TDK, BENİM ANA-DİLİMİ TAHRİB EDİYOR 01.12.2012 ve BAŞKÂTİPLER(14.08.2011)

Son Güncelleme: Cuma, Temmuz 21st, 2017 | Kategori: TÜRK DİL KURUMU| Etiketler:  | Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

 
     TDK, BENİM ANA-DİLİMİ TAHRÎB EDİYOR!..
    Annem RAHİME  NÂŞİDE ÖNEY (İstanbul 1900 – İstanbul 1978), İstanbul Dârülmuallimât mezunu ilkokul öğretmeni idi. İlkokul öğretmeni annemden  “giysi(*), anı, tanı, kanı, anıt, yazıt, kanıt, yanıt, yontu, örneğin, bağnaz, gereksinim, olanak, içeren, gizem, onursal, görsel, onadı, bu bağlamda, aymazlık” misâli uyduruk lâkırdılar işitmedim. Atatürk‘ün vefâtından îtibâren, ana-dilimden onbinlerce kelimeyi  atıp, yerlerine uydurdukları sözcükleri yerleştirdikleri için iftihâr edenler, devlet bütçesinden maaş alanlar…   Günümüzde; Türk dili mevzùunda tertîb edilen toplantılarda; uydurukça îmâlâthânesi(**) çalışanları, 1937 değil de 1932’den örnekler aktarırlar. Bu devlet teşekkülünün 1932’de “Türk Dili TEDKİK Cemiyeti” olduğunu; 4-5 yıllık deneme sonunda, Atatürk tarafından “tasfiyecilik ve uydurukçuluğun reddedildiğini” belirtmek ilmî cesâret ve dürüstlüğünü gösteremezler!..
 
       Yurdumuzun muhtelif yerlerde kesâfet gösteren vatandaşlarımız arasında Kürtçe, Arapça, Lâzca, Ermenice, Rumca, İbrânîce.. Romanca konuşanların anadillerine karışan yok.. onlar mutlu vatandaşlarımız.. benim anadilim Türkçe ise Kurùmîdile, Uydurukçaya döndürüldü.. anadiline devamlı tecâvüz edilen bir Türk olarak bu gayretkeşlikleri ZULÜM olarak tavsîf ediyorum.
 
       Doğuda bir üniversitede “Kürt dili ve edebiyâtı” araştırmaları yapılacakmış.. Kuzey-doğudaki Kürt, Güney-doğudaki Kürd’ün konuştuğunu anlamadığını görenler; bu 2 lehceyi birleştirmeĞi ele alabilirler mi? Hayır!.   “Kürd dilinde kelime sayısı azdır” deyip de ona her gün onlarca yeni kelime uydurmaĞa cür’et eden çıkar mı?  Hayır!.. Fakat benim ana-dilime yapılan tecâvüz sürüp gider..
 
     Muhterem Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA‘nın “ATATÜRK ve TÜRK DİLİ” başlıklı konferansını dikkatle okuyup anlayanların, beni, üzüntü ve endîşelerimde haklı bulacaklarına inanıyorum.(01.01.2011)
(*)
       Kim yaptı.. neden.. kasdı ne “elbîse”mi “giysi” ?..
       Dersem yeri mùcid beyin_idrârına: “siysi” !..
             VEZİN: Mef,ùlü mefâîlü mefâîlü feùlün
 
(**)
             [[TDK Yabancı Sözlere Karşılıklar Kılavuzu”ndan: amblem: belirtke, aspiratör:
emmeç, raket: vuraç, voleybol: uçantop, tribün: sekilik, duayen: aksakal, kapora: güvenmelik, ipotek: tutu, ultrason: yansılanım, afiş: ası, fabrika: üretimevi, atölye: işlik, ajanda: andaç, eküri: ahırdaş, light: yeğni, navigasyon: yolbul, panik: ürkü, sürpriz: şaşırtı, terör: yıldırı, idealist: ülkücü, zapping: geçgeç … ]] Kılavuz‘a göre İDEALİST’in Öztürkçesi ÜLKÜCÜ imiş?  Kılavuza uyarak, şu cümleyi Öztürkçeye çevirelim: “SOLCULAR İDEALİSTTİR!” > “SOLCULAR ÜLKÜCÜDÜR!” Bu tercemeye cümle âlem îtirâz etmekle kalmaz, öfkelenir.
       Ord.Prof.Dr. Ali Fuad BAŞGİL’in (1893 – 1967) söyledikleri:
       [[ Dünya tarihinde dilci ve gramercilerin gayretiyle bir millet dili icad edilmediğini söyleyen Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, “Fransız Akademisi üçyüz Küsur senelik muvaffakıyetli hayatında üç kelime icad etmemiştir” dedikten sonra “Ruhiyatçı ruh, tarşhçi tarih icad eder mi..  Hayır dostlarımş hesapçı adet, hendeseci şekil yaratamadığı gibi dilci de dil, kelime icad edemez. Sadece konuşulan dilin kendi bünyesindeki kanunları meydana çıkarır, formülleştirir ve tesbit eder. Dile kelime sokmak, dilden kelime söküp çıkarmak bir dilcinin ve dil heyetinin hatta bir dil akademisinin bile işi değildir.” diye devam eder. Çoğumuz biliriz, “sosyalizm” ve “sosyoloji” gibi kelimeler Fransızca’ya girebilmek, kabul edilebilmek için Fransız Akademisi’nin kapısında aylarca beklemişlerdir.
       Semai dediğimiz bir esasa bağlı olmayan ve işitmekle öğrenilip gelen kaideye binaen yapılmış “göz”den “gözel, güzel” gibi ve buna benzer kelimelere bakarak her kelimeden bu yolla kelimeler yapılacağını düşünüp “öz”den “özel”, “avanak”taki gibi “olanak”, “gelenek” şeklinde kelimeler yapmaya kalkışan uydurma dilin uydurma ve avanak inkılapçı ve yenici değil, bilakis 500 kelimeden fazla kullanıp konuşamayan Afrika yerlileri, mürteci gericilerdir. Çünki sadece bir tek, isimden fiil, fiilden isim yapma eki yoktur ki, bir eke bakarak bundan birçok kelime yapmağa kalkışılabilsin. Sözünü ettiğimiz, yığın yığın ekler var ve her kelime, semai kaideye binaen de kendine has ekini alarak kalıplaşmıştır. Hem kelimeler de manaca canlıdırlar. Bazıları ölür veya dumura uğrarlar. Bunlar artık tedavülden kalkmış ölü kelimelerdir. Orta Asya topraklarına gömmüş olduğumuz bu gibi kelimeleri diriltmeğe çalışmak, onları birer “hayali hortlak” yapmaktan başka bir şey değildir.
       Merak ediyor ve bazan birbirimize soruyoruz: Acaba öğrenmeğe çalişıp konuşmak istediğimiz, Arapça, İngilizce, Fransızca vs. gibi dillere de Türkçemize yapılan suıkastler yapılsaydı ne yapardık? Her halde bu dilleri öğrenmiş sayılmaz ve konuşamazdık. Bu, Türkçeyi öğrenmeğe çalışan yabancılar için de aynı değil midir?
       Öztürkçecilerin(!) Türkçe’mize yapmakta oldukları bu  suikastleri küçümsememek gerekir. Onlar, bizi ve neslimizi İslâm âlemi ve kültüründen koparmak, nesillerin birbiriyle olan irtibatlarını kesmek, oğulla baba ve dedeyi anlaşamaz halde bırakmak, bir Bediüzzaman Said Nursi, Mehmed Akif ve Yahya Kemali anlaşılmaz kılmak istiyorlar. ]]
        Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’in, yukarıda, bütünüyle verilen sözleri; Maksut BELEN’in, KÖPRÜ Cild:4 Haziran 1980 Sayı:39 Sahîfa 5’deki MAHZUN TÜRKÇE başlıklı yazısından alınmıştır. Maksut BELEN’den de birkaç cümle naklediyorum: [[ “Ayrıca kültür birliğine sahip daha bir çok milletler kelime alış-verişlerinde bulunmuşlar. Sadece 75000 kelime Fransızca ve İngilizce’de müşterektir. Aynı İslam kültürüyle yoğrulmuş Arapça ve Türkçe’de de 10.000 küsur ortak kelime vardır. Ancak manâlar ve telaffuzlar umumiyetle farklıdır. Biz “üniversite”ye “külliye” demişiz ama, Araplar “Câmia” kullanmışlar. Türkçe’deki manâsını hepimizin bildiği “Misafir” aslen Arapça’dır, fakat Araplar “yolcu”ya “Misafir” derler. ]]  [[Dilde zevk aranır, ahenk aranır. Kim ne derse desin Asya Türkçesi, Türkiye Türkçesi’nin yanında ahenksiz, cılız ve kupkuru kalır. ]]  [[ Türk Dil Kurumu, televizyon ve radyolardan müslüman Türk milletinin beynini yıkarcasına yeni kelimeleri (!) kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu beyin yıkama faaliyetleri de ancak komünist ve faşist rejimlerde görülen bir metoddur. Anayasanın da 11. 12. 21 ve 121 nci maddelerine açık olarak zıddır. ]] NOT: 1961 Anayasası’nın zikredildiği âşikârdır.     
                          
