat’iyyet kesbetmiştir!..]
Korkarım ben:  bolca açtım SOYLU KÜLTÜRbahsini;
Tıfl-ı ebcedhân okur, anlar murâdım aksini !.. 
                                 VEZİN: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün
……………………………………………………………………………………………………………………………………….    
    Millet yabancı, aslını inkâr edenlere;
    “Çağdaş” değil de “SOYLU” olan kültür_isteriz!..
                   VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
         Milletin kültürü?..” taklid sanıyorlar Batı’yı..
     Yerleşir aslını inkâr ile “çağdaş kültür” !..
            Vezin: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)  
Yılmaz, Titiz, Talay, Karakaş, Cem, Güner, Günay..
Teslîm edildi çağdaşa kültür bakanlığı!..
 (Mesut Yılmaz, M.Tınaz Titiz, M.İstemihan Talay, Ercan Karakaş, İsmail Cem, A.Oktay Güner, Ertuğrul Günay)
     VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
                
                    ********************
TRT AVAZ KANALI STÜDYOLARININ AÇILIŞ TÖRENİ  ve düşüncelerim
       20 Eylül 2011 Salı günü, TRT AVAZ Kanalı stüdyolarının açılış töreni dolayısıyla yapılan konuşmalardan bir-kaç cümleyi 21.09.2011 akit‘den aktaracak ve düşüncelerimi arz edeceğim.      
      [Başbakan Yardımcısı sayın Bülent ARINÇ, TRT AVAZ kanalı ile dost ve kardeş ülkekerle seslerini birbirlerine duyurmayı ve merhabalaşmayı; medeniyetin, kültürün temel unsurlarını tekrar biraraya getirmeyi amaçladıklarını belirterek Avaz’ın yayınlarına 21 Mart 2009’da başladığını hatırlatan Arınç, “Bu kanal, Türkiye ile yayınların ulaştığı ülkeler arasında dostluğu, kardeşliği, kültürü medeniyetimizin ortak değerlerini buluşturmak üzere kuruldu” dedi. 2,5 yıldır yayınına devam eden kanalın başarıyla görevini sürdürdüğünü, “Avaz” ismini özellikle seçtiklerini dile getiren Arınç “Sesimizi birbirimize duyurmayı amaçladık, birbirimizle merhabalaşmayı amaçladık” diye konuştu. Arınç, “Biz şu an 42 ülkeye yayın yapan bir kanalız. 250 milyon bizi izliyor. Amacımız bu hinterlandı daha genişletmek ve sesimizi, avazımızı  herkese, her yere duyurabilmek diye konuştu.
       TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, “Tarih, bizi birbirimizden koparmış. Zaman zaman birbirimizle ilişki içerisinde olamamışız, ama gelişen dünya teknolojileri özellikle internet bizi daha yakınlaştırıyor” dedi. Ortak dil konusunda ciddî sıkıntı yaşandığını belirten Şahin, Avaz’ın bir anlamda bunun için kurulduğunu ifade etti. Program içeriklerinin söz konusu ülkelerin iç politikalarına karışmadan gerçekleştiğini ve ortak yayınlar yapıldığını dile getiren Şahin, yayına başlarken ilgili ülkelerin büyükelçilerinden görüş aldıklarını, son olarak Boşnakça ve Arnavutçaya da yayınlarda yer verildiğini kaydetti. Mevcutla yetinmeyeceklerini söyleyen Şahin, kaliteli yayınlar yapacaklarını bildirdi.]
       25.09.2011 > Türk kültürü halk kültüründen ibâret değildir. Klasik/Soylu şiirlerimiz ve klasik/Soylu  mùsıkîmizden eserler de sunmak gerekir :
           Türk san’atında başta dilin, mùsıkî gelir :
             Yùnus – Beyatlı çizgisi , tanbur-kemençe-ney !..
              … Vezni: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün       ( TRT ÂVÂZ programcılarına “andıç’dır ) …
 
