Etiket: Şükran Ay

• Cuma, Temmuz 21st, 2017
TÜRK MUSİKİSİ ÇALGILARI MÜZESİ (Aşağıdadır)
Güncelleme Türk Dil Kurumu ilk sayfasındadır.
MİLLÎ KÜLTÜRÜMÜZÜN ÖZÜ BU WEB SİTEDEDİR
Neden ANKARA‘da TÜRK Musikisi Devlet Konservatuarı 35 yıldır kurulAmamaktadır???
TÜRKİYE’de 19 BATI Müziği Devlet Konservatuarı ve biri mühmel 3 TÜRK Musikisi Devlet Konservatuarı?   İşte cevâbı:
            İktidar, kavga-gürültüyle edilmiş meşgul;
        Solcular yön veriyor milletimin kültürüne!..
                   VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
  
            Yılmaz, Titiz, Talay, Karakaş, Cem, Güner, Günay…
        Teslîm edildi çağdaşa Kültür Bakanlığı!..
                   VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü  mefâîlü fâilün
(Mesut Yılmaz, M.Tınaz Titiz,  M.İstemihan Talay, Ercan Karakaş,  İsmail Cem,  A.Oktay Güner, Ertuğrul Günay)
                        Millet yabancı, aslını inkâr edenlere;
       “ÇAĞDAŞ” değil de “SOYLU” olan KÜLTÜR_isteriz!..
                                                            VEZNİ: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
             Kahretmede “idhâl malı KÜLTÜR” bizi, usta!..
       Tedbîrini anlat!.. Ne diyorsun bu hususta?..
                                                                                VEZNİ: Mef,ùlü mefâîlü mefâîlü feùlün
           *********************************************************************
Güncelleştirme(27.09.2010): TONALİTE TERİMİ ve ATATÜK   
    1-  MONOLOG

       a) Dinleyici kulağı ile solistlerimiz!..

       b) Etnomüzikoloji.. TRT’ye EK: 23.08.2009( 03 Ramazan 1430 )

       c) Millî Mùsıkîmiz can çekişiyor! (Güncel: 11.08.2009)

 

   2-  METRONOM

   3-  MUSİKİMİZDEKİ DONANIM  (Güncel: 05.03.2010)
  
   4-   NEYZENLER HAKKINDA

 

                           MONOLOG 

 

       Aşağıdaki yazı; müzik bilgisi zayıf, fakat dikkatli bir dinleyici ağzı ile ve mizâhî üslûbla, çala-kalem yazılmakla berâber; ilgililer, bu monologu ilmî bir araştırma konusu yapabilirler.

       Cümleme “San’at mùsıkîmiz..” diye başlayacak iken, aklıma: “Halk mùsıkîmizde san’at yok mu?” haklı îtirâzı geldi. Batıcılarımızın/bat’ıcılarımızın yakıştırdıkları “dîvân müziği”, “enderùn müziği”, “modal müzik”.. terimlerini mi kullanmalıydım?.. Onlar; bizim müziğimizi “Geleneksel müzik” diye de anarlar. Ben, müziğimizin “geleneksel” oluşunu iftihâr vesilesi sayıyor ve “soylu müzik” deyimini ileri sürüyorum. Bir kısım batıcılarımız “bizimki soysuz müzik mi?” diye ister alınsınlar, ister alınmasınlar!.. Dünyânın hiçbir yerinde 1950’den önce örneği, dolayısıyla klâsiği, repertuarı bulunmayan “hibrit müzik” e “çağdaş!” diyenler, benim müziğime “çağdışı müzik” demiş olmuyorlar mı?. Evet.. bu batıcıların benim mùsıkîme “çağdışı” sıfatını taktıklarının 2 delîli, bu web sitemin “Mùsıkîmizde ilim-dışı resmî uygulamalar” bölümündedir(1). Ben de, bilmukàbele “hibrit müzik” deyimini kullanıyorum. Bu deyimin “bilimsel olmadığını” isbât edemezler; ben ise “bilimsel olduğunu” isbât edebilirim!..

        Kudemânın “hasbihâl” dediği “monolog”, konuya girmemi geciktirdi..  

       En gelişmiş müzik âleti, insan vücùdundadır..  müzik sistemine uygun sesleri çıkarır ve bu seslere güfteyi de giydirir.

       Çıkarılan sesler yalın değildir; “çarpma”lar vardır. Çarpma’lar insan sesinde yalnızca işitilir; çalgılarda işitilmekle berâber göz de fark eder: Kemânînin sol el parmağının tel üzerine hem bastığını, hem de titrediğini görürüz; kanùnînin, sol eliyle, tele “kesme” vuruşları da gözümüze çarpmış olmalıdır.

“Çarpma”larda, sistem içindeki perdelere dikkat edilir; Batı müziğinde bu kolaydır; çünkü aralıklar birbirine eşittir (yarım sesler 100 sent aralıklıdır.) Soylu müziğimizde ise, makamlara göre, çarpmalarda bakıye, küçük mücenneb, ikili, artık-ikili aralıklar kullanılır; dörtli, beşli.. aralıklı çarpma’lar kullananlar(kullanabilenler de), çok az da olsa vardır. Özellikle, peste çarpmalar daha nâdirdir. (Hüseyin Sadettin AREL’e göre: 1 koma= 23 sent, bakıyye= 90 sent, küçük-mücenneb= 113 sent, büyük-mücenneb= 180 sent, tanînî= 204 sent, tam-dörtlü= 498 sent, tam-beşli= 702sent, sekizli= 1200 sent) 

İnsanların çıkardıkları müzikal sesleri; baş sesleri, göğüs sesleri ve larenks (hançere) sesleri diye 3’e ayırabiliriz. Larenks sesleri ve onlarla yapılan çarpma’lar soylu mùsıkîmize hastır ve tek sesli olmanın getirdiği meziyetlerden biridir. Batı müziğinde ve hibrit müziğimizde bulunmayan, bu, hançerede nâdir kimselerce oluşturulan çarpmalara halk arasında “gırtlak nâğmesi” denmektedir.

                  Bu hasbihâl bâbında söylediklerimi bilimsel olarak araştırmak, zamânımızda çok kolaydır; kasete, teype, plağa, CD’ye ihtiyaç yoktur: Bilgisayarınızda “You Tube”ye giriniz.. Soylu müziğimize has çarpmalar incelenirken, “çıkıcı” veya “inici” olup olmadıkları da dikkate alınmalıdır.  Batı müziğinin soylusunda çarpma’nın (trille, mordant, appogiature) nasıl yapıldığını tedkîk için “opera aria verdi” yazıp Search’ı tıklayınız; “IL TROVATORE VERDİ Leonora –finale- OFELIA HRISTOVA (Time: 09.32)”yi dinleyiniz.