08 MAYIS 2011 PAZAR EK’İ:
08.05.2011 “akit” s.8’de, sayın Yavuz BAHADIROĞLU‘nun “Sorular – Cevaplar” başlıklı köşe-yazısından:
     [[ Pervin Yüce / Ankara;
     Türkçe öğretmeniyim. Çocuklarımız 100 kelime ile konuşuyor. Türkçe git gide kısırlaşıyor. Bu konuda düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum. Osmanlılarda lisan diye bir sorun var mıydı?
       . Osmanlılarda lisan meselesi yoktur, çünkü lisanı uydurukçaya boğan eski Türk Dil Kurumu gibi bir kurum yoktur.
       Ama bu konu zaman zaman dünya devletlerine de musallat olmuştur.
       Hatta Fransa Kralı IV. Henriye, şair nedimi Malherbe şöyle bir tekliftte bulunmuş:
       “Kelimeleri yanlış kullananların idam edileceği yolunda bir emir yayınlayınız. Bu suretle Fransızca’nın bozulması önlenebilir.”
       Bu teklife karşı Kral, eski Roma İmparatoru Tiber‘in şu sözünü nakletmiş:
       “Bir imparator istediği insanı memleketine kabul edip vatandaş yapabilir, fakat dilde bulunmayan hiçbir kelimeyi lisanına kabul edemez.”
       Türkiye’de sel’li, sal’lı bir sürü kelime uyduruldu. Yöneticiler buna çanak tuttu, öncülük etti. Bunlar Türkçeye uymadığı için de çocuklarımız kelimesiz kaldı.
       Yetişkinler 200-250 kelime ile, çocuklar da 100 kelime ile konuşmaya başladı. bunu telafi etmek için çocuklarımıza (ve yetişkinlerimize) iyi Tükçe ile yazılmış bol kitap okutmak gerekiyor.
       Hatta haftanın bazı akşamları “Kitap Gecesi” yapılmalı.
       Zaman zaman bunların arasına Kanuni‘nin, Fuzuli‘nin, Baki‘nin, Nabi‘nin, Namık Kemal‘in, Yahya Kemal‘in şiirleri gibi ağır metinler de konmalı ve anlamaya çalışmalı..
       Bu, hem kelime hazinemizi geliştirecek hem de aile içi iletişimizi kolaylaştıracaktır. ]]
EK> 9 Mayıs 2011 akit s.2’de Asım YENİHABER‘in, “Akıllı projeler eğitim ve kültüre mi” başlıklı köşe yazısından şu cümleler üzerinde durmak lâzım: [[ (İktidar partisinin 40 küsur sahifelik beyannamesinde eğitim ve kültür değil ana başlıklarda, alt başlıklarda bile yer almıyor.) ….. (Beyannamede “turizm” bile bir alt başlık olarak yer alırken, kültür ve eğitimden bu esirgenmiş.) ….. (Türkiye artık iktisaden geri bir ülke sayılamaz, fakat eğitim ve kültür yönünden geri ve köhne bir ülke.) ]]
 
Bu Yazıya ilâvem: Geçen yıl, bu web-site’min “TÜRK MUSİKİSİ” ana-bölümü’nün “TRT ve Musikimizde İlim-dışı Resmî Uygulamalar” bölümünden bir paragraf aktarıyorum:
 
BAŞBAKANIMIZ R.T.ERDOĞAN‘IN BİLGİLERİNE ARZ
OLUNUR: (……)
 
Gerçek demokrasilerde (güdümlü demokrasilerde değil, gerçek demokrasilerde) devletin – değişmeyen – kültür politikası olmaz. Devletin kültür politikası, tek tip insan yetiştirmeği stratejik esas alan faşist ve marksist idârelerde (azınlıkçı demokrasilerde!) olur. Çoğulcu demokrasilerde devletin değil, partilerin (tabiidir ki birbirinden farklı) kültür ve san’at politikaları olur; seçim propagandası sırasında partiler, kültür ve san’at görüşlerini, stratejelirini de açıklarlar; seçmenler, tercîhlerinde bu sözleri de dikkate alır.
20 Hazîrân 2011 eki:
   