        AVAZ isminin seçilişi çok isâbetli olmuş ise de, Daaavut kelimesini telâffuz edemeyen TRT sipikerleri, AAAvaaaz kelimesini doğru söyleyebiliyorlar mı? Vak’a yerine vakaaa, neş’e yerine neşe, hâtıra yerine hâtıraaa, sâha yerine sahaaa… diyen TRT spikerleri…  Yudumuzda, halk arasında, avaz kelimesideki “a”lar, “avazı çıktığı kadar” misâlinde olduğu gibi kısa okunmakda ise de, Türk cumhùriyetlerine “galat-ı meşhùr” ile hitâb edemeyiz. Klasik/Soylu edebiyâtımızdan 3 misâl sunuyorum: 1) Bu kelimeyi Hz.Mevlâna şöyle telâffuz etmişdir: ” Vaaay kez aaavaaaz-ı in bistuuu çehaaar / Kââârvan bugzeştu biiigeh şud nehaaar ” Vezni>Fâilâtün fâilâtün Fâilün  2)  Hilmi Özgen: “Mürg-i dilden çok gazel tarh eylemek mümkün ama / Gûş-i takdir sâğır_olmuş, boş gider âvâzımız” Vezni> Fâilâtün fâilâün fâilâtün fâilün (Not: İsmail Baha Sürelsan tarafından acemaşîran/yürüksemâî olarak bestelenmiştir.)     3) Cahit Öney: “Elbet_eylerdiii refaaakat Suuur ile / Duysa İsraaafil senin âvâzını” Vezni> Fâilâtün fâilâtün fâilün       İyi derecede arùz bilenler, doğru telâffuz ederler. Klasik edebiyat metinlerini, klasik bestelerin güftelerini, mahcùb etmeden, bir “okutman/lektör” gibi okuyabilecek sipikerlerimiz yoktur. Türk Dil Kurumu da, sipikelerin öğrenmelerini kolaylaştıracak, hepsi de klavyede mecùd “telâffùz işâretleri”ni kabùl etmemeğe yeminlidir. Halbuki Fansızlar bu işâretlerin tamâmını kullanmaktadırlar.            
                  
                                                                                       *************************************
 
TDK  TÜRK DİLİNE ZARAR VERİYOR (Güncelleştirme:  (03.12.2010) 27/29/30.3.2011 08 Mayıs 2011  Sayın Bülent ARINÇ

       Anayasamızın 3 üncü maddesinde (1)  Dilimiz, Bayrağımız, Millî marşımız târif edilmiş ve 4 üncü maddesinde(2)  koruma altına alınmıştır. 

 Türk Bayrağı ile ilgili yasaklar ve cezâlar  22.09.1983 kabul tarihli, 2893 numaralı “Türk Bayrağı Kanunu” 7 nci, 8 inci maddelerinde; 17.03.1985 yayın tarihli “Türk Bayrağı Tüzüğü” 25 ve 26 ncı maddelerinde sıralanmıştır.  

 İstiklâl Marşımızın Mehmet Akif (Ersoy)’a (1873 – 27.12.1936) ait güftesi 12 Mart 1921 tarihinde TBMM’nde kabul edilmiştir; Osman Zeki Üngör (1880 – 28.02.1958)’e ait bestesi ise, herşeyden önce notası ile belirlidir. NOTUM> Hâfızam beni yanıltmıyorsa: TBMM’nin 1921’de kabùl ettiği şiirde “Ulusun” kelimesi yoktu; “Milletin” vardı. İstiklâl marşımızın şiiri, kànùn ile tesbît edildiğine göre, hangi kànùn ile değiştirilmiştir?.. Tekrâr edeyim: Hâfızam beni yanıltıyorsa peşînen özür dilerim. Lûtfen araştırılsın.                                 Dilimizin bütün kelimeleri tesbît edilip dondurulması ilim-dışı olduğundan yararlanılarak dilimize yapılan müdâhalelerin verdiği zararlar, faydadan çok daha fazladır. 1930’lu ve hattâ çok daha sonraki yıllarda şu gerçekle  övünülürdü: Yuguslavya’dan Doğu Türkistan’a seyâhat etseniz, oralardaki Türklerle anlaşabilirsiniz!.. Günümüzde de devâm eden TASFİYECİLİK / DİL KIRIM, bu husùsiyeti büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. 

