Yukarıda arzettiklerime dayanarak, el-ahrufu’s-seb’a`nın 40 çeşit yorumu terkedilsin de benim görüşüm kabùl edilsin şeklinde bir isteğim kat’iyyen yoktur. İsteğim; görüşümün, 41inci bir tahmîn olarak kabùlüdür.
Şu husùsu da yazmaktan kendimi alamıyorum: İlim hazînesinin Başsözcüsü sevgili Peygamberimizin(S.A.S.); huzùrda tilâvette bulunanlardan; “hareke değişikliği yapana: Doğru okudun!” , “irâb değişikliği yapana: Doğru okudun!” , “teleffuz değişikliği yapana: Doğru okudun!.” , “iştikak hatâsı yapana: Sen de doğru okudun” …. buyurduklarını kabûl edemiyorum; çünkü bunun sonu: “Hatâ yapın ama, hatâ çeşidi 7’yi aşmasın!”a varır. Ayrıca, 7 harfin; hadîs-i şerîflerde zikredilen şifâ verici husûsiyeti, yorum yapılırken görmemezlikden gelinmemelidir( Site’min “Klasik Türk Mùsıkîsi” bölümünde bu konularda teferùat vardır.. lûtfen inceleyiniz.)
Varsa şâyet yanlışım ma’zûûûr gör:
Ey azîz; Allàhu a’lem bissevâb!..
ÖNEMLİ NOT:
Bir kısım müzikologlarımızdan şöyle bir i’tirâz gelebilir:
[ Batı müziğinin 12 perdeli, musikimizin 24 perdeli olduğunu söylüyor, 24 perdeden 7’sinin ana-sesler olduğunu ilâve ediyor ve bu 7 ses üzerinde duruyorsunuz. Bu doğru kabùl edilse bile, Batı müziğinin 12 perdesinin de 7’si ana-sesdir. Ve bu sesler; Batı müziğinde DO RE Mİ FA SOL LA Sİ olup; musikimizdeki Çargâh:Do, Nevâ:Re, Hüseynî: Mi …. dir; yani, Batı müziğinde ve musikimizde, her ikisinde ana-perdeler sayısı 7’dir ve sadece isimleri değiştirilmiştir. ]
Batı müziğinde ve millî musikimizdeki ana-perdeler, çok kimsenin bilgileri aksine, birbirinin aynı değildir. Örnek olarak Batının 440 titreşimli LÂ’sına göre DÜGÂH’ı akord ediniz; Sİ’nin frekansı ile BÛSELİK’in frekansı farklı olacaktır, DO’nun frekansı ile ÇÂRGÂH’ın frekansı farklı olacaktır, RE ile NEVÂ’nın …….. frekansı farklı olacaktır. Yâni; Batı’nın ve bizim 7 sesi birbirinin aynı değildir. Ve ilâveten; Batı müzüğinde perde aralıkları birbirine musâvî, bizde ise gayrı musâvîdir. Eğer musiki sistemimizin perde aralıkları birbirine eşit olsa idi (çeyrek sesli olaydı) Batı müziğinin 12 sesinin tam karşılıkları musikimizde yer alacaktı, çünkü bu çeyrek seslerin aralıkları 50 sent olacaktı. Gene de, musikimdeki diğer 12 perdenin karşılıkları Batı müziğinde bulunmayacaktı!..
Bu söylediklerimi, musiki âlimimiz Hüseyin Sâdeddin AREL merhùmun, 1 Mart 1950 tarih – 25 sayılı Musiki Mecmuası’nın 21/22nci sahîfelerinde “Susak Emre” nâm-ı müsteârıyla çıkan Faydalı Bilgiler Türk ve Batı musikisinde perde farklarına dair: başlıklı yazısıyla perçimliyor ve ehemmiyetine binâen yazının tamâmını kaydediyorum: (Bu çizelge incelendiğinde; mùsıkîmizde “çeyrek ses” bulunmadığı da, hüseynî-aşîran ve onu tâkîb eden Acem-aşîran arasında perde olmadığı görülerek anlaşılır.)