14 Haziran 2011 akit gazetesi, Asım Yenihaber’in “Üçüncü seçimde yüzde elli!” başlıklı köşe-yazısı son cümleleri:
       [ Maneviyat, kültür, eğitim… Alarm veriyor. Maddemiz büyüyor, maneviyatımız buharlaşıyor.
       Çözüm bina sayısını artırmak değil, tiyatro salonlarını çoğaltmak değil… Kemiyetten keyfiyete gelmenin zamanı.
       Millet oy verirken iyi ki kültür bakanını, milli eğitim bakanını gözünün önüne getirmedi!
       Eğer bunlara bakılarak rey verilse idi, bu sonuç hayal bile edilemezdi! 11 Temmuz 2011 Ek’i >
     Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü görev-destek listesi ibtâl edilmeli, soylu sanatlarımıza öncelik tanınıp yeniden düzenlenmelidir.
      Kahretmede “idhâl malı kültür” bizi, usta!!
     Tedbîrini anlat!.. Ne diyorsun bu hususta?.. 
     ……. 10 Temmuz 2011 …..VEZNİMef,ùlü mefâîlü mefâîlü feùlün  …………………….…….                                                                                     …………………………………………………
      İktidar, kavga-gürültüyle edilmiş meşgul;
     Solcular yön veriyor milletimin kültürüne!..
            VEZNİ: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilâtün feilün(fa’lün)
                                     ***
1949’da tesbît edilmiş DEVLET KÜLTÜR POLİTİKASI uygulanmaktadır. ( Bu inceleme devâm edecekdir. )
21 Nisan 2012 Cumartesi akit sahîfa 10’da Ali İhsan KARAHASANOĞLU’nun Köşe yazısından:
[[ Darbeci kafa tiyatroda hortladı!
(…..) Üç tane general hükümeti fiilen istifaya zorlarsa, postmodern darbe oluyor da üç tane seçkinci sanatçı(!), tiyatro alanında kendisini “tek belirleyici” gösterirse bunun adı darbe olmaz mı?
       Evet, işin adını koyalım..
       Bahsettiğimiz konu, İstanbul Şehir Tiyatroları‘ndaki darbe kafasının yapmak istediği. (…)
       Geçtiğimiz hafta, Kültür Sanat sayfamızda çıkan haberle gündeme geldi ki, davul belediyenin elinde imiş, tokmak ise üç tane darbeci kafanın.. (…)
Sadece oyunları değil, oyunların içeriğini de kendileri belirleyeceklermiş!
       Mesela, Kadir Topbaş Beyefendi’nin atadığı Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Hanım‘a soruyorlar: “Hayalin ne?
       Ayşenil Hanım’ın cevabı şu:
       “Nietzsche, Dürrenmati yapmak istiyorum ama, bugün itibarıyle Nazım Hikmet’in Kadınların Savaşı eseri, kafamda öncelik kazanmış proje olarak duruyor.” (……..)  ]]    
03 Mayıs 2012 Perşembe akit sahîfa 8’den:
[[ Arınç: Tiyatroların özelleşmesi için yol haritası hazırlanacak
HABER MERKEZİ- Yaklaşık 6 saat süren Bakanlar Kurulu Toplantısının ardından açıklamalarda bulunan Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın tiyatroların özelleştirilmesine ilişkin sözlerini hatırlatarak, konunun Bakanlar Kurulu’nda gündeme geldiğini ve üzerinde görüşmeler yapıldığını söyledi. Konunun bütün teknik ayrıntılarıyla ,ncelendiğini belirten Arınç, bir taslak hazırlanması için ilgili bakanlara görev verildiğini bildirdi.
       “TİYATRONUN KALİTESİ YETERSİZ, ÖZGÜN MODEL GELİŞTİRECEĞİZ”
       Arınç, Türkiye’ye özgü bir modelin de meydana getirileceğini belirterek, “Devlet tiyatrosunda veya Şehir Tiyatroları’nda, ama daha çok tartışılan konu Şehir Tiyatrolaı’nda belediyelerin işveren olduğu, maaşlarını ve tüm  imkanlarını tiyatro ve çalışanlarının ödenmekte olduğu yerlerde biz gerekli kalitenin artmadığını, izleyici sayısının fevkalade dikkat çekecek kadar yükselmediğini ve özgürlük anlayışının yeterince yer bulamadığını görüyoruz. Dolayısıyla sanat gibi bir alanda özgürlüğün daha geniş anlamda sağlanması lazım. Dolayısıyla ilgili Bakanlıklar, Maliye Bakanımız da, Kültür ve Turizm Bakanımız da, diğer bakanlıklarımız da Türkiye’de nasıl  özgür bir sanat ortamının meydana geleceği, mevcut Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın, belediyelere ait tiyatrolarının nasıl özelleşmesi halinde daha iyi bir kalite gelebileceği konusunda bir ön inceleme yapacaklar, Bakanlar Kurulu’muza sunacaklar ve ondan sonra kesin kararımızı vermiş olacağız” dedi. ]]
             01.12.2012 > İstanbul Şehir tiyatrolarında: “Eski hamam eski tas”
28.11.2012 yeniakit gazetesi s.3’de MEHMET DOĞAN’ın, “Kültüre aslan payı mı, maymun payı mı?” başlıklı köşe-yazısından: [ …. Muhteva meselesi?
     Beş altı ay önce
İstanbul Belediyesi şehir tiyatrolarından başlıyarak bu konular çok tartışıldı. Sayın Başbakan bu konularda etkileyici sözler söyledi.
     Tiyatrocular da adeta kazan kaldırdı.
     Sonra baktık ki, tiyatro mevsimi açıldığında, İstanbul Şehir Tiyatrolarında hiçbir şey değişmemiş! Eski hamam eski tas!  …. ]
,  
02 Mayıs 2012 Çarşamba STAR‘da, Ahmet KEKEÇ’in köşe yazısından:
[[ (…) Dizi furyasıyla hasbelkader üne kavuşmuş ve şu sıra “tiyatrocular direnişi”nin önderliğini yapan “Balıkçı” namıyla maruf Ömer Akkaya (…) (…) Refik Erduran’ı sahnele, Aziz Nesin’i sahnele, tiyatro yazarı bile olmayan Nazım Hilmet’i sahnele… Ama ilaç olsun için bir tane de Mustafa Necati Sepetçioğlu koy. Bir tane de Necip Fazıl Kısakürek koy (…..) ]]    
                                                                    *    
       Bir yıl sonraki genel seçimde iktidârı kaybedebileceğini düşünen siyâsetçiler; 6 Ok umdelerine göre tesbit edilmiş DEVLET KÜLTÜR POLİTİKASI’nın temelini, 1949’da, ııı.Düstur 5441 sayılı Devlet Tiyatrosu Kuruluşu Hakkında Kanun’u çıkararak atmış( * ) ve bu müesseseyi Tüzel kişilikle güçlendirmiştir.  1957 yılında, millî kültürün önemini kavrayamayan, muhâlefet partisinin saldırılarına misliyle mukàbele çâreleri aramakla meşgul iktidar partisinin gafleti sonucu, “Tüzel kişilik zırhı veren 6940 sayılı Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Kanunu kabul edilmiştir. 1970’de 1309 sayılı Kanunla, gene “Tüzel kişiliği hâiz” zırhıyla nücehhez Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü, çağdaş/çakma kültür” cephesini güçlendirmiştir  ( ** ). 16.4.2003 kabul tarihli, 4848 numaralı Kültür Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun 27. madesiyle bu Tüzel kişiliği hâiz ve özel kanunlu Genelmüdürlükler “Bakanlığın bağlı kuruluşları” sayılmış; 31. maddede de (…) “Bakanlık bağlı kuruluşlarının kuruluş kanunlarındaki atamaya ilişkin hükümler saklıdır.” denilmiştir; Bakan ise, “Bakanın görevleri bölümünde” bu özel kanunları uygulamakla görevlendirilmiştir. Millî sanat kuruluşlarımızdan hiç biri (İ.T.Ü TMDK, İzmir TMDK; İst. ve İzmir Türk Musikisi Devlet Korosu..) Kanunla kurulmamıştır; Tüzel kişiliği hâiz değildir; 1-2 yıl önce, bu MİLLÎ SANAT KURULUŞLARInın, belediyelere devredilecekleri şuyù bulmuştur ve bu ususta ayrntılı bilgi, bu web-site’min bir köşesindedir. ( 1 )
       Kültür Bakanlığı; özel kuruluş kànunlu ve tüzel kişiliği hâiz müesseselerin isteklerini yerine getirmek ve daha mühimi; milletimizi,  geçmişini inkâr derecesinde çağdaşlaştırma gàyelileri tek vücùd hâline getirmek için kurulmuştur. KÜLTÜR BAKANLIĞI BÜNYESİNDE BULUNAN BU 2 GENEL MÜDÜRLÜĞÜN TÜZEL KİŞİLİĞİNE SON VERİLMEDİKÇE MİLLÎ/SOYLU KÜLTÜRÜMÜZ ÜVEY EVLÂT OLMAKTAN KURTULAMAZ.(2) > târihçesi )
( * )  Aslında; Türk kültürüne en büyük darbe, 1924 Atatürk anayasasının dilini 1945’de ARIDİL hâline getirmeleridir. Bu menfî harekete paralel olarak, “Garipler” şiir ve edebiyâtımızı kökünden koparmışlar, yönünü değiştirmişlerdir. (25.04.2012)
( ** ) İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında sahnelenen KARGAŞA isimli eserin “müstehcen” olduğu ileri sürülerek, Büyükşehir belediyesince “Eser seçimi ile ilgili yönetmelikdeki değişiklik yapılmasına tepki gösteren İstanbul Şehir Tiyatrosu Sanatçıları Derneği (İSTİŞAN), 25.04.2012 tarihli akit‘in 14. sahîfasında, “Provokatif tiyatro eylemlerinde hep aynı isimler var” başlıklı yazıda belirtildiğine göre, yaptıkları açıklamada: [ Hedefimiz, çağdışı yönetmelik dayatmaları yerine çağdaş ve özerk bir İstanbul Şehir Tiyatrosu yasasıdır ( ….. ) ] 
03.07.2012  tarihli EK‘imntvmsnbc 15:37 TSİ 03 Temmuz 2012 Salı   ANKARA – Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, ntv canlı yayında Miray Akdağ Uluç’un sorularını yanıtladı. (…..) [[ İstanbul’da ben göreve başladığımda devlet tayatrosu daha Anadolu Yakası’na geçmemişti. (…) Çorum, Malatya, Elazığ, Denizli, Ordu ve Samsun’da yeni sahneler açıldı. (…..) Özelleştirme derseniz yanlış olur. Özerkleştirme, özgürleştirme. (…..) Konu herhalde yeni yasama döneminde gündeme gelecek. (…..) ]]
OKUYUCULARIMA EK BİLGİ: Sayın Ertuğrul Günay’ın, selefi sayın Atilla Koç zamânında,Ağustos 2005 (59. Hükûmet..) Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin’in görevden alınıp yerine Mine Acar tayin edilmesini, (1949 tarihli 5441 sayılı Devlet Tiyatroları Kuruluş Kanunu’nun getirdiği özerkliğe dayanarak) Tiyatrocular kabullenmemişler; aynı özerkliğe sâhip Opera ve Bale de, “Tiyatro ve Opera Sanatçıları Vakfı” yoluyla desteklerini bildirmişlerdir. Sayın Koç karşıtı kampanyaya iktidar muhalifi partililer, basın katılmıştır. Devlet Tiyatroları görevlileri Devlet memurları Prof. Dr. Özdemir Nutku, Tuncer Cücenoğlu, kendi Bakanlarını istifâya dâvet etmişlerdir!!??
Halefi sayın Günay; “Devlet tiyatrolarını Anadolu yakasına geçirdiğini, Belediye tiyatrolarının da özerkliğe kavuşması gerektiğini” söylemekle çağdaşları sevindirmiştir.  
11.07.2012 ilâvem:
    Tiyatro sanatçılarının “Belediye özerk şehir tiyatrosu kanunu” istemelerinin; sayın Ertuğrul Günay’ın kendilerini, tatil sonunda çalışmağa başlayacak TBMM’de desteklemeyi îmâ etmesi karşısında; böyle bir kanundan ne gibi faydalar elde edeceklerini anlamak için, Devlet Tiyatroları Kuruluş Kanunu 5441 sayılı, ilk kabul târîhi 1949 olan bu kanunun hâlen yürürlükteki 19, 13, 12nci maddelerinden “alıntı”lar yapıyorum:
      