ATATÜRK  ve  Türk dili

 Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA’nın ”Atatürk ve Türk dili” başlıklı konferansını Google’dan özetleyeceğim:
[[[ Türk Dil Kurumunun Sayın Başkanı, Pek değerli hocalarım ve meslektaşlarım, Değerli konuklar ve sevgili öğrenciler.Sözlerime Azerbaycan’ın başşehri Bakû’de duyduğum bir atasözü ile başlamak istiyorum. Mazine gülle atsan, istikbal seni topa tutar. (…..) Şimdi Atatürk’ün Türk dilini değerlendirdiği üç devreden birincisini inceleyelim. Bu ilk devreye ben Aşırı özleştirmecilik ”Tasfiyecilik devresi adını veriyorum. (…..) Atatürk’ün Türk dilini değerlendirdiği üç devreden ikincisini inceleyelim. Bu ikinci devreye ben mutedil özleştirmecilik ” Tereddüt” devresi adını veriyorum. (…..) Atatürk’ün Türk dilini değerlendirdiği üç devreden üçüncüsünü inceleyelim. Bu üçüncü devreye ben Güneş-Dil Teorisi yani “Özleştirmeyi red, yaşayan dile dönüş” devresi adını veriyorum. Bu devre 24 Ağustos 1936 Güneş-Dil Teorisi’nin ilanından 10 Kasım 1938 tarihinde Atatürk’ün vefatına kadar olan devredir. (..) Güneş-Dil Teorisi’nin dil davasındaki müspet yönü tasfiyecilik ve özleştirmecilikteki aşırılığı durdurmasıdır. (..) Atatürk bu üçüncü devrede, konuşma ve yazılarında, yeni kelimelerden kamutay, saylav, ulus, ulusal, siyasa, siyasal, tecim, ajun, genelik… vb. gibileri yerine yaşayan Türkçedeki Millet Meclisi, millet vekili, millet, milli, siyaset, siyasi, ticaret, dünya, refah  vb. gibi kelimeleri kullanarak tercihini belirtmiştir. Yani dilde aşırı ırkçı ve tasfiyeci olanların görünüşünü terk ve reddetmiştir. 1937 yılının Eylülünden sonra da vefatına kadar Güneş-Dil Teorisi’nden bahsetmemiştir. Tasfiyeciliğin ve özleştirmeciliğin red ve terk edildiği bu üçüncü devrenin sonunda Atatürk, dil bayramını şu mesajla kutluyordu. “Dil Bayramı münasebetiyle bana karşı gösterilen temiz duygulardan çok mütehassis oldum. Teşekkür eder verimli çalışmalarınızda sürekli başarılar dilerim.”  (…..)  1950-1960 arasında Türk Dil Kurumunda ciddi ve tutarlı çalışmalar yapıldı. (..) Ama 1960’la 1980 arasında, burada iyi çalışmalar olduğunu söylemek mümkün değil. Bir defa 1960’la 1980 arasında her 4-5 yılda bir Türk imlâsına müdahale edilmiş. Her 4-5 yılda bir imlâyı değiştirmişler. (..) Türkçeyi yüzde 80 Türkçeleştirdik diye övünen kişiler aslında dili yüzde 80 