               Hançerede yapılan çarpmaları incelemek için “makber” yazıp,  Hamiyet Yüceses’i dinleyiniz. Pest’e doğru çarpmalar.. İşte böyle çarpma yapabilenlere solist-assolis denebilir!.. Hamiyet Yüceses gibisi 100 yılda bir gelir!.. Daha sonraki yıllarda da mükemmel hançerelere sahip değerlerden birkaçı: Şükran Ay(1933-23.11.2011,Defni:24.11.2011), Belkıs Akkale, Elâ Altın, Müşerref Akay, Güler Basu Şen, Süheyla Eren,Muazzez Ersoy, Ayşenur Kolivar, Ayşe Taş, Esma Başbuğ ….. Aslında bizim soylu müziğimiz “fasıl müziği”dir. Fasıl ise; takım+şarkıyât demektir. Fasıl içinde, solo olarak, ancak “gazelhân” mertebesindekiler tek olarak seslerini işittirebilirler. Korolarda ise; bütün sesler kaynaşmış olarak işitilecektir ve bu sebeple çarpma yapılmamalıdır.  

             Hamiyet Yüces’e 10 üzerinden 10 verirsek; günümüzde 10 üstünde 8 alacak hançerenin sahibi –tek başına- Belkıs Akkale’dir; hâlen solistlik yapanların hançereleri ise 7’den yukarıya not alamazlar ve sayıları da 5’i 10’u geçmez. “Daim Yusuf Orti = Oğul Oğul Yusuf”da ve Yaylalar’da Ayşenur Kolivar’ı mükemmel buldum.

Yüceses’in zamânında diğer nâdir hançere sâhiplerinden 10 üzerinden 8 alabilecekler: Gençliğinde M.Senar; M.Mukadder, N.Uluerer, Şükran Ay… vardır; kadın hançeresinin çok daha başarılı olduğu görülmektedir. 

Şunu önemle belirteyim: 10 üzerinden 1 veya 2 bile başarıyı ifâde eder; 10 üzerinden 0 (sıfır) ise; Larengeal çarpma (hançere çarpması, gırtlak nağmesi) yapılamadığını gösterir. Bu larengeal çarpmalar (gırtlak nağmesi) konusunu hafife alacak olanlar ya fazla düşünmeyen müzikologlarımız veya –kedi ile ciğer misâlini akla getiren- solistlerimiz olacaktır!.

            Göğüs seslerinde de solistlik değerler vardır.. S. Tanürek gibi.

            1945 – 1955(?) yılları arasında, bu değerli solistleri bulup alkışlarıyla destekleyenler, İstanbul’un (o zamanki İstanbul’un!!..) san’at-bilir sakinleri; Tepebaşı’ndan Bebek’e kadar alandaki gazinolarda fahrî jüri üyeleri gibiydiler. Gazino sahipleri de, bu (gerçek) İstanbulluların alkışlarına uymak zorunda idi.

             Günümüze gelince.. Devir, TV devri.. Özel televizyonları bir yana bırakıyorum; çünkü onların, “T.C. vatandaşlarının san’at zevklerini yüceltmek!” gibi bir mecbùriyetleri yok.. fakat TRT’nin var.. var ise de TRT, özel kanallarla, san’atı değil de çıplaklık çirkinliğini pazarlama yönünde yarış etmede.. Amerikan filmlerindeki ‘yatağından kalkan kadın’ kıyafetiyle (kombinezonla) veya mahalle hamamı kıyâfetiyle (askısız kombinezonla) solistliğe çıkan (solistliğe soyunan!) ve genel bütçeden para alan hanımlar!.. “Eşit hak” anayasal olduğuna göre erkek arkadaşlarının (İslâmî tesettürü de aşan) kapanıklılıkkları nasıl îzâh edilebilir?.

       Derdimiz, yalnızca müzikdeki dejenerasyon mu?..

1945’den îtibâren  marksistlerimiz, bizi biz yapan ne varsa bütün özelliklerimizi değiştirmek için ellerinden geleni yapmışlardır. “DEVRİM” anlayışlarını ilk ve bildiğim kadarıyla son defa, 11.1.1957 tarihli CUMHURİYET’de Nurettin Şazi Kösemihal açıklamıştır: DEVRİM DEMEK BİR TOPLUMUN EKONOMİK ÜRETİM TEKNİKLERİNDEN, ÖRFLERİNDEN, ÂDETLERİNDEN, GELENEKLERİNDEN TUTUN DA EN YÜKSEK DEĞERLERİNE, ZEVKİNE KADAR HER ŞEYİN DEĞİŞMESİ, YERİNE YENİ TEKNİKLERİN, KURALLARIN, DEĞERLERİN KONULMASI DEMEKTİR.(2) İşte marksistlerimizin mârifetlerinden örnekler:

        Öncelikle dilimize saldırmışlardır. Orhan Seyfi Orhon (1890-1972) 1951 baskı tarihli ve İ.İNÖNÜ’yü hicveden HİCİVLER başlıklı kitabındaki dörtlüklerinden birinde şöyle demektedir:

                               Sevilen Tek Yazarın!

                Bozuyor, uyduruyor, eğleniyor dille diye,

         Sevilen tek yazarın kaldı da Nùrullah Ataç;

             En güzel Türkçe yazan, belki de târîhimizin

          En büyük şâiri Yahyâ’yı bıraktın yarı aç!..

 

Orhan Veli ve (garip) arkadaşları; vezin, kàfiye, nazım şekli bir yana; şiirin konusunu, şiir zevkini değiştirmişlerdir. [ “Zevk-i millî” ve “melez, soysuz …… parçalar, besteler” ] hakkında Mehmed Akif Ersoy; “Şerîf Muhyiddîn’e” başlıklı şiirinde şöyle demektedir:

[ Melez, soysuz, şerefsiz parçalardan başka şey yok hîç; / Ne düşkün zevk-i millî.. besteler piç, şâheserler piç. ] Mehmed Akif merhùmum “melez parça” dediğine, ben; “hibrid müzik” diyorum.  [ Dr.C.ÖNEY: Bizim çağdaş modernistler / Yok_etmiş zevk-i millî’yi!. ]   

Katırların, eşeklerin takılarını boynunda taşıyan, saç-sakalla orman kaçkını sanatçılarımız “Arkadaşım eşşek” diye seslenerek ünlü(?) mertebesine çıkmışlar; yurt dışında yurdumuzu-yurtdaşımızı temsîl etmişlerdir.

“Aptülcanbaz?!” tiplemesiyle mütedeyyin kitleyi rencîde edenler, İslâm düşmanlarını cesâretlendirenler ödüllendirilmiştir. Sanatlarını marksizmi yurdumumuzda yaymayı gàye edinenler; Enver Hoca Arnavutluku’ndan, Stalin Rusyası’ndan ve o devir Sırbistanı, Bulgaristanından ödüller devşirmişlerdir. Şimdi de, Nobel ödülü revaçtadır!..  