            Madde: 19   ….. izin, yaz tatili aylarında kendi hesabına çalışma ….
Yaz tatili aylık iznine ilâveten bir izin, olsa olsa (idârî) izindir; bu idârî izni, Belediye başkanlığı değil, özerklik gereği  bir üst derecede kabul edecekleri tiyatro sanatçısı verecektir. Böyle, önü açık bir yararlanmayı Belediye sağlık çalışanları da neden istemesin?  5441 sayılı, bir sınıf devlet memuruna menfaat sağlayan kanun bütünüyle kaldırılmalı veyâ “izin” kelimesi çıkarılmalı, cümle: “….. yıllık izinlerini kullandıklarında…” şeklinde düzeltilmelidir.
            Madde: 13  Devlete ait binalardan Devlet Tiyatrosuna lüzumlu görülenler Kültür ve Turizm Bakanlığının teklifi üzerine Maliye Bakanlığınca eşya ve tesisleriyle beraber bu müesseseye parasız olarak tahsis edilebilir.
       “Belediye tiyatroları” kanun teklifinde bu avataj söz konusu olacak!..
             Madde:12   a) Genel bütçenin Kültür ve Turizm Bakanlığı kısmının “Eğitim kurumları giderleri tertibinden ayrılan ödenek b)  c)  d)  e)  f)
       “Belediye tiyatroları” kanun teklifinde “Genel bütçe” yerine “Belediye bütçesi” söz konusu olup olmaması TBMM’nde muhakkak tartışılacaktır.
Muhterem millet vekillerimizin, “TANZİMAT uzantısı sanatlar” için özel kanunlar çıkarılmasını ve “ballı maddeleri” nasıl karşılayacağını, tatil sonu tartışmalarında izleyeceğiz.
NOT – 1: Sünnîlerin mâbetleri ve hizmetkârlarına devletin yardımlarına, bu mezhep dışında kalanlardan alınan vergilerden de sarf edildiği” sözü, bilgisizleri kandırabilir. Şöyle ki: Sünnî ecdâdımız yaptıkları bütün ibâdet müessesesi giderleri ve hizmetkârlarının maaşlarını karşılamak üzere gelir getirecek vakıflar bağışlamışlardır. Bir tek misâl kâfî cevap olacaktır. Yeni Câmi’ ve çalışanlarının masralarını Devlet karşılamasın, fakat Mısır Çarşısı vakfını ona iâde etsin!..
27.xı.2012 EK’i > 1-2 hafta önce, bir TV açık oturumunda, bir Alevî dedesi’nin aynı fikri ileri sürüp; lâik devletin, gayrı müslimlere ve her tarikat veya inanışa yardımda eşit davranması gerektiği şeklinde özetlediğim tenkid ve târizini Sayın Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır’ın meskût geçmesi/cevapsız bırakması; Sünnî dinleyicileri üzmüştür. Daha sonrası günlerden birinde, bir gazetede “Bulgaristan’da bir muhterem müftünün “Bulgaristandaki, vaktiyle el-konulmuş dînî bir vakıf mülkünün verilmesi mürâcaâtında bulunduğu” haberi ise, Sünnî vatandaşların müzmin yarasına “rîze-i elmâs” ekmiştir.  
NOT – 2 :   TANZÎMÂT; Batı’dan teknolojiyi almakla yetineceği verde müslüman vatandaşlarını batılılaştırmağa; onların musiki, şiir zevkini, ahlâkını değiştirmeğe çalışmııştır. 2 misâlle yetineyim: Mehter’i kaldırmış, Batı’dan bandoyu ve Donizetti Paşayı getirmiş; Soylu Türk musikisini saraydan kovmuştur. (Halk; Donizetti Paşa’yı, Donu İzzetli Paşa diye alaya almıştır. Osmanlı, Pantolon’a don ve külot’a iç-don demekte idi.
Mithat Paşa (1822 – 1884)  Osmanlı bayrağına hem hilâl hem haç koymayı teklif etmiştir(DİNLER ARASI DİYALOG FİTNESİ  2. Baskı Şubat 2012 s.42 Tel-Faks: 0212 506 94 26)
01.12.2012 Ek’i > yeniakit gazetesi 28.11.2012 s.3’de MEHMET DOĞAN’ın köşe-yazısından: (…..) Muhteva meselesi?
       Beş altı ay önce İstanbul Belediyesi şehir tiyatrolarından başlıyarak bu konular çok tartışıldı. Sayın Başbakan bu konularda etkileyici sözler söyledi.
       Tiyatrocular da adeta kazan kaldırdı.
       Sonra baktık ki tiyatro mevsimi açıldığında, İstanbul Şehir Tiyatrolarında hiçbir şey değişmemiş! Eski hamam eski tas!
       Peki bu kadar söz neden sarf edildi? 
Sayın Bakanımız GÜNAY’a:(03.07.2012)
      