(1 mart 1950 tarih, 25 numaralı Musiki Mecmuası’ndan alınmıştır.) >
İslâm âlimlerimize, İslâmî mûsıkî hakkında ilâve bilgiler : ITRÎ MERHUMUN TEKBÎR SESLENDİRMESİ:
Evvelce verdiğim bilgiler, “seslerin kalınlık-incelik seçimi” hakkında idi. Şimdi; “seslerin kısa veya uzun seçimi” konusunda; Musiki Mecmuası’nın Mart 1991 tarih, 432 Nu.lı ve Aralık 1991 tarih, 435 Nu.lı nüshalarında çıkan DÎNÎ MMUSIKÎMİZ başlıklı 2 makàlemden, hiçbir değişiklik yapmadan aldığım cümleleri köşeli parantezler içinde sunuyorum:
[ Dînimiz İSLÂM olduğuna göre dînî mûsıkîmiz İSLÂMÎ MÙSIKÎ’dir. Bir düşüncenin, sözün, fiilin, san’atın.. “islâmî” sıfâtını alabilmesi için Kur’ân veya Hadîslerden kaynaklanması veya en azından bunlara ters düşmemesi gerekir. 50 yıldır dînî (islâmî) mùsıkî hakkında söylenen, yazılan ve öğretilenler “esasda” ve “tamâmen” yanlıştır. Başta “Mahfil sürmesi” olmak üzere “Tilâvet”, “Besmele”, “Tekbîr”, “Ezân”, “Kàmet-İkàmet”, “İç ezân”, “Zikr”, “Tesbîh”, “Temcîd”, “Salât”, “Salevât”,“Salât-ı ümmiyye”.. diye “mûsıkî formları” deyimleri gerçeğe uymamaktadır. Bu sayılanları “seslendiren” zâkir ve müezzinlere “bestekâr”, notaları tesbît edilen bu seslendirmelere “beste” denmesi hatâdır. Sayılan “islâmî metinler” islâm ibâdetine dâhil veya onun mütemmimi (bütünleyicisi) olup müzik kaidelerine göre değil, Tecvîd’e tam riâyetle seslendirilir. (…..) İslâm inancına göre; Kur’ân’ı kerîm Allah kelâmıdır (Kelâmullah’dır). Cebrâîl A.S. (Aleyhisselâm) tarafından Peygamberimize arz-u semâ’ yoluyla ezberletilmekle yetinilmemiş; hâfızdan hâfıza günümüze kadar gelen “seslendiriliş şekli: Tilâvet de tâlim olunmuştur. Müziğin 3 esâsı “ritm”, “melodi”, “form” dur. Ritm, birim-zamanların gruplandırılarak tekrâr ettirilmesinden, melodi ise müzik sistemindeki seslerin (perdelerin) seçilerek kullanılmasından doğar. Tecvîdde hecelerin uzunluk ve kısalıkları periodik olarak tekerrür etmez ve bundan dolayı ritmden, mûsıkî usûlünden bahsedilemez ve MEDD esâsına dayanır. (…..) Kur’ân-ı kerîm aslî yazısında harflerden hangilerinin birbirilerine göre ve ne derecede kalın veyâ ince okunacağı, kısa veyâ uzun okunacağı belirlenmiş ve Tecvîd kitaplarında anlatılmıştır. (…..) Tecvîdde sesin inceltilip kalınlaştırılması kişinin isteğine ve mûsıkî sistemi içindeki perdelere göre değil, tecvîdin TEFHİM ve TERKİK kaidelerine göre yapılır. Tecvîdin bu Medd, Tefhim,Terkik mecburiyetlerine Kur’ân-ı kerîm tilâveti, Ezan, İkàmet (Kàmet), Salevât-ı şerîfeler, Zikrler, Duâlar ile namâzın bitimindeki Tesbih (Subhânallah)-Tahmid (Alhamdülillah)-Tekbîr (Allàhuekber) ki bu son üçüne “muakkibat” denmektedir, riâyet gerekmektedir. 50 yıldır süren yanlış bilgileri değiştirebilmek için Medd, Tefhim, Terkik, Vakf gibi tecvîd kàide ve mecbûriyetlerinden, Secâvend işâretlerinden bahsetmek gerekmektedir.
MEDD:
Kur’ân-ı kerîm tilâvetinde hecelerin (harflerin) “ 1 elif miktârı “ ve daha fazla uzatılmasına Medd denir. “ 1 elif miktârı ” , parmağı yukarı kaldırana kadar veya “ elif ” diyene kadar geçecek zamandır. 1 fetha’nın (üstün’ün) harfi (heceyi) uzatma müddeti ise, “yarım elif miktârı”dır. 1 elif miktârı uzatmağa “Medd-i aslî veya medd-i tabîî veya medd-i zâtî” denir. Hurûf-i medd (uzatma yapılacağını gösteren harfler) harekesiz Elif, Vav, Ye harfleridir. 1 elif miktârından fazla uzatılacaksa bu uzatma harflerinden sonra Hemze ve Cezm işâretleri kullanılır. 2 elif miktârı uzatmağa Medd-i fer’î denir. Harfi (heceyi) 3 elif mikdârı uzatmağa “Tevessüd”, 4 elif miktârı uzatmağa “Tùl” denir. Mùsıkîde bestekâr heceyi istediği kadar uzatabilir; tilâvetde ise heceler istenildiği gibi uzatılamaz; tùl, tevessüd yapılamaz. Medd-i fer’î ’nin çeşitleri ve şartları vardır: Harf-i medden sonra hemze ve vakıf (durak) gelmesi: Medd-i ârız; harf-i medd ile onu tâkîb eden hemzenin aynı kelime içinde bulunması Medd-i muttasıl; harf-i medd ile onu tâkîb eden hemzenin 2 komşu kelime içinde bulunması Medd-i munfasıl; harf-i medden sonra cezm gelmesi Medd-i lâzım; harf-i liyn’den (yâni kendileri sâkin, mâkabli meftûh Vav ve Ye harflerinden) sonra gelmeleri Medd-i liyn’dir(*).
Vakıflarda Tùl, Tevessüd yapılabilir veya kasr ile (medd-i tabîî ile, 1 elif miktârı medd ile) yetinilir. Ayrıca, Medd-i mânevî (a. Ta’zîm ile mubâlaa, b. Yalnızca mubâlaa) da söz konusudur. (…..)
Harflerin sıfât-ı ârızalarından biri olan Medd ‘ e göre 3 çeşit Kur’ân kırâeti vardır:
a) Tahkîk kırâeti: 5 elif miktârına kadar uzatmağa cevaz verir. Türkiye’de “Âsım kırâeti” adı ile bu şekilde kırâet, tilâvet revaçtadır.
b) Tedvîr kırâeti: 3 elif miktârına kadar uzatmağa cevaz verir.
c) Hadr (hader) kırâeti: 1 elif miktârı uzatmağa cevaz verir ki sür!atli okumadır.