fakirleştirmişlerdir. Kullanılan kelimeleri bu Arapça, bu Farsça, bu Fransızca, bu İngilizce, bu Grekçe diyerek dilde kullanılan kelimeleri atmışlar. Bin yıldan beri kullandığın kelimeler gitmiş yerine halkın bilmediği, anlamadığı uydurmaları gelmiş. (…..) Sözlükler dil öğrenme kitabı mıdır? Sözlükler bir dilin hazinesidir. Siz hazineyi boşaltıyorsunuz. (..) Dolayısıyla tasfiyecilik hiçbir zaman doğru bir yol değildir. Bundan vazgeçilmeli. 1950-60, 1960-80 arasındaki iki durumu arz ettim. İmlaya ve kelime kadrosuna müdahaleyi. Üçüncüsü daha mühimdir. Bu ideolojik yapılanmadır. Bu kurumun içerisinde mesleği dil olmayan, mesleği edebiyat olmayan, 1932’den beri seçilen parti başkanları, parti üyeleri, Anayasa Mahkemesi üyeleri 622 kişi.  Yani mesleği dil ve edebiyat olmayan yüzlerce kişi. Onların kendilerinin hatıralarından öğreniyorduk ki, bazıları Leninci, bazıları Maocu, bazıları Arnavutçu, bazıları Çinci, bazıları nurcu. Bunu kendileri yazıyordu, dehşete düşüyorduk. (..) Biz dilciler, bizim mesleğimiz olduğu için Türk cemiyetinin hangi uçurumun kenarından döndüğünü gördük. Ben size bir şey daha söyleyeyim. Bu gibi kelimeler dışarıda hazırlanıp geliyor. Benim elimde delilleri var. Türkçedeki Yeni Kelimeler Sözlüğü.  Moskova’da hazırlanıyor. Kardeşim sana ne?  Orada hazırlanıyor buraya geliyor. Bizlere tamim ediliyor. Şu eski kelimeleri kullanmayın, şu yenilerini kullanın. (…..) Doğrusu olan Tâlibân mı diyeceğiz, yoksa merhum Adnan Ötüken‘in diliyle söyleyeyim, dilini eşek arısı sokasıca spikerin dediği gibi Taliban mı diyeceğiz? Doğru şekli olan Pâkistân mı diyeceğiz, yoksa çok tanınmış 32. Gün yorumcusunun söylediği gibi Pakistan mı diyeceğiz.  (…) Müslüman bir ülkenin başkanı olan Ahmed Şükrânî ,  Fransızca imlâsıyla Türkiye’de yıllarca Sukarno  diye anılmadı mı?  (…..)
    (…..) Yüksek Kurumun Başkanının dediği gibi başka sesler de olacaktır.  Tenkit de edileceğiz. Haklı iseler biz düzelteceğiz. Haksız iseler doğru bildiğimiz yolda yürüyeceğiz. Demokrasilerde başka kişilerin görüşlerini dinlemek de bir fazilettir.
       Sözlerime son verirken hepinizin Dil Bayramını kutluyor, saygılar ve sevgiler sunuyorum. ]]]
       Doğrusu  olan  Dâvutoğlu mu  diyeceğiz,  yoksa  merhum  Adnan Ötüken’in diliyle söyleyeyim, dilini eşek arısı sokasıca spikerin dediği gibi Davutoğlu mu diyeceğiz?
 