            İslâm dîni “çocuklarımıza” öğretilemez hâle getirilmiş ve sonucu olarak ahlâkımız, geleneksel san’atımız, zevk almada ölçülermiz bozulmuştur. Çıplak kadınların çirkin gösterilerinden büyük zevk duyan seyirci hanımlarımızın hallerini TV ekranlarında görüyoruz. Bir yanda ilgisiz kalan başımızdakiler ve bir yanda bir Amerikalının söyledikleri: [[ Marmara Üniversitesi’nde “Geleneksel Türk San’atı” konulu bir konferans veren Prof.Dr.Glassie, “Dünyada bana göre gerçek ve güçlü kültüre sâhip iki ülke var. Bunlardan birincisi Japonya, ikincisi de Türkiye’dir.”  1982’de İstanbul’a gelip Süleymaniye Camii’ni görüp ülkesine döndükten sonra Türkçeyi öğrendi. Türk kültürünü tanıdı. Geleneksel san’atların din öğesiyle gelişme gösterdiği konusuna dikkat çeken Prof. Glassie, “sizin bütün san’at eserlerinizde aynı kültürü gördüm. Bu ortak kültür dinden, yâni İslâmiyetten doğmaktadır. San’at dînin çiçeğidir. ABD’de din çok zayıf. Bu yüzden geleneksel san’atlar çok zayıftır” dedi. Prof., daha çok halıcılık ve çinicilik alanlarında araştırma yapıyor. (5 Temmuz 1999 Beklenen VAKİT gazetesi) ]] Prof.Dr. Glassie’nin söylediklerini, Nurettin Şazi Kösemihal’in tarif ettiği DEVRİM’in unsurlarını dikkate alarak yorumlayalım: 1) Türk toplumunun (büyük çoğunluğunun) en yüksek değeri olan İslâmiyete açılan savaş, marksistlerin eseridir. 2) ZEVK hissinin yüceliği, asâleti; edinilen millî kültürden nasiblenir. Bir gayrı müslim olan Amerikalı Prof., Süleymâniye Câmii’ni görüp de hayran kalıyor ve bu sebeple dilimizi öğreniyor!.. Milyonlarca müslüman İstanbullunun, Süleymâniye Câmi-i şerîfi’nin semtine bile uğramamış olduğu gerçeği karşısında hayıflanmamak, utanmamak mümkün mü?.. Bunun da müsebbibi marksistlerdir. Marksistlerimiz Atatürkçülüğü, Kemalizmi, ilk basamak olarak görmekte ve kullanmaktadır. Şimdi ikinci basamak olan “aydınlanma, Anadolu aydınlanması” konusunda gayret göstermektedirler.

Bize bizden çok daha fazla kıymet ve ehemmiyet verenler, bir gayrı müslim Amerikalıdan  mı ibâret?..

Elbette değil.. Diğer bir örneği; Zeynep Göğüş’ün, 01.10.1993 târihli HÜRRİYET’deki “Kim bu Türkçü?” başlıklı yazısını aynen nakl ederek veriyorum:[En büyük değişiklik, Türklerin dünyasının Türkiye Cumhuriyeti etrafında yeniden doğmasıdır. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan halk, kültür ve lisan açısından aynı köke dayanan Türki devletlerdir. Balkan ülkelerine bakıldığında da Türk kökenlilerin sayısı az değil… Artık Ankara ve İatanbul, nüfusu 58 milyon olan Türkiye Cumhuriyeti’nin şehirleri olmakla kalmayıp, yeni Türk dünyasının merkezi olarak da ortaya çıkmaktadırlar.”

   Bu konuşmayı bizden biri yapsa, adamın ne hayalciliğini bırakırız, ne de Atlantikten Çin Seddi’ne edebiyatçılığını… Ne var ki bu sözlerin sahibi, Japonya Araştırmaları Derneği’nin toplantısında dinlediğimiz Japonya Büyükelçisi Yoichi Yamaguchi idi.

  Mükemmel Türkçe konuşan Yamaguchi’ye göre “21’inci asır, Türkiye ve Japonya’nın asrı olabilecektir.”

   Yeni dengelerini kuran Türkiye, Japonya’ya çok önem vermeli. ]

       Marksistlerimizle Batıcılarımız (Türk’ün dilini-edebiyâtını, mùsıkîsini, ahlâkını, mukaddesâtını, mîmârîsini, halk san’atlarını, örfünü, âdetlerini, sofrasını, .. unutturarak yerine, örnek aldıklarının muzahrefâtını ikàme konusunda) el-ele vererek; devletleri ayrı yüce milletimizin birlik/berâberlik imkân ve ihtimâlini yok etmişlerdir ve  milletin özünü temsîl eden bir iktidârı da; sudan problemler empoze ederek “lâfa tutup?” engellemişler, kültürün millîsine değil de turistiğine: “turistik kültür”e yöneltmişlerdir. O hâle geldik ki; san’at aşığı Amerikalı, Japon.. ilim adamlarının ilgisini günümüz, yarınımız değil, geçmişimiz; tahrîf, tahrîb, tahkîr ettiğimiz millî kültür ve san’atımız ilgilendirecektir.

       Millî mùsıkîmizi, soylu mùsıkîmizi soysuzlaştırmak, hibrit(hybrid) müzik hâline indirgemek isteyen millî kültür düşmanlarımızın desteklediği “Târihî Türk mùsıkîsi” deyimi zararlı olduğu kadar, ilmen de yanlıştır. “Târihî Türk edebiyâtı, Târihî Türk şiiri” deyimlerinin yanlış olsuğu gibi.. “Târihî Türk mùsıkîsi” deyimi ile, İslâmiyetten önceki “Pentatonik”devir kastediliyorsa; ona bir diyeceğimiz yoktur.

“Etnos”un “kâfirler” ve “Etnomüzikoloji”nin “kâfirlerin müzik bilimi” demek olduğunu biliyor musunuz?..

Muârızlarımızın bir hedefi de; Soylu mùsıkîmizi, “Etnomüzikoloji” dâhiline sokmaktır.

Hıristiyan müzikologlar, kendi eski (çok seslilikten önceki, hattâ hıristiyanlıktan/Hz. İsa’dan önceki ) müziklerini değil de; “kâfir” saydıkları milletlerin müziklerini Etnomüzikoloji adı altında toplamıştır. Şemseddin Sami’nin, << 14 Şaban 1318, Erenköy   >> imzâlı ve Mihran Efendi’nin Önsözünü taşıyan 2240 sahîfelik lûgatin 992. nci sahîfası ilk sütùnunda: [Ethnique: (Eski kütüb-i dîniye-i nasrâniyede) mecùsî, dinsiz] diye yazılıdır ve yurdumuzda 1930’dan önce basılmış Fransızcadan Türkçeye lûgatlarda Etnomüzikoloji deyimi, maddesi mevcut değildir.