TEFHİM ve TERKİK:
(…..) (…..) (Evvelce anlatılmış idi…)
Tecvîd kaideleri Kur’ân-ı kerîm harflarinden hangilerinin hangi hallerde kalın, ince, uzun, kısa okunması gerektiğini (vâcib olduğunu) bildirmekle yetinmemiş; nerelerde nefes alınabileceğini (Sekte), nerelerde durulacağını-sükût edileceğini (Vakıf) de göstermiştir. Vakıf ve Sekte yapılabilecek yerler, harfler üzerinde, “Secâvend” denen küçük harflerle belli edilmiştir.
Pek kısa ve örneksiz-açıklamasız bir kısım tecvîd kàidelerinin nakledilmesinin sebebi, “islâmî ibâdet metinleri” nin seslendirilmesinde müzik kàide ve serbestiyetinin geçerli olmadığını ve Kur’ân-ı kerîm’in, bir müzikçi gözü ile bakıldığında âdetâ bir nota yazısı, ilâhî bir nota yazısı mâhiyetinde olduğunu; tecvîd kàidelerine uymak mecbûriyetini; “islâmî ibâdet metinleri”ni seslendiren imâma-müezzine-zâkire “bestekâr” ve bu seslendirmelere “beste”, “form” denemeyeceğini belirtmek içindir. Kur’ân yazısı; “resm-i hatt”, “ilmü resmi’l-hatt” isimleri ile bir ilim konusudur. ( ….. ) (…..)
(…..) “Mahfel sürmesi müzik formu”; Temcid, Tekbîr, Salât… “form”ları; “Câmi mùsıkîsi”, “minâre mùsıkîsi” gibi hatâlı tâbirler; müezzinlerimizin ve zâkirlerin okuduklarına “beste” ve bunlara tecvîde uygun bu seslendirmelerinden dolayı “bestekâr” sıfatını yakıştırmalar, bir zamanlar “ilm-i şerîf-i mùsıkî” diye tâzimle anılan mùsıkîmizin mü’minlerin gözünden düşmesine ve hattâ Itrî merhùma ilmihâl kitaplarında ta’n edilmesine sebeb olmuştur: [Seâdet-i ebediyye 1970 s.544’de şunlar yazılıdır: “Üçüncü Sultan Muhammed zemânında yaşamış olan Itrî efendi, bir din âlimi değildi. Meşhûr Beethoven gibi bir musiki üstâdı idi. İslâm tekbîrini segâh makamında bestelemekle İslâmiyyete bir hizmet yapmamış, dine bir bid’at karıştırmıştır.” (…..) (……) …]
Meydan-Larousse, “Cami musikisi” maddesinde şunlar kayıtlıdır:
[[ -Mus. Cami musikisi, türk dinî musikisinin birinci dalı. Camilerde okunan musiki eserlerini toplayan kısım. Başlıca formları şunlardır: ezan, salât, Cuma salâtı, bayram salâtı, kurban bayramı salâtı, cenaze salâtı, salât-ı ümmiye, tekbir, mahfil sürmesi, tesbih, miraciye, mevlit, tevşih, münacat, temcit, tehlil. ]] “Câmi mùsıkîsi”, “Minâre mùsıkîsi” diye bir müzik formu, terimi, kavramı yoktur. Buna karşılık bir “Kilise müziği” vardır ve işin tuhaflığına bakınız ki Meydan-Larousse’da “Cami musikisi” maddesi bulunmasına mukàbil “Kilise müziği” maddesi mevcut değidir. Kilise müziğinde korolar, korolarda (ibâdethânede) çalgılar, kadın sesleri vardır. Kilise müziği eserleri “beste”dir, bestekârı vardır ve “ritm”leri, form’ları vardır. (…..) (…..)
İslâmî metinler 2’ye ayrılır: İslâmî ibâdet metinleri; islâmî edebiyat metinleri (şiirler) (…..) (…..) (…..)
ÖNEMLİ NOT’UM: Yukarıda yazdıklarım, 1991’de Musiki Mecmuası’ndan alıntılardır. Konservatuarlarımızın ve hocalarımızın, iddiâlarımı kabûl veyâ red bâbında sesleri çıkmıyor !. Yaşımı ve hastalığımı dlkkate alarak bir müddet daha sabredecekler, her hâlde!..