       Siz Bakan olmadan önce Devlet Merkezi’nde “TÜRK Musikisi Devlet Konservatuarı yoktu, bugün de yok?..
       Yurdumuzda 19 adet (Batı müziği) Devlet Konservatuarı ve 3 TÜRK MUSİKİSİ Devlet Konservatuarı mevcut?..
       Batı müziği (çok-sesli) çocuk koroları mevcut; Türk sanat musikisi çocuk korolarını Devlet açmıyor; Belediyelerinkilere de destek vermiyor?.. TRT de ona uyuyor!..
       “Kültür, ecdattan devralınan maddî ve mânevî mîrâsın tümüdür.”
                      T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan
                       İstanbul Kandilli Geleneksel El sanatları Merkezi açılışı 29.05.2012
                                                                          *
Bu olay ve haberle ilgili 2 husus dikkat çekicidir:
       a) Yukarıda açıklanan “Çağdaş/çakma kültür” cephesine yeni bir, “ Kànunla korumalı  üye!” ilâvesi isteği..
       b) KARGAŞA isimli oyunun 16 sahîfalık tanıtıcı broşürü kapağında, ” dekolte 5 kadın ile bir dâire içinde ( 16 + ) işâreti/uyarısı mevcuttur. TV ekranlarında ( 13 + ) dan da çok yüksek olan bu işâret, porno‘yu bildirmedik dense bile, görenlerin hatırına getirmektedir. KARGAŞA’da, bir kadının hayâtından 5 kesit sergilenmektedir: Broşürdeki açıklamaya göre:  ilkinde “küçükken tecavüze uğramış bir kızın hikâyesi“, nihâyet “aşkı arayan kadınlar” anlatılmaktadır ki; 16 + uyarısı ışığında “ilkinde dehşet ve porno” ve “diğerinde porno” söz konusu edilebilir.    
      14 Ağustos 2011 EK’i:
 Yukarıda ideologlarını açıkladığım [“çağdaş/çakma kültür” cephesi]nin gàyesi; “ulusalcılığı=kavmiyetçiliği” öne çıkarıp; “Batı’nın kültürü, san’atı, ahlâkı, din-dışı yaşayışı..’nı” kabùl eden bir nüfus çoğunluğu meydana getirmek için; bütün bakanlıklarda, Genel müdür yardımcılarının altında, her devirde etkin ve yerlerine gelecekleri de yetiştiren, “Batılılaştırmağa Çalışma Grupu” yardımcıları “Baş-kâtipler” yetiştirip “Anadolu aydınlanması” faâliyetini devâm ettirmek; Yürütme-Yasama organını oyalamağa önem vermektedir. Darvinizm + Marksizm demek olan Aydınlanma‘nın, teorisyeni,  Başyazarı İlhan Selçuk olmuştur. Sayın A. N. Sezer de, konuşmalarında Anadolu Aydınlanması’ndan bahsetmiştir. Nitekim; resmî görevinin sonlarına doğru bir kış günü 16 Mart Çanakkale törenine katılmayarak Samsun ve İzmir’e gitmiş, üniversitelerinde Anadolu aydınlanmasınından söz etmiştir.   İktidâr; muktedîr olabilmek için, bu “Baş-kâtipler organizasyonu”nu, Başbakanlık Teftiş Kurulu’nca ve MİT’in de yardımını alarak inceletmelidir. Devlet teşkilâtının bugün dahî hemen her köşesinde mevcùd olup, ileride yerine gelecek halefini de yetiştiren, orta tahsilli veya kariyer yapmamış yüksek tahsilli, tek partili devir metodlarıyla Tanzîmât uzantısı olacak şekilde “Milletimizi Batılılaştırma, Anadolu aydınlanması” çabalarına katkıda bulunmak isteyen bu zekî ve kurnaz kişileri, BAŞKÂTİPLERİ birkaç kıssa/HİKÂYE yazarak tanıtmak ısterim:
HİKÂYE bu ya !
      Genel müdür; yardımcısına pür-telâş anlatmağa başladı: Batı’nın çağdaş devletleri gayrı sâfî millî hâsılanın yüzde birini İLMÎ ARAŞTIRMAlara ayırırken, bu oranın bizde 0nbinde bir oluşuna çare bulunmasını sayın başbakanımız emir buyurmuşlar; sen düşün de fikrini bana bildir!.. O da; çok kurnaz ve zekî olarak -bittecrùbe- bildiği Başkâtip’e işi havâle etti. Bir hafta sonra, “Asistan”lara “ARAŞTIRMA Görevlisi” kadroları verilmiş; aldıkları maaş toplamının gayrı sâfî millî hâsılaya nisbeti, yüzümüzü kızartan seviyeden ağartacak seviyeye yükselmişti.
         Bu, zekâ eseri buluşu gören diğer bir bakan da; aynı derecedeki bir memuru olan Başkâtibi sâyesinde, Batılılarla yarış bâbında büyük bir başarıya imzâ atmıştı: Memurların, işçilerin, emeklilerin maaşları Falan Bank’dan alınıp Feşmekân Bank’a verilince, Dünyâ çapında, ilk 50’ye ulaşılmiştı..
         Kaşlar çatılmış.. Lâik bir devlette, başında “İslâm” bulunan bir devlet müessesinin bulunamayacağı dile getiriliryor; “Kapatalım!” fakat geniş bir halk kitlesini karşımıza almadan bu işi kurnazlıkla hâlletmek için birkaç gün düşünelim” deniyor. Gene bir Başkâtip seviyesindeki kişinin plânı uygun görülüp tatbîk ediliyor: Yüksek İSLÂM Enstitüleri kaldırılıp, İlâhiyat fakülteleri kurulunca; “İlâhiyât”, “Teoloji” demek olduğundan “lâikliğe aykırı durum gideriliyor ve “Doç. , Prof.” kadroları verildiğinden Hoca efendilerin de sesleri çıkmıyor!.. Ne şiş yanıyor ne kebap…
         Emekli doktor maaşlarının yükseltileceğini duyan Başkâtip, Genel müdürüne giderek: “Aman.. Sakın hâ.. Binlerce hekim emekli olur; hükûmet sarsılır” uyarısında bulunarak bir teşekkür daha almış… 
25 Haziran 2012 ilâvesi : Arif Nihat ASYA’nın “BAYRAK” şiirinin, “Kuş yuvalarını bozmağa teşvik suçu işlediği yorumuyla ! “ okul kitaplarından ihrâcı ile cezâlandırılmasında bir BAŞKÂTİP rolü mevcùd olup olmadığının araştırılması gerektiği kanâatindeyim. (C.ÖNEY)
“Yar üstüne yar seveni kurşunlamalı! diyen türkücülere yasak getirmiyorlar ya.. ona da şükredelim..
28 Haziran 2012 ilâvesi :
    Millî eğtim bakanımızın îtimâdını kötüye kullanan Başkâtip ve hâmîsi istîfâ etmelidirler (C.Öney)
       Yavuz Bülent Bakiler’in 24 Haziran 2012 Pazar TÜRKİYE’de çıkan ” MEB Ömer Dinçer’in yanlış kararı : -2- başlıklı köşe-yazısından cümleler:
H. de Balzac’ın çok kısa çok doğru bir millet tarifi var. Diyor ki: “Millet, edebiyatı olan topluluktur...” Necip Fazıl Kısakürek de benzer bir iddiadadır: “Bir milletin edebiyatı yoksa , o millet yok demektir!..”  Edebiyatın temel malzemesi dildir. Dil olmazsa edebiyat olmaz. (…..)  1964-68 yılları arasında Ankara Radyosu’nda çalıştım. (…) …ilgililere arz ettim ki: “Arif Nıhat Asya, Cumhuriyet devrimizin en önemli şair ve yazarlarındandır. Arif Nihat Asya bugün var; yarın yoktur. Yarınki, nesiller için onun sesini ve görüntülerini alıp Radyo arşivinde saklayalım…” Arif Nihat gibi başka isimleri de saydım. Teklifimi kat’iyyen kabul etmediler. Bugün bizim radyolarımızda ve televizyonlarımızda tek görüntü ve ses kaydı yoktur. Neden? Arif Nihat solcu olmadığı için. (…) Arif Nihat’ın BAYRAK şiirine de Türkiyeli solcular ambargo koymuşlardır. Bugün de onu, MEB Ömer Dinçer yasaklıyor! Siz de dizinize vurarak hayıflanmaz mısınız?
                                                                    *
        27 Haziran 2012 YENİ MESAJ’da Prof. Dr. Nurullah Çetin’in “Sana benim gözümle bakmayanın …” başlıklı köşe yazısından cümleler:
        Arif Nihat Asya’nın bu “Bayrak” şiirinden bölüm çıkarma işi yeni değildir. Daha önceki yıllarda da şiirin son kıt’ası, emperyalist mesaj içerdiği gerekçesiyle bazı seçkilerden, ders kitaplarından çıkarılarak yayınlanmıştır. Arif Nihat Asya bu kısımları çıkaranlar için, “elleri kırılsın, elleri kırılsın” diye betdua etmiş. Yine şair, bununla ilgili olarak sorulan bir soruya karşılık şöyle bir değerlendirmede bulunmuş: “Her halde lokma büyük geliyor. Gırtlaklarına tıkanıyor. Onun için küçültüyorlar. O kısım çıkarılınca bayrağın direği kalıyor. Onu ne yapacaklarını kendileri bilirler.” (Kendisiyle yapılan bir söyleşiden. Töre dergisi, Ekim 1972).
26.08.2012 ilâvesi: “Telgrafın tellerini arşınlamalı / Yar üstüne yar seveni kurşunlamalıTürküsünü de, Kadın cinâyetlerine teşvik ile suçlayıp yasaklayabilir miyiz??
                       Çağdaşların, açıklanamaz cehli sehl ile;
                    Tahmîn odur ki, hâcesi Başkâtip’in biri !..
                    … VEZNİ: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün       NOT: sehl=yanlışlık …
                                                                  *                                                                     
      
     Sayın Bakanımız. Atatürk’ü de, “Güneş-dil” teorisini kabul ve ilân etmesi için şöyle aldatmışlardı: Binlerce yıl önce, Türkler. Asya’nın kuzey doğusundaki boğazdan Kuzey amerika’nın Kuzey batısına geçmişler.. Gineye doğru gidip de bir şelâlenin gürültüsü karşısında “Ne yaygara!” demişler. Sonraları “Niyagara” denmiş. Güney amerika’da da çok uzun bir nehirle karşılaşınca da “Amma uzun!” demişler de çok sonraları adı “Amazon” olmuş!.
Sayın Bakanımız. Yavuz Bülent Bakiler; 1964-68 yılları arasında Ankara Radyosu’nda olanları anlattı. Ben de, aynı yıllarda Ankara Radyosu’nun, Yönetmelikler çıkararak “Çağdaş Türk Müziği” diye kurùmî müzik icâd ettiğini, TRT’de onlara makamlar,ünvanlar ve eser sipârişleri verdiğini bu web site’min TÜRK MUSİKİSİ bölümünde tafsîlâtıyla anlattım. Tanzimatta başlayan Batılılaştırma hareketi “Kültür bakanlığı, TRT, MEB” içindeki BAŞKÂTİPlerce ve bütün hızıyla, işgüdümle(!) yürütülmektedir. Bir misâl vereyim: Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür çalışmaları konusu müzik bölümünde millî musikimiz için Klasik Türk Musikisi ve Türk Kalk Musikisi’nde başka ilgilendikleri yoktur. “Türk musikisi” demek yerine “Klasik Türk Musikisi” demekle; özellikle “Türk musikisi çocuk koroları” , bir Başkâtip zekâsıyla bertaraf edilmiştir. TRT de işgüdüm gereği Türk musikisi Çocuk Korolarına aslà yer vermemektedir; 2008’den bu yana TRT 1 , 2 , 4 +de Türk San’at müziğine, Klasik Türk musikisi korosu’na, Tasavvuf Türk Musikisi korosuna, İllerden gelen misâfir korolara ve uzu yıllardan beri de Türk musikisi çocuk korolarına yer vermemektedir. Site’min muhtelif bölümlerinde bunları defâlarca, misâlleriyle, delilleriyle yazdım ise de hiçbir faydası olamadı. Bir misâlimi tekrarlayayım: 19 Bafı müziği konservatuarına karşılık; İstanbul, İzmir, Gaziantep’de birer Türk musikisi konservatuarı mevcuttur ve dördüncü Türk musiki devlet konservaruarı ANKARA’da açılAmamaktadır?!?!
 