       Batılıların, daha doğrusu Hıristiyanların; Müslümanları ve onlara âit ne varsa her şeyini hakir görme taassubları(bağnazlıkları); “Etnomüzikoloji” terimini ders programlarında kullanmaktan ibâret değildir(Gaziantep Türk Musikisi Devlet Konservatuarı>Bölümler>Müzikoloji Bölümü>Etnomüzikoloji ve Folklor Anabilim Dalı).
ERASMUS NEDİR?                                                              
ERASMUS dalaverasyonu ile hem müslümanlara hakàret etmekte, hem de müslüman genç değerlerimizi, solculuk kostümü ile aldatıp seküler yetiştirmeğe çalışmaktadırlar. 23 Kasım 2010 tarihli AKİT gazetesi 4üncü sahîfasındaki, Prof. Dr. Hacı DURAN’ın, “Erasmus’un Barbarları” başlıklı köşe-yazısından aldıklarımı köşeli parantez içinde sunuyorum:
[[ Erasmus programı, Avrupa Birliği ülkelerinin yüksek öğretim kurumlarında, Avrupalılık bilincini yaymak ve geliştirmek için 1987’de kurulmuş. (…..)
Program kapsamında, Türkiye’den Avrupa Birliği ülkelerine her yıl çok sayıda öğrenci ve akademisyen gitmektedir. Avrupa Birliği ülkelerinden de Türkiye’ye istenen seviyede olmasa da akademisyenler ve üniversite öğrencileri gelmektedir. (…..)
Erasmus veya meşhùr ismiyle söylersek Desiderius Erasmus, 1465-1536 yılları arasında yaşamıştır. Rotterdamlı Erasmus olarak da bilinmektedir. Hümanizmin ve Rönesansın belli-başlı öncülerinden kabul edilmektedir. Aydınlanma sürecini ve çağdaş Batı uygarlığını felsefî mânâda besleyen birisi olarak da bilinmektedir. Kendisi bir Hıristiyan ilâhiyatçısıdır. (…..)
Hoşgörü programına adı verilen bu yenilikçi teolog acabâ Türkleri(Müslümanları) nasıl bilirdi? Türkler hakkındaki kanâati neydl? “Deliliğe Övgü” adlı kitabında şöyle yazmaktadır: “İngilizler, güzellik, müzik ve yemekleriyle, İskoçyalılar ……………………. Türkler ve diğer barbar artıkları ise dinleriyle övünür.(…..) ]]
NOTUM: Aydınlanma>Aydınlanma süreci>Anadolu Aydınlanması terimleri için, bu web site’min TÜRK DİL KURUMU anabölümü’ne bakınız.
ERASMUS plânlaması, misyonerliğin bir kandırmacasıdır. “Batılı?” sıfatına bürünmüş Hıristiyan dünyâsı; [ “Etnos=Kâfirler”, “Barbar artıkları” ] diye hakàret ettikleri müslümanlar ve müslüman Türklerden HOŞGÖRÜ taleb_etmektedirler.
Evet… Bizleri “Etnos = Kâfirler” ve “Erasmus’un Barbarları” olarak tanıtanların “Hoşgörü Kampanyalarına” iştirak bir gaflettir!. Ey ilgililer!.. D’Uyuyor musunuz!?!?
      Bir de, “Fârâbî Değişim Programı”mız var!.. Bu pogram, yurt içinde tatbîk edilmekte.. Fârâbî Programı’na Batılıları dâvet etmenin mânâsız olacağını ifâde edenlere katılmamak mümkün değil ise de.. Ey ilgililer!.. Müslüman ülkeleri, FÂRÂBÎ Değişim Programı’na neden dâvet etmiyorsunuz?!?’
Muhterem Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Bakanlarımız: Müslüman memleketleri ziyâretlerinizde Fârâbî Değişim Programlarımızı da lütfen tanıtınız. Nâçiz notum: [[ MİLLET’in târîf ve teşekkülünde Dil birliği, Irk birliğinin değil; Din birliğinin esas olduğu ]]nu ATATÜRK’ün, 19 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı İSKÂN KANUNU ile tesbît ettiği, bu web site’mim TÜRK DİL KURUMU anabölümünde anlatılmıştır.
ERASMUS Bölümüne 12.04.2012 tarihli EK:
Köşeli parantez içindeki cümleler; “İstanbul, Şubat 2012” baskı tarihli, ÖNSÖZ’ü Ali NAR / Dr. Mehmet AÇIKÖZ tarafından yazılmış, DİNLER ARASI DİYALOG FİTNESİ başlıklı kitabın 143.ncü> sahifalarındaki, Fethullah GÜLEN’in, PAPA’ya
09 Şubat 1998 tarihli mektubundan alınmıştır.
      
       [[ Pek muhterem Papa cenapları,
       (…) Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zatıâlilerinize en derin kalbî teşekkürlerimizi sunarız.
       Papa 6. Pol Cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler Arası Diyalog için Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik.
       (…….) Bir öğrenci değişim programı da çok faydalı olacaktır. İnançlı genç insanların birlikte eğitim görmesi birbirlerine yakınlıklarını arttıracaktır. Öğrenci değişim programı çerçevesinde üç büyük dinin babası olduğu ikrar edilen Hazreti İbrahim’in doğum yeri olarak bilinen Urfa şehrindeki Harran’da bir ilahiyat okulu kurulabilir.  (…)
   (M. Fethullah Gülen / Rabb’in âciz kulu / 9 Şubat 1998)
ERASMUS’a EK: 28 Eylül 2014 tarihli CUMHURİYET’in 6. sayfasında Aydın ENGİN’in “Erasmus Piçleri” başlıklı yazısından cümleler:
       Avrupa Komisyonu, uluslararası öğrenci değiş tokuş programı olarak bilinen Erasmus projesi üstüne bir araştırma yayımladı. (…)  Programın başladığı 1987 yılından beri 3 milyona yakın öğrenci Erasmus’la yurtdışında yaşama fırsatı buldu.
     AB Komisyonu sözcülerinden Pia Ahrenkilde Hansen  konu ile ilgili yaptığı açıklamada, program sonucunda 1 milyon bebeğin dünyaya geldiğini gösteren istatistiğin mutluluk verici olduğunu ve bu rakamın ‘programın birçok pozitif değer yarattığını’ söyledi.
     (…..) Buna olsa olsa sevinilir, özendirilir, yaygınlaşması için çaba gösterilir. (……….)
    