Bu konuyu iyice deşmeğe karar verdim: Aşağıda yazacaklarım 25.01.2007 tarihlidir ve köşeli parantez içindeki cümleler, Aralık 1991 tarih-435 numaralı Musiki Mecmuası’nda yayımlanan “Dînî Musikimiz II” başlıklı yazımdan aynen alımıştır. “Câmî Musikisi”ne âit formlardan biri olarak bidirilen “MAHFİL SÜRMESİ?!?!” üzerinde etraflıca durmak, hem müzikologlarımızı ve hem de İslâm dîni âlimlerimizi tatmin edecektir. [[ Notası “Nazarî, Amelî Türk Musikisi III” s.72, 73, 74’de kayıtlı böyle bir eserin İslâm dînini ve Arapçayı iyi bilenlerde; Hind asıllı İngiliz yazar Salman Rüşdî’nin “Şeytan Âyetleri” isimli kitabına göterilen tepkiyi hatırlatacak bir infiâl uyandırması mukadderdir. ]] [[ …. İslâm Konferansı Teşkîlâtı ve Ticarî İşbirliği Daimî Komitesi (İSEDAK), bilindiği gibi İstanbul’da AKM’de belirli zamanlarda toplanmakta, açılışında Kur’ân’ı Kerîm tilâvet olunmaktadır. Diyelim ki, kapanışta da bir Devlet korosunun bu müslüman ve seçkin misâfirlere dînî (İslâmî) muhteşem bir eser dinletmek programlanmış ve “koroda yalnız erkek sesleri olsun, hiçbir çalgı bulunmasın!” uyarısına da uyulmuştur. Gene diyelim ki seçilen “parça” da meşhûr Mahfil Sürmesi’dir. Çalgısız erkekler korosu Cumhûr olarak “Allàhümme entesselâm ve minkesselâm..” tazarrùu ile başlamış, İstiâze’yi (Eùzubesmele’yi) müteâkib Âyeti’l-kürsi’yi (yâni Bakara Sùresi’nin 255.ci âyetini) “İnnehù illâ biiznih”e kadar okumuştur. Buradan “illâ bimâ şâe”ye kadar bir kişi (solo) yaptıktan sonra koro (âyetin sonuna Subhânallàh ekleyerek) âyeti bitirmiş, 8 Subhânallàh solo, 10 Subhânallàh koro, 3 Allàhuekber solo, 7 Allàhuekber koro; “Lehül mülkü…” koro; “Yâ Latîf ü Yâ Kâfî….” Esmâ zikri (veyâ Esmâ zikr ilâhîsi) Cumhùren (koro); duâ bölümü (münâvebeli olarak: Solo-Koro-Solo-Koro) ile sonbulmuştur.]] Bu hâl, elbette dinleyen müslümanları dehşete düşürür. Kitabın 3 sahîfesinde usûl/ritm verildiği hâlde şimdiye kadar seslendirilmemiş olması da bundan dolayıdır. [[ Bunun (haklı) sebepleri şunlardır: a- Âyet-i kerîmelerin(burada Âyet-i Kürsî) ve İstiâze’nin(Eùzübesmele’nin) bestelenmesi(bir güfte gözüyle ele alınarak müzik kàidelerine göre seslendirilip Sofyân usùlünde ritmlendirilmesi; b- Âyet-i kerîme ve İstiâze’nin cumhur tarafından okunması; c- Namâz sonrası tilâvet, muakkibât ve duâ’nın müzikal hâline getirildiği “Mahfilsürmesi” adında bir müzik, dînî müzik formu ihdâsıyle geleceğin bestekârlarını aynı formda müzikaller meydana getirmeye teşvik… sükûtla geçiştirilemez!..Muakkibât’daki Tahmîd’in (Elhamdülillâh’ın) unutulmuş olması, hepsinin 33’er defâ zikri gerektiği gibi husùslar üzerinde durmamak lâzımdır; çünkü bu noksanların ikmâliyle eser kemâl bulmayacaktır!.. (….) Sondaki Hamd cümlesi “Velhamdülillâhi Rabbil âlemîn” Durakevferi usùlünde bestelenmiş gösterilmiştir. Merhùm Dr.Suphi Ezgi’nin, hemen bütün dînî-İslâmî musiki eserlerini Durakevferi usùlünde gösterme, bu usùle sığdırmak için düzeltme ve düzenlemelerde bulunma kanâati vardır. (“Temcit-Na’t-Salat-Durak” başlıklı eseri önsözünde ve “Nazarî,Amelî Türk Musikisi V” s.300’de Salât-ı Ümmiyye’yi Durakevferi usùlünde göstermekle berâber, notasını her neşirde Semâî usùlünde vererek tenâkuza düşmüştür. “Temcit-Na’t-Salat-Durak” isimli eseri dipnotunda “bozuk” oldukları iddiâ edilen aslî notalarının Arel kütüphânesi’nden bulunarak karşılaştırılmalarının yapılması, Türk musikisi devlet konservatuarlarımız me’zunlarınun yüksek lisans tezleri için çok faydalı bir konu olurdu.) Dînî (İslâmî) mùsıkî hakkında araştırma yapmak, yazı yazabilmek için islâmî bilgileri, terimleri, prensipleri etraflıca bilmek gerekir. Dr.Suphi Ezgi’nin bir ümmî mü’min kadar islâmî bilgisi bulunmadığı şu sözlerinden anlaşılmaktadır: “Mahfelsürmesi ile namazlardan evvel okunan iç ezanın mürettib ve mucidinin 3.cü Sultan Ahmed zamanında Eyyub Sultan Camii baş müezzini Şeyh Abdülganii gülşenî olduğu muhibbim Nail beyin taharriyatıyle meydana çıkmıştır. Nazarî,Amelî Türk Musikisi III s.75” Namazlardan evvel okunan iç-ezan’ın mùcidi, Abdülganî-i Gülşenî Ef. imiş!” İç-ezân’ın, Peygamberimiz (S.A.V.) zamânında ihdâs olunduğu Hadîs-i Şerîf kitaplarında (Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim…) ve mufassal Kur’ân-i Kerîm tefsirlerinde delilleriyle kayıtlıdır. “İç-ezân, namazlardan evvel okunur imiş!.” İç-ezân namazlardan evvel okunmaz; sâdece cum’a günleri ve imam-hatib hutbeye çıkarken, müezzin mahfilinden okunur; hutbeden inerken de (her farz namâzından önce olduğu gibi) gene müezzin mahfilinden Kàmet getirilir. İç-ezân metni, sabah ezânı müstesnâ, diğer 4 vakit ezânı metninin aynıdır; İç-ezân’da kullanılan makamlar, vakitlere göre muayyen değildir ve daha çeşitlidir; İç-ezân, Dış-ezân’a nisbetle biraz daha sür’atli okunur.]]