                                                                       *
akit 02.06.2012 s.16’da F.Burak KAREN’in köşe-yazısından :
       (…..) TRT çalışanlarının aldığı 6 ikramiye (…) “TRT çiftliği” ülkedeki “beyaz Türklerin” oturma alanı (…) “yakınımdır” kartıyla/telefonuyla  (…) . Özel televizyonlar elli kişiyle işlerini yürütürken TRT binlerce çalışıp görünüp yatanıyla (…) . İzleme oranlarıyla da dipleri zorluyor.
Benim, üzerinde özellikle ve önemle durduğum husus şu: TRT‘de; genel müdürlerin altının altı derecesi mevkîlerde mevzîlenmiş; haleflerini de yetiştirmekte olan BAŞKÂTİP diye tanıttığım TAKMA KÜLTÜR yaşatıcılarının, SOYLU KÜLTÜRümüze, şimdiye kadar verdikleri zararları fark edip genel müdürlerine rapor edecek kalifiye personel olmadığı acı gerçeği.. Bu konu, Millî eğitim, Türk dili GİBİ hassas bakanlıklar ve müesseseler için de geçerli…         
15.08.2011 AKİT Gazetesi 2.ci sahîfasında, Asım YENİHABER’in “İlâhî Türkçe Sözlük” başlıklı köşe-yazısını aynen ve tamâmen naklediyorum:
       [[[ Sözlüklere “Kemalizm (veya atatürkçülük) Türkün dinidir” yazıldığı günler geride kaldı.
       Hey gidi “Türkçe Sözlük”!
       Dil Kurumu’nun ilk defa 1945’te yayınladığı, son olarak 11. baskısı yapılan “Türkçe Sözlük” Türkiye’deki değişimi okumak için de işe yarar bir kaynak.
“Devlet  sözlüğü”!
“Sözlük” devletin olunca, devletin fikriyatı, ideolojisi ondan okunuyor. (15.8.2011 makàlenin devâmı>) 1945’teki ilk baskısı o sakat laiklik anlayışının en iyi göründüğü kaynaklardan biri. Mesela bayram “ulusça kutlu sayılan” gündür bu sözlüğe göre.
“Bayram” kelimesi din alanından ödünç alınmıştır ama hemen uluslaştırılmış ve esas anlamı da yok sayılmıştır!
Dinin sahasına giren, dinden kaynaklanan, kültürü yansıtan kelimeler keskin bir ideolojik tarif/tahrifin konusu olmuştur.
Buyurun 1945 sözlüğüne göre bakalım “hâfız” ne demek. Birinci anlam olarak “Kur’an’ı ezberlemiş olan kimse” denildikten sonra, ikinci mâna olarak “aptal” karşılığına yer veriliyor. (Sonraki baskılarda “aptal” yeterli bulunmamış, “ahmak, bön” de eklenmiş!)
Mesaj açık: Kur’an’ı aptal olanlar ezberler!. Kur’an ezberi insanı aptallaştırır!
“Hoca” 1945 baskısına göre “medresede yetişip sarık saran, cüppe giyen din adamı”. Ama “eskiden”! Çünkü artık onlar yok sayılıyorlar!
“Hâfız”daki ikinci adam dokuzuncu baskıya kadar böyle gitti!
Son baskıda baktık ki, bu tahrifkâr tarif kaldırılmış. Elbette doğru yapıkmış!
Peki, Türkçe Sözlük’ün dinî-dinden kaynaklanan kavramları anlamlandırma ve tarif etme meselesi tamamiyle halloldu mu?
İfrat ve tefrit arasında mıyız yoksa?
Bu konuda tam hüküm vermek için metnin bütününü incelemek lâzım. Biz tesadüfî bazı kelimeler baktık.
Bunlardan biri “ilâhî”.
Kelime kök alarak aynı olmakla beraber, bu kelime ile ilgili tanımlamalar ve bilgiler 3 başlık altında verilmiş, nir de büyük harfle yazılarak 4. başlık eklenmiş.
Bir sözlükte dört “ilâhî”!  ilâhî Türkçe Sözlük!
Esasen 1945 baskısında bir tek ilâhî var. 9. baskıda ise iki. Ünlem olarak kullanılan, hayret ve şaşkınlık belirten anlamı ayrı bir başlık yapılmış. Böylece kelimenin aslından tamamen farklı olduğu var sayılmış. 3. baskıda kelime 3. madde başı olmuş. Bu sefer de, şiir ve mûsıkîdeki “ilâhî” farklı bir başlık altında alınmış.
Ya numarasız olan dördüncüsü?
Bu büsbütün anlaşılmaz bir tefrik! “Ey Rabbim, Allahım, hey Rabbimiz” anlamı için neden böyle bir farklılaştırmaya gidildiğini biz bir türlü fehmedemedik. Devletimizin “chief lexicographer”i elbette bir sebeple bunu yapmıştır.
Peki,  ilâhî kelimesinin kullanımdaki bütün anlamları böylece Sözlük’te yerini almış mıdır?
Dört başlık altında beş anlamlandırma var.
Mesela, bu Sözlüğün “ilahi”lerine bakarak Yahya Kemal’in şu cümlesini anlamak mümkün değildir: Genç Fatih, fethin ertesi günü eski an’aneyi yaşatan ilâhîleri buldurdu; uzun uzadıya konuştular.
Burada “ilâhî” rahip, ruhanî anlamına geliyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Bursa’da Zaman şiirinde yer alan şu mısralar da bu tanımlamalarla tam olarak anlaşılamaz: Ovanın yeşili, göğün mavisi / Ve minarelerin en ilâhîsi..
Burada Tanpınar’ın sadece “çok güzel, mükemmel” demek istemediğini dikkatli bir göz seçebilir. Aynı zamanda “maneviyatlı, ruhaniyetli” denilmek istendiği âşikâr.
Türkçe Sözlük’ün “ilahi”lerine ne diyebiliriz bu durumda?
İlâhî Türkçe Sözlük!
Gelelim “chief  lexicographer”a.
Biz “sözlükçü, lügatçi” veya “kamusçu” demekten yanayız ve öyle söylüyoruz. Bir vesile ile, bizim “Devlet Sözlük Yazar mı?” kitabımızla ilgili bir soru üzerine, Dil Kurumu’nun sayın başkanı, akademik ünvanı ile mağrurlanarak sözlükçülüğün “lexicographer”lara mahsus bir iş olduğunu beyan buyurmuştu. Tercih onun! O bir “lexicographer” hatta “chief  lexicographer”! Bakarsınız, önümüzdeki baskıda değil dört, ondört ilahiye yer verir! ]]]  
           
 ________________________________________________________________________________________________ 
(1) Bu web-site’de TÜRK MÙSIKÎSİ ana bölümü “TRT ve mùsıkîmizde ilim-dışı resmî uygulamalar” başlıklı bölümden bir paragraf: [[[ BAŞBAKANIMIZ R. T. ERDOĞAN’IN BİLGİLERİNE ARZ OLUNUR:
24 Şubat 2008  04.00’de Habertürk TV’da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay‘a araştırmacı-yazar Murat Bardakçı şöyle hitâb etti:
       (meâlen>) Kültür ve sanat topluluklarını bakanlığınız teşkilâtından çıkarıp mahallî idârelere devretmek gibi bir projeniz veya düşünceniz olduğu işitilmektedir. Batı’daki uygulama böyle ise de, sizin, bu projeyi, Türk klâsik ve sanat müziği toplulukları için düşündüğünüz; baleleler, senfoni orkestralarına dokunmayacağınız konuşulmaktadır. Bu haberler doğru ise, böyle bir ayrıcalık uygun mudur? Bakan, bu haberi yalanlamadı; haberin nasıl duyulduğuna hayretini ifâde etti. Cevâbını reklâmlardan sonra verecekti. Reklâmlardan sonra bir cevâb alamadık. Şimdi şahsî düşüncelerimi ifâde edeyim. (…..)  (…..)   (…..)
       3 Şubat 2010 târihli ZAMAN gazetesinin KÜLTÜR-SANAT sahîfasında “Aynalıkavak Kasrı, Türk müziği merkezi oluyor” başlıklı uzun yazısındaki son paragrafda (….)   ]]]     
 
          (2) Kültür ve Turizm Bakanlığının kısa öz-geçmişi :
Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde “Kültür müsteşarlığı” iken, 1971’de Kültür Bakanlığı;
1972’de, Başbakalık bünyesinde müsteşarlık,
1974’de Kültür Bakanlığı,
1977’de Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı, aynı yıl: Kültür Bakanlığı,
1982’de Kültür ve Turizm Bakanlığı,
1989’da Kültür Bakanlığı,
28.04.2003  4848 numaralı Kanun ile Kültür ve Turizm Bakanlığı 
      
40 yılda bu kadar çok isim değişikliğinin sebebini siyâsetçilerimizin incelemesi / inceletmesi gerekir. Benim nâçiz fikrim: En uygun isim “Millî Eğitim ve Kültür Bakanlığı” ise de; baş tarafdaki “Millî” sıfatı “Kültür” ile de ilişkilendirilebilir endîşesi, “Anadolu aydınlanması” çalışanlarınca engel görülmektedir.
             