                                                             -:-                    
       Mùsıkîmizi gerçekden sevenlerin hatâları da düzeltilmelidir: “Klasik Türk Musikisi”ne “Tarihî Türk musikisi” demek yanlıştır. “Tarihî Türk musikisi” pentatonik musikimizdir ve biz Türklerin, 10.yy.dan önceki çağda kalmış musikimizdir!..  Türk mùsıkîsi “çağdışı” kabùl edilmiş ve onun yerine, aslında aranjman olan “çağdaş Türk mùsıkîsi” konulmak istenmiştir. (3)
 “T O N A L İ T E”  T E R İ M İ  ve  A T A T Ü R K
GOOGLE’dan:
 
Cevap 4   Prof. Dr. Sadi Irmak’ın Anıları (…)  ..Birdebire “tonalite” kelimesi nereden geliyor diye bir soru açtı. Bazı arkadaşlar bu kelimenin Fransızca olduğunu söylediler. Ata, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman’a bir işaret verdi, bir dakika sonra Fransızca’nın etimolojik kamusu(=sözlüğü) getirildi. Bu kamusta ton kelimesinin latinceden fransızcaya geçtiği ve latinceye de yunancadan aktarıldığı yazılı idi. Biraz sonra Yunanca’nın etimolojik lugati getirildi. Bu lugata göre “ton” kelimesi yunancanın kendi malı değildi. Bir ortaasya dilinden geçmiş olması muhtemeldir, diye yazılı idi. Ata’nın gözlerine baktım. Kıvılcımlar daha da canlandı. Az sonra yakutça lugatinde “ton” kelimesinin bu dilde “ses” manasında kullanıldığı görülüyordu. (…….)
 
            ******************************************************     

                  Yüzyılların kültür merkezi İstanbul’un, İstanbullunun acıklı manzarasına gelince..

            Partilerin, Belediyelerin ileri gelenleri; köylerindeki akrabalarını, kabîlelerini, seçmenlerini, militanlarını.. İstanbul’a getirdiler; vakıf, hazine arazîlerinin, ormanların, dere yataklarının, metruk binaların..  işgaline göz yumdukları gibi, bu gàsıpların inşaat ve iskân ruhsatı almamış/alamayacak evlerine su, elektrik verdiler; otobüs seferleri.. düzenlediler ve MEGAKÖY haline gelen İstanbul’da san’attan anlayan bir yana asayiş, huzur kalmadı. Eski İstanbullulardan milletvekili bir yana mahalle muhtarı bile yok!… Bu düşüncelerle, web-site’min bir yerinde yer alan bir mısraımı tekrarla bu monologa son veriyorum:

                                   İstanbul öldü.. rùhuna İhlâs ve Fâtiha!..  

 

       TRT’YE  Protesto !! (11.04.2008)

1)   ” ALATURKA SOLİST YARIŞMASI “ başlıklı bir sürekli program düzenlenmiş.. Musıkîmize, TRT’nin “ALATURKA?!” demesini bir hatâ, bir ayıp olarak görüyorum. Bir İtalyan, bir Fransız, bir Alman; Çinli, Japon.. musıkîmizi anlatmak için ” Alaturka“ tâbîrini kullanabilir; fakat bir Türk’ün, öz musıkîsine ” Alaturka “ demesi ayıptır. Bir Türk, Çinli, Japon; Batı müziğini anlatırken ” Alafranga“ deyimini kullanabilir. Fakat; bir İtalyan, Fransız, Alman kendi müziğinden bahsederken ” Alafranga “ der mi?.. Bir özel televizyonun programının benzerini yapan TRT’nin, hiç olmazsa bu ayıbı kopya etmemesi gerekirdi. [ 21.02.2009 ilâvesi: 2008 son ayında, milletimizin, iç ve dış önemli olaylarla meşgul olduğu günlerde, TRT, Türk Halk ve Türk San’at musikisi yayınlarını saat 21.00’den ileriye, gece yarısına, sahur vaktine(?) atmış; ötelemiş, itelemiş ve onlardan (boşalan) saatlerini de çocuk programlarıyla kamufle etmiştir. Bu olay, muhterem Cumhurbaşkanımızın, muhterem Başbakanımızın bizzat ilgilenmelerini gerektiren millî kültür mevzùudur!  (Bakınız:TDK) ]

EK:(23.08.2009 – 03 Ramazan 1430) Ramazanın ilk günü, TRT’de ilâhîlerimizin, Salât-ı ümmiyye’nin, Tekbîr’in.. çok-sesli bir koro tarafından icrâsı, sünnî müslümanları yüreğinden yaraladı. Sebebleri:  İslâmî ibâdet ve edebiyat metinlerini, müzik serbestî ve kàidelerine uyarak bestelemek yerine, tecvîde riâyetle seslendiren atalamızın emânetlerini  koral hâle getiren kişi ve  programa izin verenlere :

a) Eser bestelenmemiştir; aranjman söz konusudur.

b) “İntihâl” açıktır

c) Tek sesli bir târîhî eseri çok sesli hâle getirmek, karakalem bir levhayı boyamak gibi bir tahrîfdir; vandalizmdir.

d) TRT’nin, böyle bir programla Ramazan ayına girmesi, sünnî müslümanları yaralamıştır.

e) Başbakanlığın – Diyanet İşleri Başkanlığı görüşüne göre – gereğini yapması gerekmektedir.

Ramazanın ikinci günü TRT’de klâsik Türk musikisi konserine yer verilmesi, Millî musikimizi sevenleri ziyâdesiyle memnùn etmiştir. KONYA MUSİKİ DERNEĞİ, Klasik Türk musikisi konseri ile, Millî musikimiz âşıklarının gönüllerini feth-etmiştir. Karcığâr iki Ağıraksak şarkıyla başlayan konser köçekçelerle son-buldu.  İkinci bölümde Şevkefzâ.. [ “Ser-i zülf-i amberini yüzüne nikàb edersin! : Amber kokulu zülfünün ucunu yüzüne peçe edersin ] şâheserini şarkılar izledi.. Üçüncü bölümde Hicâz şarkılar, köçekçeler.. Dördüncü bölüm, Mâhùr’un verdiği coşku ile son buldu. Ud, ney, kanun.. taksimleri; solistler mükemmel idi. TRT’ye 2 hususda müteşekkirim: Derneklerin konserlerine -benim bildiğim- ilk defa doyurucu bir süre tanındı. Derneğin adı, -benim bildiğim- ilk defa, sürekli olarak sağ-alt köşede yazıldı. Tek hususda özürlü ve üzüntülüyüm: Koroyu başarı ile yöneten sayın profesörün adını yorgun hafızam hatırlayamadı. TRT’nin de; koro yöneticisinin kimliğini başlangıçta söylemekle yetinmemesi, program sonunda olsun tekrarlaması gerekirdi.   

  

     2) 11.04.2008 günü 21.45’deki ”Alaturka Solist Yarışması’nda; Münir        

             Nurettin Selçuk merhùmun ” Dönülmez akşamın ufkundayız.. vakit

         çok geç “ mısraı ile başlayan şarkısı, ” çok-seslendirilerek “ okundu.