[ 9) İslâmî edebiyat metinleri: Müzik kàidelerine göre besteleme, edebiyat metinleri için sözkonusudur; bunlar manzùm(şiir) veyâ mensùr(düzyazı) olabilirler; her iki türde de “iktibas” san’atı uyarınca “dînî ibâdet metninden kelime grupları varsa, bunların bestelenmesinde tecvîd kàidelerine, müzik kàidelerinin verdiği imkân dâhilinde riâyet gerekir. (……) İlk yazıda anlatılan islâmî edebiyat (özellikle islâmî Türk edebiyâtı) metinleri içinde “iktibâs” edilmiş kelimeler, ibâreler husùsuna kısa örnekler sunalım:
ı- “Tahte’s-serâ: “Yerin altındakiler” mânâsındaki bu deyim, “Tâ-Hâ” Sùresi 4.cü Âyetinde Geçmektedir. “Bir dem çıkar Arş üzere, bir dem iner tahte’s-serâ / Bir dem sanâsun katredür, bir dem taşar ummân olur.” Yùnus Emre Vezin: 4 Müstef’ilün ( //./ )
ıı- “Lâilâhe illâllàh”: Kelime-i tevhîd’dir. Pekçok âyet-i kerîmede zikredilir: (Saffât/35, Muhammed/119 gibi). Âytlerde “Lâilâhe illâhù” şeklinde de görülür (Ra’d/30, Tâ-Hâ/8 gibi). Kelime-i tevhîd, ençok ilâhî içinde “beste”lenmiştir.
ııı- “Allàh” (C.C.) İsm-i Celâl, Lâfza-i Celâl, Lâfz-ı Celâl diye anılır. Kur’ân-ı Kerîm’de 2699 kere zikrolunur. Bestelenmiş pekçok ilâhîde de iktibâs olunmuştur.
ıv- “Leyse’li’l-insâni illâ mâ seâ” (Necm sùresi, âyet 39)
“Leyse lil insâni illâ mâ seâ derken Hüdâ / Anlamam hiç, meskenetten sen ne beklersin daha” Mehmed Âkif Ersoy (Allah, “insan ancak elde etmek istediği şeyi bulur!” diyorken miskinlikten ne beklediğini anlamıyorum.) SAFAHÂT:“Durmayalım.” (Bestelenmiştir!.) (…….) ]
Mart 1991 tarih, 432 numaralı Musiki Mecmuası’nda çıkan DÎNÎ MÙSIKÎMIZ başlıklı yazımdan: [ (…..) Bu açıklamalardan sonra hiçbir mùsıkîşinâs, “Mahfelsürmesi” diye bir “form” olduğu, bu form içinde “Duâ”nın, “Besmele”nin, “Âyete’l-kürsî”nin, içinde “Tahmid”(Elhamdülillâh) bulunmayan “Tesbîhât”ın,”Muakkibât”ın, “Temcid” ve “Duâ”nın bir “mùsıkî eseri”, “beste” olduğunu, seslendirene “bestekâr” dendiğini söylememeli, yazmamalıdır. “Mahfilsürmesi”, “Salât-ı ümmiyye”, “Temcîd”, “Cenâze salâtı”.. birer “müzik formu” olsa idi, herbirinden bize birkaç eser daha intikàl ederdi. “-Salât-ı ümmiyye ve Tekbîr’i Itrî gibi bir dehâ bestelediğinden diğer bestekârlar aynı formda eser vermeğe cesâret edememişlerdir!” fikri de geçerli olamaz. Bu görüş vârid olsa idi hiçbir bestekârın Nevâ-Kâr’dan sonra “kâr”, Segâh Âyîn-i şerîf’den sonra “âyîn-i şerîf” bestelemeğe cür’et etmemesi gerekirdi. Bu yazının sâhibi de Kelime-i şehâdet’i (elinden geldiğince tecvîd kàidelerine uyarak) seslendirmiştir. Bunu bir “mùsıkî eseri”, “beste” kabûl edersek, ortaya bir de “Kelime-i şehâdet formu” mu çıkmış olacaktır??..(Bakınız: Ek 21.05.2007) (…….) Mahfel sürmesi içinde Âyete’l-kürsî’nin bestelenmiş olması iddiâsını hiçbir müslüman ciddîye alamaz. Merhùm Abdülganî-i gülşenî’nin de büyük günah, küfür sayılabilecek böyle bir fiilde bulunmuş olması ihtimâl dışıdır. Mahfel sürmesi diye bir terim de yoktur; Diyânet İşleri Başkanı Hayırlıoğlu zamânında ve “bid’attır!” diye kaldırılmış Cumhur müezzinliğinin, namaz bitiminden sonraki bölümünden ibârettir. Dr.Suphi Ezgi’nin, evine çağırdığı bir müezzinin okuyuşunu notaya almaya çalıştığı anlaşılmaktadır; eldeki metnin tecvîde ne derecede uygun olduğunu veyâ olmadığını anlamak için tecvîd hocası olmaya lüzum yoktur. Geçen 55 yıl içinde bir kere bile seslendirildiği duyulmamıştır. (…….) İlk sahîfelerden îtibâren belirtildiği gibi islâmî