           03 Ağustos 2011 EK’i :
   Bu bakanlığın, “isim değişiklikleri” göstermesini, ben, şöyle mânâlandırıyorum:
   Yalnızca 1982! ve 2003! yıllarında, yâni sağ iktidarlar zamânında “Kültür ve Turizm Bakanlığı” ismi kullanılmıştır.(Sağ iktidar tehlikesi yoksa; “kültür ve turizm bakanlığı” terkîbi kullanılmamıştır!?!?)  
   Bu 2 târîhin iktidârı; yukarıda ortaklarını anlattığım “çağdaş / çakma kültür cephesi”ni telâşlandırdığından, henuz görevde olan yandaş bürokratlar harekete geçmişler; bir bakıma kendilerine yakın buldukları “turistik kültür“ü, henuz ustalık mertebesine ulaşmamış iktidar sahiplerine kabûl ettirmişlerdir!!!???
    02 Ağustos 2011 SALI  STAR isimli gazete s.13’de İBRAHİM KİRAS’ın köşe-yazısından:
     
      Yıllardır bu “yüzde iki”nin sesini duyuyoruz
     Tarhan Erdem dünkü Radikal’de Türkiye’de yaşayan insanların “kendilerini dindarlık açısından nasıl tanımladıklarıyla ilgili” araştırmaların sonuçlarını yazdı.
      Buna göre, “dinin tüm gereklerini yerine getirenler” toplumun yüzde 10,5’ini oluşturuyor.
       “Dinin gereklerini yerine getirmeye çalışanlar”ın oranı yüzde 56,7.
       Ve son olarak “inançlı olduğu halde dinin gereklerini yerine getiremeyenler” ise yüzde 30,7 oranında.
       Demek ki Türk toplumunun yaklaşık yüzde 98’i -gereklerini yerine getir(e)mese bile- dinine bağlı.
       Buna mukabil, Erdem’in verdiği bilgiye göre, kendilerini “dinin gereklerine pek inanmayan biri” olarak tanımlayanların oranı sadece yüzde 2,1. Demek ki sayıları bu kadar azmış!
       Oysa “sesi en fazla çıkan” kesim bunlar. Gazetelerde bunlar yazıyor, televizyonda bunlar konuşuyor. Medyayı öteden beri bunlar yönetiyor. Edebiyat dünyasında, sanat piyasasında hep bunların sözü geçiyor. Türkiye’deki gazeteleri okuyanlar, televizyon kanallarını seyredenler bu ülkede “dinin gereklerine pek inanmayan biri”lerin oranının yüzde iki olduğuna hayatta inanmaz!
04 Ağustos 2011 EK’i :
       Sayın İbrahim KİRAS’ın söylediklerine katılıyorum.
       Yalnız; “İslâmın, İslâmiyetin” yerine, “dinin” kelimesinin kullanılması dikkatimi çekti. Sözünü ettiği “dindarlıkla ilgili” araştırmada “gayrı müslimlere de” mi sorular yöneltilmiştir?
70 yıl öncesi yazılmış kitaplarda “İslâm”dan bahsetmek yasak idi.
Mùsıkî kitaplarında bile “İslâmî Mùsıkî” veyâ “İslâmda Mùsıkî” denemez, “Dînî Mùsıkî” başlığı atılır ve gayrı müslimlerin müziklerinden söz edilmez idi. Vahşî kapitalizm” olur da “Vahşî lâiklik” olmaz mı?(x).. Durum, tutum, ortam düzelmiş olsa bile; alışkanlıklardan hemen kurtulmak imkânsız. Şâir ne güzel söylemiş:
        Meclis-ii vaslında giryân olduğum ma’zùùr tut;
        Bir tabîatdir ki kalmış gam zamânından bana!..
                                                            Recâîzâde Mahmùd Ekrem Bey
                                                         
                               ************************
                      10 AĞUSTOS 2011EK’İ :
  KÜLTÜR ve TURİZM BAKANLIĞI’NDA “MİLLÎ KÜLTÜR”
 1- Bakanlığın ismi ve sebep olduğu aksaklıklar:
 Bakanlığa, bir “Bakan Yardımcısı” atanacak.. Bu “Bakan Yardımcısı” Turistik deneyimli mi olacak, Güzel Sanatlar uzmanı mı? İnternet’e “bir turizm âlemi başarılısı”nın adı düşünce, ben de,  Millî san’atlarımız 5 uzmanının adını andım. “Turistik sanatlar, çağdaş sanatlar.. uzmanlarına imkân tanımamakla haksızlık etmiyor musun?” diyecek olanlara cevâbım: Özel Kanunlarla kurulmuş ve “Tüzel Kişilik” zırhlarıyla Bakanlık içinde faal Genel Müdürlüklerin bulunduğunu bilenler/öğrenenler, bu soruyu haksız ve yersiz bulurlar. (<10.08.2011)
 2- Yurdumuzda, 1940’lı yıllarda; “folklorik kültür baz alınarak lümpen proletarya kültürüne/kültürsüzlüğüne yöneliş hareketi” olup olmadığının; eğer söz konusu ise ne gibi faâliyetler yapıldığının,  günümüzde hangi aşamaya geldiğinin inceleme konusu yapılması gerekir… (<04.95.2012)
       Köklü değişimler geçirildiğini, web site’min TÜRK MUSİKİSİ > Türk musikimizde ilim dışı resmî uygulamalar ve TÜRK DİL KURUMU sahîfalarında ayrıntılarıyla anlatmağa çalışmış olduğuma işâretle yetiniyorum. Kültürümüzün bugün neleri benimseyip korumakta öncelik tanıdığını anlamak için, ilgili bakanlığın resmî web sitesine göz atacak; değerlendirmesini okuyucularımıza bırakacağım.
        T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı resmî web sitesinde; hizmet verilecek konular-müesseseler-kişiler.. 2 başlık altında anlatılmıştır: “Neredeyim: KÜLTÜR” ve “Neredeyim: TURİZM …
        Neredeyim: KÜLTÜR’de Türk kültürü hakkında bilgiler verildikten sonra, ayrıntılara geçilmekte ve 2 hizmet alanı kabul edilmektedir:
        HALK KÜLTÜRÜ , SANAT
HALK KÜLTÜRÜ ana-başlığı altındaki başlıklar. sırasıyla, şöyledir:
Gelenek-Görenek ve İnançlar, Halk Müziği, Çocuk Oyunları ve Oyuncakları, Geleneksel Türk Tiyatrosu (*), Geleneksel Giyim-Kuşam-Süslenme, Halk Mimarisi (Mimarsız Mimarlık)(**), Halk Edebiyatı, Bayramlar-Törenler-Kutlamalar. Halk Oyunları, Halk Sporları, Geleneksel El Sanatları, Halk Resmi, Geleneksel Türk Mutfağı.
        Görüşüm : HALK KÜLTÜRÜ başlığı altında bildirilenlerin ilmî adı: TÜRK FOLKLORU’dur. Bu hususda ilmî bilgi edinmek isteyenler, muhterem Kemal GÜNGÖR’ün, TÜRK YURDU isimli aylık derginin Haziran 1959 tarihli. 4-274 sayılı nüshasındaki “Folklorun Mânâ ve Mâhiyeti” başlıklı incelemedeki sınıflamayı dikkate almalılar(***)
        