         Bu davranış her şeyden önce merhùma saygısızlıktır. Web sitemin

         ilgili bölümünde vaktiyle yazdığımı tekrarlıyorum: Sahibi belirli veya  

 belirsiz bir halk türküsünü veya tek sesli bir Türk san’at musıkîsi eserini çoksesli hâle getirmekle, bir karakalem resmi çok renkli hâle getirmek; vandalizm’e örnek gösterilebilecek bir olaydır. Polifonik bir halk türküsü veya şarkı okumak isteyenler, kendileri bestelerler veya bir bilene sipâriş verirler; buna kimse karışamaz. Fakat başkasının eserlerini bu hâle sokanlar ve buna imkân-izin veren TRT en acı şekilde tenkîd edilir. 

          ———————————————————————————–

(1)

          [ ….. Batı müzikçisi Veysel Arseven 29.5.1976 tarihli CUMHURİYET’de çıkan “gaflet” başlıklı yazısında şunları söylüyor (yazıda karalanan kurum İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konsevatuarı’dır. C.ö.) Son günlerde Çağşı bir müzik kurumunun temelleri atılıyor da ne devlet konservatuarlarından, ne devlet opera ve balelerinden, ne devlet orkestralarından, ne de müzik eğitimi yapan kurumlardan ses çıkıyor. Konuşuyorum bazıları ile.. Hepsi de söyleniyor, homurdanıyor ama, söyleyip yazmaya gelince hepsi de tısss. Herkes dilsiz, herkes uygarlıktan yoksun.]

 

          [ 14.6.1988 – 18.6.1988 tarihleri arasında Ankara’da tertiplenen I.Müzik Kongresi’nde bir kısım Batı müzikçiler millî musikimize çağdışı sıfatını yakıştırarak hakarette bulunmuşlar, tartışmalara sebep olmuşlardır.]                     

 

 (2) CUMHURİYET’den alınan bu tarif 1.11.1957 tarihli MUSİKİ MECMUASI’nda da bulunmaktadır.

 

 (3) “Çağdaş” kelimesi hakkında, web site’min “Dilimize Saygı” bölümünde ek bilgiler vardır.

 

MİLLΠ MÙSIKÎMİZ  CAN ÇEKİŞİYOR !

GÜNCELLEŞTİRME: 12 Nisan 2010
    Sırasıyla; Millî mùsıkimizin adını; daha sonra,  günümüzde öğretilenlerle kudemâdan gelen -az da olsa- bilgilerin farklı olup olmadığını ve sonunda da; âcil yardımı, yoğun bakımı, nihâyet rehabilitasyonu için kimlerin/hangi müesseselerin neler yapabileceğini inceleyelim.

       1) Web sitemin özel bölümlerinde(1) aralıkları eşit olmayan 24 perdeli müzik sistemimizin, Hz.Mevlânâ’dan başlayarak açıklandığını 4 delille belirtmiştim. Elsine-i selâsenin (3 dilin: Arapça, Farsça, Türkçenin) fonetiğine uygun olan bu müzik, Millî mùsıkimizdir(2).

       2) “Millî mùsıkîmiz!.. Türk mùsıkîsi!..” diye günümüzde öğretilenler, kudemâdan gelenlere hiç de uymamaktadır. Birkaç çarpıcı misâl: Günümüz bilgilerimize göre, usûllerimiz; 2 ve 3 zamanlı usûllerin birleşmesinden meydana gelir!.. 20nci yüzyıla gelene kadarki eserlere göre; mùsıkîmizde 2 zamanlı usûl: nimsfyan usùlü de yoktur, 3 zamanlı usûl: semâî usùlü de yoktur.  “Nîmsofyân” terimi 20nci yüzyıl îcâdıdır. 20nci yüzyıla kadar, “Semâî” terimi vardır ama, 6 zamanlı usùlün adıdır.. 20nci yüzyılda, 6 zamanlı usùle de “Yürüksemâî” terimi yakıştırılmış, îcâd edilmiştir. Teori bilimi karmakarışık edilmiştir: “Semâî usùlü kaç zamanlıdır?” diye sorulsa; “- Semâî, günümüzde 3 zamanlı usùlün adı ise de, 20nci yüzyıla gelinceğe kadar 6 zamanlı usùle denirdi” demek lâzım. Mâdem Sofyân’a karşı Nîmsofyânı uydurdunuz, Semâî’nin mânâ kargaşalığını önlemek için, Yürüksemâî yerine Nîmsemâî’yi tercîh etse idiniz ya!.. 20nci yüzyılda, “Türk mùsıkîsi usûlleri teorisi” neden bu hâle sokuldu?.. “Edvârdaki usûller teorisi”ni anlamak, çözümlemek mümkün olamamıştı!. Edvâr’da usûller, arùz teorisinde olduğu gibi “dâirelerle” gösteriliyor ve bir de; usûllerin meydana gelişi konusunda 2 ve 3 zamanlı usûllerden değil,  mânâlandıramadıkları “Heyùlâ-yı usûl”(3)diye bir terimden bahsediliyordu. Makamlar konusunda ise bu derecede hatâlar yapılmamıştır. Konservatuarlarımıza düşen; çok büyük çoğunluğu geçmişle ilgili araştırma projeleri üretmek, şimdilik günümüzde geçerli teorik bilgileri öğretmek, klasik eserlerimizi ve özellkle takımları öğrencilere yorumlamak-sevdirmek, halka sunulan  icrâlarda takım+şarkiyat olan FASIL sunuş şeklini seçmek [[Şarkiyat = Fasıl şarkiları < Giriş müzikleri yoktur; bölmelerin içinde, yâni zemînin, nakarâtın, miyânın içinde enstrümental ezgiler(saz payları) yoktur ve bölmeler arasındaki bölmeden bölmeye geçiş saz payı çok kısadır(kullanılan küçük usùlün yarısı kadardır) ;  koda denen son enstrümental bölüm, sona eren şarkının usùlündedir!… > + Sonluk denen köçekçeler..]] , klasik eserlerin ve fasılların  notalarını  yayınlamak,  öğrenci  korolarını  desteklemekdir.   [ 20nci yüzyılda 3 çok mühim konuda başarı kaydedilmiştir: a) Akustik fizik.. aralıkların tesbîti  b) Zekâîdedezâde Ahmed Irsoy’un himmetiyle klasik eserlerin notalarının tesbiti ve birkısım kompozisyon kàidelerinin – ustadan çırağa gizliliği içinde de olsa- günümüze ulaştırılması(4)

                                 
   ***************************************
c) Dünkü 10 Ağustos 2009 günü vefât eden Etem Ruhi Üngöre Cenâb-ı Hakk’dan rahmet; akrabâlarına, sevenlerine sabr-ı cemîl dilerim.                 Kurduğu “Türk mùsıkîsi çalgıları müzesi en büyük eseri, milletimize emânetidir. Bu müzenin önemi çalgı sayısının 750 oluşu kadar; (Abdülbàkî Nâsır Dede’nin, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin, Neyzen Tevfik’in neyleri), Sultan Abdülazîz’in lâvtası, Tanbùrî Cemil Bey’in tanburu’nun da bu koleksiyonda bulunuşu kıymetini arttırmaktadır. Yıllardanberi kültürün millîsi yerine turistiğini, batılısını(=hıristiyânîsini) tercîh edenlerin ihmâli sonunda bu müze dağılırsa sorumluları işden el çektirilmeli; maddî-mânevî kayıplara sebebiyetten dâvâlar açılmalıdır. Türk mùsıkîsi müzesinin bânii Etem Ruhi Üngör’ün de “101 Türk Büyüğü” arasında yer alması dolayısıyla yapılan törende bulunan sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan‘ın bilgi ve takdirlerine arz ediyorum.  ]
EK(07.12.2010): Çağdaş trustik kültürcüler..
 