ibâdet metinlerinin seslendirilişi bir mùsıkî olayı değidir; tecvîdin bilhassa Medd, Tefhîm, Terkîk, Sekte, Vakf mecbùriyetleriyle sınırlıdır. Bunların, “inceleme” gibi ilmî bir sebeple dahî notaya alınması islâm inanç ve esaslarını bilmeyen veyâ hiçe sayan kişilerin çalgı ve hattâ kadın sesi eşliğinde “icrâ”ya kalkışmasına imkân sağlar. (Salât-ı ümmiyye’de olduğu gibi.) Mahfel sürmesi’nin bu şekilde icrâsı ise, mü’minlere göre küfürdür. (…….) Salât-ı ümmiyye metni seslendirilirken, tam bir berâberlik içinde okunabilmesi için ritm-usûl değil de tempo (birim-zaman) duygusu âşikâr kılınmıştır. Salât-ı ümmiyye’ye”mùsıkî formu”, “beste” gözü ve gözlüğü ile bakanlar ise, ona mùsıkî usùllerinden birisini giydirmeğe gayret göstermişlerdir. Semâî ve Durakevferi usùlü giydirme teşebbüsü vedüşüncesi akim kalmıştır. Çünkü Salât-ı ümmiyye, 43 toplam birim-zamanlı olarak seslendirilmiştir. Türk mùsıkîsinde 43 zamanlı bir usùl yoktur. 43 bir asal sayı olduğundan (1’den başka bir tam sayı ile artıksız bölünemediğinden) birbirinin aynı daha küçük usùllere de ayrılamaz. Ancak bâzı mùsıkîşinâslar bu 43 toplam-zamân’ı: /10:Aksaksemâî /13:Nîmevsat /10:Aksaksemâî /10:Aksaksemâî/ bölümlerine ayırarak bu usùller terkîbinde olduğunu ileri sürmüşlerdir. Fakat 43 toplam birim-zaman başka terkipler hâlinde de gösterilebilir, küçük usùllere ayrılabilir: /7:Devrihindî /8:Müsemmen /8:Düyek /7:Devrihindî /7:Devrihindî /6:Yürüksemâî Veyâ /15:Raksân /8:Düyek /10:Aksaksemâî /10:Aksaksemâî… Aynı usùl 5 ayrı terkîbde düşünüldüğünde ve bunlardan 3’ünde küçük usùllere ayrılabildiğine göre Salât-ı ümmiyye’nin muayyen bir usùlü yoktur. (…..) 1950’li yılların bir Cumartesi toplantısında H. Sadettin Arel: “-Milletimize hediye ettiği eserleri dolayısıyle Dr.Suphi Ezgi’nin altın heykelini (veyâ büstünü) yapmak gerekir!” der. Dr.Suphi Ezgi şöyle cevap vermiştir: “-Ben altın heykel veyâ büst istemiyorum; eserlerimden yararlananlar bana bir Fâtiha okusun, yeter!”. (…..) ] Konunun aydınlatılması için bu kadar alıntı kâfîdir, sanırım. Bu konularda daha derine inmek isteyenler Musiki Mecmuası’nın bu 2 sayısını ve ilâveten, “Salât-ı ümmiyye’nin usùlü” başlıklı tebliğimi incelemelidirler. 3 ekiyle birlikte Meydan-Larousse’da, AnaBritannica’da ve T.C.Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde “Mahfilsürmesi” maddesi bulunmaması pek yerinde olmuştur!.
BİBLİYOGAFYA:
Kur’ân-ı kerîm tefsîri (En az 8 ciltlik bir tefsîr)
Hadîs-i şerîf külliyâtı . Sahîh-i Buhârî 12 cild
“Kur’ân-ı Kerîm Lügati” Timaş yayını 1989 Trcm. Mahmud Çanga
“Tecvîd İlmi” 1972, ikinci baskı, Celâleddin Karakılıç
“Kurân-ı Kerîm’in Nüzùlü ve Kırâati” Nedve Yayınları 1981 İsmâil Karaçam
“Kırâat İlminin Ta’lîmi” İşâret yay. 1990 Dr.Necâti Tetik
“Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü” Akçağ yay. 1989 Dr.İsmâil Pala
“İslâmî Türk Edebiyâtı” 2 cild. Doç.Dr.Neclâ Pekolcay
“TEKBİR” 1947 İst. Mehmet Cemal Öğüt (s.80’de, Sadettin Kaynak’ın tesbît ettiği Tekbîr notası..)
Dr.Cahit Öney’in çalışmaları:
a) İslâmî Edebiyat Dergisi’nde:
“Dînî Metinlerin Seslendirilmesi” 1.1.1991
b) TASVİR gazetesi “Elif” ilâvesinde çıkan yazılar:
“İslâmda Musıki” 23.4.1983
“Dînî Musikimizde Salevât-ı Şerîfeler” 30.4.1983
“İslâmda Ortak Dinî Musiki” 7.5.1983
“Dînî Metinler Nasıl Seslendirilir?” 28.5.1983
“Dede Efendi’nin Terâvih İmtihânı” 9.7.1983 ]
Yazıda bildirilen Tebliğ ve makàleler..