        Türk kültürü, folklorundan mı ibârettir?
           DEVÂMI 11.07.2012
(19 Devlet -müziği?, Batı müziği?- Konservatuvarımızın tamâmının, Halk müziğimiz eğitimine ilgi duyma, önem(?) verme sebebi, aşağıda belirtilmiştir.<13.09.2012
        SANAT ana-başlığı altındaki alt-başlıklar, sırasıyla şöyledir:
Plastik Sanatlar, Sanatçılar (devlet sanatçısı ünvanını alanlar. …) , Opera ve Bale, Sinema, Müzik ve Sahne Sanatları, Türk Halk Müziği Koroları-Klasik Türk Müziği Koroları-Topluluklar, Tiyatro, İstanbul Uluslararası Dans Yarışması(Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü tarafından, iki yılda bir … (****) .(<04.05.2012)  Şu “bertaraf ediş kurnazlığı”na bakın: Soylu musikimiz, “Türk musikisi” bütünlüğü içinde konu edilmiyor da yalnızca “Klasik Türk Müziği Koroları” desteğe lâyık görülüyor. Tırnak içindeki 4 kelimeden yalnızca “Türk” kelimesi bizden.. “Koro” bir sunuş şeklidir ve klasik musikimizle hiçbir alakası yoktur. “koroları” yerine yalnızca “toplulukları, dernekleri” demeyi onlar da bilirler, fakat ince fikirleri vardır. Türk halk musikisi bölgesel ve hattâ yöreseldir: Her ikisi de Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ise de Rize ile Artivin’in halk musikisi (çalgıları, raksları, kıyafetleri, sözleri yönünden) farklılıklar taşır. Fakat ÇAĞDAŞlarımız, sâdece, bir halk ezgisini gasb edip(İNTİHAL!)  çokseslendirmekle meşgul olurlar. Bu, çokseslendirme, bir karakalem levhayı suluboya ile renklendirme gibidir buna Batılılar Barbarlık, Vandalizm derler. Türk halk ezgisini 12 sesli Batı notasıyla tesbit ve TAHRİF ettikden sonra yaptıkları çok seslendirmeğe ARANJMAN ve bu düzenlemeyi yapana da ARANJÖR denir ise de, ortaya çıkan melez(hibrid)  yapıtlarını “BESTE” diye tescil ettirip, kendilerini aranjör değil de KOMPOZİTÖR-Bestekâr olarak tanıtırlar. İşte, Kültür Bakanlığımızın Halk musikimize alâka göstermesi, intihâlci aranjörlerimizi maddî-mânevî tatmin sebeplidir.     
        Kültür mü?.. Bizde, soylusu ihmâle uğramış;
       İdhâl malıysa çağdaşı, Kànunla beslenir…
        …  1949>5441, 1957>6940, 1970>1309, 2003>(8,27.31. maddeleriyle) çağdaş 4848 … 
_________________
(*) Tanzimat’dan sonra benimsenen san’at ve âdetlere..  hiçbir ayrım yapmadan, istisnâ tanımadan, tiyatroya “geleneksel” denemez.
(**) “Mimarsız mimarlık” yanlış bir yakıştırma olmuştur.
(***) “FOLKLORUN MÂNÂ ve MÂHİYETİ’nden: I-EDEBÎ FOLKLOR Halk Edebiyatı ve şifâhî mahsuller:  1.Ağıtlar 2.Atasözleri  3.Bilmeceler  4.Çocuk türküleri  5.Destanlar  6.Fıkralar  7.Hikâyeler  8.Masallar  9.Makàleler  10.Mâniler  11.Türküler (şiir formu olarak)  12.Tekerlemeler  13.Söz temsilleri ve tâbirler  14.Küfürler, bedduâlar ve hayırduâlar   II-HALK MÜZİĞİ ve RAKSLAR: 1.Halk müziği (Türküler, Koşmalar söyleyiş tarz ve icrâ şekli)  2.Rakslar (kadın, erkek, toplu veya ayrı müzikli veyâ müziksiz raks tarz ve şekilleri)   III-HALK TEMÂŞÂSI ve TİYATRO  1.Köy temsilleri (oyun çıkartmalar)  2.Temsîlî veyâ taklîdî oyunlar 3.Karagöz, kukla ve ortaoyunu  4.Meddâhlık ve tulûât   IV- HALK ÂDET ve GELENEKLERİ  A-Doğum ve çocukla ilgili âdet ve merâsimler  a.Hâmilelik ve aşerme (aşirme) b.çocuğun cinsiyetine dâir inançlar  c.Ebe ve ebelikle ilgili âdet ve gelenekler d.Lohusalık ve lohusalıkla ilgili âdet ve inanışlar  e.Diş çıkması, ilk saç ve tırnak kesilmesiyle ilgili âdet ve merâsimler   B- Okula başlatma ile ilgili merasim ve âdetler   C-Sünnet merasimi   D-Evlenme ile ilgili âdet ve merâsimler a.Namzet seçimi  b.Nişan  c.Nikâh  d.Düğün   E-Ölüm ve ölüye dâir inanışlar  a.Ölüm hakkında inanışlar, ruhla bedenin münâsebetleri  b.Ölüye karşı alâka  c.Cenâze töreni ve defin  d.Ölüyü anma ve arkasından yapılan merâsim    F-San’at, meslek ve umùmî meşgaleler ile ilgili âdet ve merâsimler a.Çıraklık, kalfalık ve usta olma törenleri  b.San’at ve mesleklerin pîrlerine dâir inanışları  c.San’at ve meslekler hakkında telâkkîleri ve dereceleri  d.Usta ve kalfa münâsebetleri  e.Meslek ve san’atla ilgili töre ve yasalar    G-Takvimle ilgili merâsimler (yılın muayyen gün ve mevsimlerinde yapılan merâsimler, şenlik ve bayramlar)  a.Dünyâ ve tabîatla ilgili inanışlar  b.İnsân, hayvân ve nebât gibi canlı yaratıklarla ilgili inanışlar  c.Zamânla (gün, ay, yıl ile) ilgili inanışlar  d.Evliyâlar ve peygamberler ile ilgili inanışlar    V- SOSYÂL ÖRF VE TEMÂYÜLLER   1.Âile ve âile hukùku  2.Akrabâlık adları ve yakınlık dereceleri  3.Köy ve kasaba halkının birbirine ve yabancılara karşı durumları  4.Akrabalık ve sıhriyet dışında yaklaşımlar: (hemşerilik, kan kardeşliği, süt kardeşliği ve kirvelik)   5.Dîn, mezheb ve tarîkat bağlılığı   6.Husùsî hukùk telâkkîleri, kendi aralarında suç ve günâhın mâhiyeti  7.Kan gütme (kan dâvâı gütme)    VI-EKONOMİK ÖRF VE TEMÂYÜLLER  1.Pazarda ve pazar dışında alış-veriş temâyülleri  2.İstihsâl faâliyetlerine dâir temâyüller ve gelenekler  3.Müşterek çalışmalar ve yardımlaşma  4.Hayvancılık ve çobanlıkla ilgiliörf ve âdetler  5.Avcılık ve av hayvanlarıyla ilgili örf ve âdetler  6.Zirâat ve zirâat işciliği ile ilgili örf ve âdetler   VII- DÎNÎ VE SHRÎ İNANIŞLAR   1.Allah fikri, îtikad ve ibâdet tarzları  2.Eskiden kalma inanış ve din bakıyeleri  3.Sihrî inanış ve temâyüller (Büyü. fal, nazar=  4.C,n, peri hakkında inanışlar  5.Başka din ve mezhebe mensùb planlara karşı muâmeleleri   VIII- HALK TABİBLİĞİ VE BAYTARLIĞI  1.Hastalıklar ve sebepleri hakkındaki inanışlar  2.Tedâvî şekilleri  3.Tedâvî vâsıta ve çâreleri    IX- HALK TAKVİMİ VE ASTRONOMİ  1.Gün, ay, yıl bilgileri  2.Kozmografik ve metoorolojik inanış ve düşünceler  3.Uğurlu ve uğursuz günler .
                 
Devâm edecek 11.06.2012
____________________________________________                                                                   
(X)
     İngiliz normal, Fransız sert-lâiklikden yana;
   Bir devirdir uygular “vahşî lâiklik” Türkiye!..
                 ….. VEZİN: Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün …………………………………………………………………..     
         
         
                                                                                Devâm edecektir.
 
                                                  
                                     
              
(Visited 48 times, 1 visits today)

İlgiliMakaleler:

  • İlgili Makale bulunamadı!..


RSS 2.0 ile yeni eklenen yorumları takip edebilirsiniz. Both comments and pings are currently closed.

Comments are closed.