 
   **************************************************
  
       3) Edvâr bilgilerini çözümleyemeyenlerin postmodern tasarrufları/darbeleri, mùsıkîmizin otantik, klasik vasfını zedelemiştir. Bu gibi konuları bizde konservatuarlar incelemelidir. Konservatuarlar araştırma projelerini  geleceğe değil, geçmişe yönelik hazırlarlar.Batı’da da müzik sorunları vardır ve konservatuarları geçmişi araştırırlar. Mozart’ın 2 yeni eserini bulmaları gibi… Eskiden kalma elyazısı notalar, yüzyıllar öncesinden kalan çalgıları.. araştırırlar.. Batı’da bu araştırmaları yapmak kolaydır; çünki: 1) Araştırılacak konu azdır. 2) Araştıracak devlet sayısı fazladır. 3) Konservatuarların yanında vakıflar, dernekler, sponsorlar.. mevcuttur. Günümüzde, Millî mùsıkîmizin gerçek yüzünü ortaya çıkarabilecek kimse kalmamıştır!?!?. 1965’lerde hayatta olan büyüklerimize ekip hâlinde çalışma imkânı, hakkı, fırsatı verilmiş olsa idi mes’eleler çözülebilirdi. “Bu zevât kimlerdi ve neden bir araya getirilmedi?” sorusunun cevâbı, bu sitenin göze çarpmayacak  bir yerinde açıklanmıştır.  Usta-çırak zincirinin, (biribine yakın tarihlerde vefat dolayısıyla) kopması sebebiyle beliren Millî mùsıkîmizin gizli kalan hususlarını bundan sonra ancak Batının oriyantalistleri, müzikologları, etnomüzikologları(5) çözebilirler!.

(1) , (2) Bakınız: “Türk Mùsıkîsi” ana bölümünde “Perde sayısına deliller”

(3) Hâşim Bey Mecmùası sahîfa 3’den: [ (…) Heyùlâ-yı usûl anâsır-ı erbaaya teşbih olunub dört alâmet ile ta’rîf olunmuştur.  meselâ düm tek teke teketeke  (…) Tek bir mızrab sâhibidir. Teke iki mızrab sâhibidir. Ârız olan hareketleri vechile Düm iki, dört mızrâba mutasarrıf olur. Tek iki, dört ve altı mızrâba mutasarrıf olur. Teke dört mızrâba mutasarrıf olur. Teketeke sekiz mızrâba  mutasarrıf olur. Alâmet-i merkùm-i sıfat, usûlde zâtî mi yoksa ârızî midir rakamın işâretinden beyan ve izhâr olunur. (…) ] Heyùlâ-yı Usûl konusunda inceleme yapacaklara faydalı olabilir düşüncesiyle, benzerlik taşıyan arùz nazariyâtını sunuyorum: ARÙZ KALIPLARI; TEN(Sebeb-i hafîf, TENE(Sebeb-i sakıyl), TENEN(Veted-i mecmu’), TENNİ(Veted-i mefruk), TENENEN(Fâsıla-i sügrâ), TENENENEN(Fâsıla-i kübrâ)’nın birleşmesiden oluşur: Örnek olarak: Fâilâtün: TEN + TENEN + TEN;  Mütefâilün: TENENEN +TENEN veyâ Mütefâilün: TENE + TEN + TENEN  (Bakınız: Sitemin “KLASİK TÜRK MÙSIKÎSİ ana bölümündeki “Yùnus Emre Arùz Şâiridir” bölümü)  

(4) Gizli tutulan bilgilere bir misâl: Ali Rifat Çağatay, araları açık olan Dr. Suphi Ezgiye haber gönderir: “-Bir Lenkfahte eser bestelesin de görelim.” Bu işde bir incelik olduğunu sezen Ezgi, bu usûlde beste yapmakda üstâd olan Z.D. A. Irsoy’dan aldığı gizli bilgilerle Lenkfahte beste yapar. 

(5) “Etnomüzikoloji” deyimi için; sitenin “Monolog” bölümüne bakınız.                       

===========================================
Hâşim Bey Mecmùası’ndan (bu Mecmùanın yazımı Hicrî 1280 senesi Zilkàde ayı ortasında, Mîlâdî 1864’de tamamlanmıştır.) 1-2 paragraf alıntı yapayım:
Varak 22’den>  (…) Bundan sonra serperde-i ümmehât-ı râstdan mütevellid makàmâtın seyr ü hareketleri ve müteahhirîne göre serperde-i ümmehât-ı mùsıkî dügâhdan mütevellid makàmâtın seyr ü hareketleri ber-vechi tafsîl şerh ü beyân kılınmış olmakla*râstdan mütevellid makàmâtın seyr ü hareketleri  >>Der ta’rîf-i makàm-ı râst >> İbtidâ perde-i râstdan başlayub dügâh segâh çârgâh nevâ hüseynî evc gerdâniye basarak muhayyere kadar çikub ba’dehu muhayyerden gerdâniye acem hüseynî nevâ çârgâh segâh dügâh rast ırâk aşîrân perdesiyle bir yegâh açub tekrâr yegâh aşîran ırâk râst dügâh açarak yine ırâk ile râstda karâr ider  Bu kâide ancak sâzendelere cârî ise de hânendegân esnâyı agàze-i taksîm sırasında ihtirâ’-gerdesi olàn nağme îcâbına göre çârgâh yerine hicâz ve segâh yerine kürdî basarak pesendîde-i uslûbî  üzere râstda karâr ider yine makàm-ı râstın seyrindendir  ve bu makàm alafrangada dahî  mevcùd olduğundan sol tonu ta’bîr iderler    zeylde notasında gösterilmiştir (Aynen ve tamâmen yazılmıştır. c.ö.)
Varak 21’den: (…) ve ba’zı eshâb-ı fenn-i yakıyn indinde asl-ı makàm dörtdür   anâsır-ı erbaaya tatbiykan usùl-i darb dahî dörtdür   bu dört makàmdan tevellid iden perde-i makàmât onaltıncı derecede nihâyet bulur   yegâhdan tîzhüseynîye varınca ba’zı sazlarda tîzacem tîzgerdâniye dahî isti’mâli vardır   ve bu onaltı perdenin her iki temâm perde beyninde bir ve iki nîm ya’ni yarım perde zuhùr ider    bunlarla berâber cümlesi otuzaltı perde olur   bunların mecmùı tanbùr dedikleri sâzda mevcùddur  bunlardan mâadâ gerek serperde-i ümmehât-ı râstdan mütevellid ve müteahhirîne göre serperde-i ümmehât-ı dügâhdan mütevellid terâkîb ü şuabât kesîr olduğu cihetle cümlesi bu edvârda dâire dâire beyân kılınmışdır (…)                  

  Aşağıdaki yazı, Musiki Mecmuası Ağustos/Eylül 1958 sayı 126/127’den alınmıştır.