Cemal Uşşak Kasım 1990 Cahit Öney
NOT: YENİ NESİL isimli günlük gazetenin 9 Aralık 1990 Pazar günkü nüshası 10. ve 8. sayfalarında çıkan, Cemal Uşşak’la yaptığım sohbetden: [[ Musiki ile fiilen ilgim, 1949 yılında Milli Türk Talebe Cemiytinin musiki çalışmalarına katılmakla başladı. 1948’den itibaren yayın hayatına başlayan Musiki Mecmuası ile ligilenmeye başladım. Bu mecmua halen de yayınlanmaktadır ve benim irtibatım sürmektedir. Etem Ruhi Üngör Bey büyük bir azim ve gayretle mecmuanın yayınını sürdürüyor. Ben de elimden geldiğince kendisine yardımcı olmaya çalışıyorum. Ben, daha ziyade musikinin edebiyatla olan münasebetleri üzerinde ilgilendim. Şimdi üzerinde çalıştığım konu da, “İslâmî Musikî Metinleri’nin Seslendirilmesi”dir. Bazı şeyler maalesef yanlış yerleşmiştir. Meselâ: Bizim meşhur Tekbîr’imiz vardır. Merhum Buhurîzade Mustafa Itrî’nin bestelediği söylenen.. Bir defa Itrî böyle bir beste yapmamıştır. Itrî, Tekbîr’ı o şekinde terennüm etmiştir. Başka şekillerde de söylenebilir. Ben bunun “Beste” olarak ifâde edilmesini şiddetle yanlış buluyorum. Başkaları başka şekilde de söyleyebilirler. Nitekim ben Kelime-i şehâdeti kendimce bir tertip üzerine ve tecvid kaidelerine riayetle söyledim. Bizim arkadaşlar da benimsediler. Meselâ bir müezzin efendi Ezân-ı Muhammedî okuyor. “Aa, rast makamında” diyoruz. Ama unutmamak lâzım, o hiçbir zaman bir musiki formu değildir. Olamaz da.. Musikiyi bilmek de, Kur’an’ı usulüne uygun okumak için kâfî değildir. Tecvid bilmek lâzımdır. Tecvîdin Tefhim, Terkik, Medd, Vakıf.. bahislerini bilhassa öğrenmek lâzımdır. Hattâ mânâsını bilmek gerekir. Çünkü, Cehennemle ilgili âyetleri alçak sesle, Cennet’le ilgili âyetleri de hüzünle okumak câiz değildir. Mânâsını kabaca olsun bilmezseniz, buna nasıl riâyet edeceksiniz? Tahvîl-i edâ, Tahzîn-i sadâ gibi ince ve hassas konular var. Şimdi bu mevzu üzerinde çalışıyorum. Maalesef, Dr. Suphi Ezgi merhum bu konulara vâkıf olmadığı için, kitabında büyük hatâlara düşmüştür. Bâzı hocalarımız, Tekbîr’i besteledi diye, onu, hâşâ tekfîr etmektedirler. Itrî Tekbîr bestesi filân yapmamıştır. Onun Tekbîr’i okuyuş tarzı ve üslûbu, zamânında, sonra gelen Müslümanlarca da benimsene benimsene de günümüze kadar gelmiştir. Ancak, Dr. Suphi Ezgi merhum gibi bâzıları onu beste olarak göstermişlerdir. Dr.Suphi Ezgi Türk musikisi nazariyâtı 3. cildinde, Ayete’l-Kürsî’nin bile notasını neşretmişti. Ve bestekârı olarak da Abdülganî-i Gülşen adını vermişti. Âyet-i kerîmeler asla bestelenemezler, serbestce ve sesle tezyîn ve tilâvet olunurlar. Suphi bey merhum diyor ki, “Salât-ı ümmiye usûlüne uygun okunmuyor. Ben onu Vals (Semâî) usûlüne oturttum.” Böyle şey olamaz. Bir usûlle söylenecek diye bir şey yoktur. Be bunu bir tebliğimde de belirtmiştim. Burada bir tempo söz konusudur. İllâ da usûl aramaya kalkışılırsa, şu şu usullerin terkîbinden meydana gelmiştir, denilebilir. Ama böyle olacaktır diye bir kaide yoktur. (……) Ben dinlediğimde muazzeb oluyorum. Salât-ı ümmiye’yi bir takıl sazlarla icrâ ediyorlar. Hanım sesleriyle ilâhîler okunuyor. Bunlar geçmişimizde böyle mi olmuştur? Kadınlar kendi aralarında ilâhîleri okuyabilirler. Kadın-erkek muhtelit bir şekilde dînî muslkî icrâ edilemez. Salât-ı ümmiye mâzîmizde udla, tanburla mı icrâ edilmiştir? (…) Dînî musikî korolarını kilise korolarına benzetmemek gerekir. (……) ]]
—————————————————————-
(*) Münhasıran medd-i munfasıl’da, medd-i ârız’da, medd-i liyn’de Tevessüd yapılabilir; medd-i muttasıl’da, medd-i lâzım’da Tùl yapılabilir..