                      Niye ısrarla “Davut?” der hâlâ;
              Dili zenbùra emânet spiker?!..
                                              VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilün(fa’lün)
                                                             Zenbùr = Eşek arısı
 
          Yanlışlığın müsebbibidir “Dil-kırımcı“lar :
      Dâvut “Davut”sa Nâsır’a elbet “Nasır” denir!..
                          VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
 
 Hatır-gönül için_aslında çiğ tavuk yiyemez!..
Obâma derse de, Dâvut nedense hiç diyemez!..
               VEZİN: Mefâilün feilâtün mefâilün feilün 
  
    
     “Dünya” denmekte iken “Düny┑ya;
     “Hâtırâââ” denmededir “Hâtıra”ya!..
                                                                                                                 c.Öney
                                 Vezni: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilün(fa’lün) 
                 
                 Bir yer ki; ismi “dil kırımı“ndan kinâyedir,
                 Resmî sıfatla, “Türkçe” diyor “Uydurukça“ya!..
                                                                     C.Öney
                            Vezni: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
 
 
       [[[[ Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA‘nın konferansından:Türkçeyi yüzde 80 Türkçeleştirdik diye övünen kişiler aslında dili yüzde 80 fakirleştirmişlerdir. Kullanılan kelimeleri bu Arapça, bu Farsça, bu Fransızca, bu İngilizce, bu Grekçe diyerek dilde kullanılan kelimeleri atmışlar. Bin yıldan beri kullandığın kelimeler gitmiş yerine halkın bilmediği, anlamadığı uydurmaları gelmiş. (…..) Sözlükler dil öğrenme kitabı mıdır? Sözlükler bir dilin hazinesidir. Siz hazineyi boşaltıyorsunuz. (….) Dolayısıyla tasfiyecilik hiçbir zaman doğru değildir. Bundan vazgeçilmeli.    GOOGLE’dan 04.01.2011  16:35  ….. TDK Başkanı Şükrü Haluk Akalın kabulde Başbakan Erdoğan’a yenilenen Türkçe Sözlük hediye etti. Erdoğan güncellenen son sözlükte kaç kelimenin arttığını sordu. Akalın ise 18 bin kelime artışı ile toplam 122 bin 423 kelime bulunduğunu kaydetti. Kabulde Devlet Bakanı Mehmet Aydın da bulundu.  ]]]]  GÜNCELLEME: 17 Temmuz 2011 Pazar akit gazetesi s.2’deki, Sözlükler ne işe yarar? başlıklı köşe-yazısında D.Mehmet DOĞAN‘ın ilk cümleleri: [[ “Safahat ve sözlük” yazımızı okuyan bir edebiyat öğretmeni, “Mehmet Âkif’in yaygın olarak okunan, ezberlenen bir şiirinin kelimelerini ihtiva etmeyen bir sözlüğün yeri çöp tenekesidir!” diye tepkisini ortaya koydu… (x) C.Öney’in 02 Ağustos 2011 Ek’idir.
   Sözkonusu şiir Mehmet Âkif’in “Âsım” isimli şiir kitabının “Çanakkale Şehitlerine” olarak bilinen bölümü idi. Ne yazık ki, Dil Kurumu’nun yeni baskısı yapılan  Türkçe Sözlüğü bu genişletilmiş hâliyle bile, dilimizin gerçekten şaheser bir şiirinin kelimelerini ihtiva etmiyor. ]] Bu köşe-yazı, şu cümlelerle son buluyor:
    [[ Türkçe Sözlük’te “Ezan-ı Muhammedî” yok!  Şiirde geçen  Şehbâl yok, tuhfe yok, bülend yok! “Ruh-u revan yok. (Ruhumücerred var).
     Öğretmenim, şimdi ne yapacaksın bu sözlüğü? ]]
(x) C.Öney’in 02 Ağustos 2011 EK’idir:
     Bir “Kurùmî lûgat” ki, inceleyen :
     “Yazık_olmuş kâğıt, mürekkebe!” der!..
                              VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) mefâilün feilün(fa’lün)
 
      Bu kurùmî lûgat, “haram” sayılır;
     Çünki “isrâf”a bir misâl olmuş!..
                                VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) mefâilün feilün(fa’lün)
 
     Kullanmamış yeterli “telâffuz işâreti” ?..
     Kâmil mi “kesme”, “aksan”ı az kullanan lûgat?
                                 VEZNİ: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
              
 
Muhterem Başbakanım… 122.423 kelimelik Türkçe Sözlük’ünü tanıtırken gerçekleri, niyetini Size anlatmadığı ortaya çıkan Genel Başkan’ı, makàmınıza çağırarak, Mehmet Âkif’in, Yâhyâ Kemâl’n, ezberinizde olan şiirlerde geçen, çocuklarımızın bilmeleri gereken kelimelerin yerlerini 122.423 kelimelik sözlüğü açıp göstermesini istemenizi istirhâm edeceğim için lûtfen beni bağışlayınız.
   
           [[ TDK Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu“ndan: amblem: belirtke, aspiratör: emmeç, raket: vuraç, voleybol: uçan top, tribün: sekilik, duayen: aksakal, kapora: güvenmelik, ipotek: tutu, ultrason: yansılanım(X), afiş: ası, fabrika: üretimevi, atölye: işlik, ajanda: andaç, eküri: ahırdaş, light: yeğni, navigasyon: yolbul, panik: ürkü, sürpriz: şaşırtı, terör: yıldırı, idealist: ülkücü, zapping: geçgeç … ]]
(X) “KILAVUZ” yazdı KURUM.. ültrason: yansılanım ???
         Hangi doktor beye âit bu buluş?? hangi hanım…??
                          VEZİN: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
 Bu ve benzeri kelimeler, her şeyden önce zevk-i millîye aykırıdır. Mehmed Âkif ERSOY, “Şerîf Muhyiddîn‘e” başlıklı şiirinde şöyle demektedir:
 
Melez, soysuz, şerefsiz, parçalardan başka şey yok hîç..
Ne düşkün zevk-i millî.. besteler piç, şâheserler piç!..   
 
 

İlgiliMakaleler:

  • İlgili Makale bulunamadı!..