Faydalı Bilgiler

                            METRONOM HAKKINDA

       Metronom hakkında bilgi veren ilmî yazılar Mecmuamızın muhtelif sayılarında çıkmıştı. Ben; bu aletin bizzat kendisinden bahsetmeyerek metronom işaretinden pratikte istifade yollarını bildirmek istiyorum.

       Bir musiki saz veya söz eserini tesbit eden nota satırlarının ilkinin bazan sol tarafında, bazan sol yukarısında ekseriya bir sekizlik nota ile önünde musavi (eşit) işareti ve bir sayı görürüz. Beste yapmakla meşgul olanların, bu işaretlerin ne şekilde hesap edilerek kaydedilmesi; eseri icra edeceklerin, bu işaretlerden ne yolda istifade edilmesi gerektiği hakkında bilgili olmaları iktiza eder.

       Bestakâr, bestelediği bir esere şu şekilde metronom işareti koyar: Önüne saniyeli br saat alarak gayet muntazam bir ritm ile tam 60 saniye müddetle nota mırıldanır. 60 saniye zarfında kaç batuta okumuş olduğunu sayarak bulduğu adedi usul bildiren kesrin sureti (payı) ile zarbeder (çarpar). Bulduğu sayıyı, usul bildiren kesrin mahreci (paydası) kıymetindeki bir notaya, yani payda 4 ise dörtlüğe, 8 ise sekizliğe.. eşit gösterir.

       İcrakâr, metrenom işaretinden şu şekilde istifade eder: Metrenom işareti, meselâ, sekizli eşit 108 ve usul bildiren kesir 9 bölü 8 olsun. Sekizli eşit 108 bize 60 saniyede 108 adet sekizlik nota icra edileceğini gösterir. 9 Bölü 8 ise her batutada 9 adet sekizlik nota (sükût işaretleri tabiidir ki buna dahildir) bulunduğunu ifade eder. 108’i dokuza bölersek 12 rakkamını buluruz. Bu hesabı yapan icrakâr, 12 batutanın, eserin neresinde nihayet bulduğunu işaretler. Saniyeli saate bakarak tam 60 saniyede 12 batuta okuyacak sür’atte bir ritm elde edebilmek içim mümâreseler yapar. Ve arzu edilen yürüklüğü temin etmiş olur.

       Metronom işareti olarak bazan bir tek nota yerine bir usul, mürekkep bir usulün bir basit parçası bir sayıya eşit gösterilir. Meselâ, Mecmuamızın 10. ncu sayısında çıkan Köyden Haber’in 4. ncü hanesi başında, noktalı sekizlik ve sekizlik, yani yarım usul, dolayısıyla yarım batuta 144’e eşit gösterilmiştir. Bu işaret bize, 60 saniye zarfında 144 yarım batutanın yani 72 tam batutanın icra olunacağını gösterir. 4. nücü hanede 72 batuta ve hattâ yarısı kadar batuta olmadığından dörtte biri olan 18. nci batutanın nihayet bulduğu yeri işaretleriz ve bu 18 batutayı (dakikanın dörtte biri olan) 15 saniyede icra edebilecek şekilde çalışmalara başlarız.

       Metronom işaretinin bir faydası da eserin ne kadar zaman zarfında nihayet bulacağını bildirmesidir. Bu husus Mecmuamızın 10. ncu sayısında tafsil olunmuştur.

Dr. Cahit Öney

 

=====================================

———————————————————————-
 
Halil Can merhumdan alınan bilgi ile yazılmış bir yazı ( Mart 1959 tarihli, 133 sayılı Musiki Mecmuası’nın 19. ncu sayfasındaki “Neyzenler Hakkında” başlıklı imzasız yazı muhtemelen merhum Lâika Karabey’indir.)

 

                                   Neyzenler Hakkında

 

       Neyzenler hakkında: Halil Can beyden alınan kısa malûmatı aynen naklediyoruz:

 

       Neyzenlerin terceme-i halini değil, fakat bilinen en eski neyzenleri tanımak isteyen bir okuyucumuza şu malûmatı verebiliyoruz:

 

       1 – Şeyh Said Efendi merhum Beşiktaş Mevlevihanesi Şeyhidir ve bunun üvey oğlu Dede Salih Efendi (Şehnaz Peşrevi sahibi). Dede ünvanı, eğer çile çıkarırsa Dede sona alınıyor, çıkarmamış ise Dede başa alınıyor.

 

       2 – Şeyh Said’in iki talebesi vardır. Biri Salih Efendi diğeri Yusuf Paşa.  (Yusuf Paşa Şeyh Said’in oğludur).

       Şeyh Said ölünce Yusuf Paşa musika-i Hümâyunda olduğu için kendisine meşihat tevcih edilmiyor. O zaman Mor’a Yenişehri Mevlevîhanesi postnişini ve meşhur Şair Yenişehirli Avni Beyin kain pederi olan büyük Nazif Dede’ye meşihat tevcih ediliyor. (Başka Nazif Dede de vardır. Acem Aşiran âyını besteleyen Şeyh Hüsein Fahreddin Efendinin banasıdır).

       Yusuf Paşa’nın iki talebesi vardır. Biri Sâlim bey, diğeri şeyh Hüseyin Fahrettin efendi.

       Salim Beyin kabri Üsküdarda Sandıkçı dergâhındadır. Bu dergâhta zikir esnasında vefat etmiştir.

       Salim Beyin en güzide talebesi Aziz Dededir. Aziz Dededin en güzide talebesi de Emin Dededir. Emin Dede en velûd ney hocasıdır. 18 kişi icazet almıştır.

 

       Galata Şeyhi Ahmed Celâleddin Dede Mısır Mevlevîhanesinde 25 sene neyzenlik yapmış ve 96 yaşında vefat etmiştir. İstanbulda Kacaahmet de medfundur.

Divan teşkil edecek kadar tasavvufî şiirleri vardır.

Büyük Türk şairlerinin “A” harfinde (Ahmed Celaleddin Baykara) nın terceme-i hali ve resmi mevcuttur.

İlgiliMakaleler:

  • İlgili Makale bulunamadı!..