(**) Bir kısım müzikçiler şöyle îtirâz edebilirler: [[ “Tecvîdin; aynı harfde Tefhim ve Terkik sıfatları birleşemez” kuralından, Türk müziğinin çok-sesliliği (polifoniyi) kabûl edemediği sonucuna varıyor iseniz de, “Vişneli, kaymaklı dondurmam..” , “Çil horozum kayboldu..” gibi pekçok halk ezgisinin polifonik sunuluşları “Çağdaş Türk müziği” repertuarında yer almaktadır.?! ]]
İşte cevâbım: Sözü geçen halk ezgileri, 24 perdeli ve eşit olmayan aralıklı İslâmî mùsıkî sistemine göre değil, eşit aralıklı (tanpere) ve 12 perdeli Batı müziği notasyonuyla tesbit edilip çoksesli hâle getirilmişlerdir. Bu sebeple, halkımızın dilindeki perdeleri tahrîf edilen bu ‘yapıt’lar bilimsel olarak aranjman olarak isimlendirilir ve aslà Türk mùsıkîsi eseri sayılamaz. Aslen karakalemle yapılmış bir tabloyu, bir çocuğun, renkli kalemlerle boyaması ile Çağdaşçıların Halk ezgilerimize müdâhalesi arasındaki fark, çocukların cehli ve Çağdaşçıların kasdı husûsundadır. Bu kasdın mâhiyeti; Cumhuriyet gazetesi 11.1.1957 tarihli nüshasında kayıtlıdır: “Devrim demek bir toplumun ekonomik üretim tekniklerinden, örflerinden, âdetlerinden, geleneklerinden tutun da en yüksek değerlerine, zevkine kadar her şeyin değişmesi, altüst olması, yerine yeni tekniklerin, kuralların, değerlerin konulması demektir.” Nurettin Şazi Kösemihal’in bu devrim tarifini Ercüment Berker, 1 Kasım 1957 tarih-117 sayılı Musiki Mecmuası’nda cevaplamıştır.
(***) Marmara Üniversitesi’nde “Geleneksel Türk San’atı” konulu bir konferans veren Prof.Dr.Glassie, “Dünyada bana göre, gerçek ve güçlü kültüre sahip iki ülke var. Bunlardan birincisi Japonya, ikincisi de Türkiye’dir.” 1982’de İstanbul’a gelip Süleymaniye Cami’ini görüp ülkesine döndükten sonra Türkçeyi öğrendi, Türk kültürünü tanıdı. Geleneksel sanatların din öğesiyle gelişme gösterdiği konusuna dikkat çeken Prof.Glassie, “Sizin bütün sanat eserlerinizde aynı kültürü gördüm. Bu ortak kültür dinden, yani islâmiyetten doğmaktadır. San’at dinin çiçeğidir. ABD’de din çok zayıf. Bu yüzden geleneksel sanatlar da çok zayıftır” dedi. Prof., daha çok halıcılık ve çinicilik alanlarında araştırma yapıyor. (5 Temmuz 1994 Beklenen VAKİT gazetesi)
Ek 21.05.2007
“Kelime-i şehâdet” ve “salât-u selâm” seslendirmelerimin notaları Musiki Mecmuası’nın Mart 1991 tarih, Nu.432 sayılı nüshası 19. sahîfasındadır. Bu 2 notaların üst bölümünde şunlar yazılıdır:
[[[ KELİME-i ŞAHÂDET Tecvîd kàidelerine göre seslendiren: Dr.Cahit Öney (12.3.1983)
SALÂTÜ SELÂM Tecvîd kàidelerine göre seslendiren: Dr.Cahit Öney (25.3.1983) ]]]
19. nota sahîfasının altında şunlar yazılıdır:
[[[ ÖNEMLİ NOTLAR:
1) Kelime-i şehâdet ve Salât-ü selâm İslâmî ibâdet metinleri kadın ve çalgı olmadan, yalnızca erkek sesleri için seslendirilmiştir. Ve tecvîdin Tefhim, Terkik, Vakf, Medd kàidelerine uyulmuştur. Tenkîdini müzikçiler değil, tecvîd âlimleri yapabilir.
2) Seslendirmeden önce aslà bir mûsıkî usûlü seçilmemiştir. Fakat, yaptığım araştırmada Kelime-i şehâdet’in 13/5/6 usûllerinden ve Salât-ü selâmın ilk 2 satırının velveleli Devrikebîr ilk ½ ; son 2 satırının da son ½’sine uyduğu ortaya çıkmıştır. Bu da, Türk mûsıkîsi usûllerinin ifâde kudretine bir delildir. ]]]
TELEVİZYONA DAVETLİ İSLÂM ÂLİMLERİNDEN BEKLEDİĞİM :
Sizinle berâber kimlerin bu açık-oturumda bulunacağını öğrenmeden dâveti kabûl etmeyiniz; dâvette, (sürpriz dâvetliler)le karşılaşdığınız takdirde oturumu terk edeceğinizi bildiriniz ve bu sözünüzde durunuz.
Telefonla gelen “kasıtlı, tuzak, gayrı ciddî, alenen cevaplandırılması edebe aykırı” bir-takım suâllere cevap vermeyiniz.
Bir dinleyiciniz olarak istirhâm ediyorum.
ÖNEMLİ İLÂVE :
Müzik bilimi serbestîsinden yararlanılarak yapılan BESTE ile Tecvîd kàidelerine riâyetle SESLENDİRME farklılığı; Site’mim TÜRK MUSİKİSİ ana-bölümünün “Bestelerimin Notaları” sahîfası alt kısmında 2 kaset ve “Önemli Not” başlıklı açtklamada sunulmuştur.
İlgiliMakaleler:
- İlgili Makale bulunamadı!..