Yukarıda arzettiklerime dayanarak, el-ahrufu’s-seb’a`nın 40 çeÅŸit yorumu terkedilsin de benim görüÅŸüm kabùl edilsin ÅŸeklinde bir isteÄŸim kat’iyyen yoktur. İsteÄŸim; görüÅŸümün, 41inci bir tahmîn olarak kabùlüdür.
Åžu husùsu da yazmaktan kendimi alamıyorum: İlim hazînesinin BaÅŸsözcüsü sevgili Peygamberimizin(S.A.S.); huzùrda tilâvette bulunanlardan; “hareke deÄŸiÅŸikliÄŸi yapana: DoÄŸru okudun!” , “irâb deÄŸiÅŸikliÄŸi yapana: DoÄŸru okudun!” , “teleffuz deÄŸiÅŸikliÄŸi yapana: DoÄŸru okudun!.” , “iÅŸtikak hatâsı yapana: Sen de doÄŸru okudun” …. buyurduklarını kabûl edemiyorum; çünkü bunun sonu: “Hatâ yapın ama, hatâ çeÅŸidi 7’yi aÅŸmasın!”a varır. Ayrıca, 7 harfin; hadîs-i ÅŸerîflerde zikredilen ÅŸifâ verici husûsiyeti, yorum yapılırken görmemezlikden gelinmemelidir( Site’min “Klasik Türk Mùsıkîsi” bölümünde bu konularda teferùat vardır.. lûtfen inceleyiniz.)
Varsa ÅŸâyet yanlışım ma’zûûûr gör:
Ey azîz; Allàhu a’lem bissevâb!..
ÖNEMLİ NOT:
Bir kısım müzikologlarımızdan ÅŸöyle bir i’tirâz gelebilir:
[ Batı müziÄŸinin 12 perdeli, musikimizin 24 perdeli olduÄŸunu söylüyor, 24 perdeden 7’sinin ana-sesler olduÄŸunu ilâve ediyor ve bu 7 ses üzerinde duruyorsunuz. Bu doÄŸru kabùl edilse bile, Batı müziÄŸinin 12 perdesinin de 7’si ana-sesdir. Ve bu sesler; Batı müziÄŸinde DO RE Mİ FA SOL LA Sİ olup; musikimizdeki Çargâh:Do, Nevâ:Re, Hüseynî: Mi …. dir; yani, Batı müziÄŸinde ve musikimizde, her ikisinde ana-perdeler sayısı 7’dir ve sadece isimleri deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir. ]
Batı müziÄŸinde ve millî musikimizdeki ana-perdeler, çok kimsenin bilgileri aksine, birbirinin aynı deÄŸildir. Örnek olarak Batının 440 titreÅŸimli LÂ’sına göre DÜGÂH’ı akord ediniz; Sİ’nin frekansı ile BÛSELİK’in frekansı farklı olacaktır, DO’nun frekansı ile ÇÂRGÂH’ın frekansı farklı olacaktır, RE ile NEVÂ’nın …….. frekansı farklı olacaktır. Yâni; Batı’nın ve bizim 7 sesi birbirinin aynı deÄŸildir. Ve ilâveten; Batı müzüÄŸinde perde aralıkları birbirine musâvî, bizde ise gayrı musâvîdir. EÄŸer musiki sistemimizin perde aralıkları birbirine eÅŸit olsa idi (çeyrek sesli olaydı) Batı müziÄŸinin 12 sesinin tam karşılıkları musikimizde yer alacaktı, çünkü bu çeyrek seslerin aralıkları 50 sent olacaktı. Gene de, musikimdeki diÄŸer 12 perdenin karşılıkları Batı müziÄŸinde bulunmayacaktı!..
Bu söylediklerimi, musiki âlimimiz Hüseyin Sâdeddin AREL merhùmun, 1 Mart 1950 tarih – 25 sayılı Musiki Mecmuası’nın 21/22nci sahîfelerinde “Susak Emre” nâm-ı müsteârıyla çıkan Faydalı Bilgiler Türk ve Batı musikisinde perde farklarına dair: baÅŸlıklı yazısıyla perçimliyor ve ehemmiyetine binâen yazının tamâmını kaydediyorum: (Bu çizelge incelendiÄŸinde; mùsıkîmizde “çeyrek ses” bulunmadığı da, hüseynî-aÅŸîran ve onu tâkîb eden Acem-aÅŸîran arasında perde olmadığı görülerek anlaşılır.)
(1 mart 1950 tarih, 25 numaralı Musiki Mecmuası’ndan alınmıştır.) >
İslâm âlimlerimize, İslâmî mûsıkî hakkında ilâve bilgiler : ITRÎ MERHUMUN TEKBÎR SESLENDİRMESİ:
Evvelce verdiÄŸim bilgiler, “seslerin kalınlık-incelik seçimi” hakkında idi. Åžimdi; “seslerin kısa veya uzun seçimi” konusunda; Musiki Mecmuası’nın Mart 1991 tarih, 432 Nu.lı ve Aralık 1991 tarih, 435 Nu.lı nüshalarında çıkan DÎNÎ MMUSIKÎMİZ baÅŸlıklı 2 makàlemden, hiçbir deÄŸiÅŸiklik yapmadan aldığım cümleleri köÅŸeli parantezler içinde sunuyorum:
[ Dînimiz İSLÂM olduÄŸuna göre dînî mûsıkîmiz İSLÂMÎ MÙSIKÎ’dir. Bir düÅŸüncenin, sözün, fiilin, san’atın.. “islâmî” sıfâtını alabilmesi için Kur’ân veya Hadîslerden kaynaklanması veya en azından bunlara ters düÅŸmemesi gerekir. 50 yıldır dînî (islâmî) mùsıkî hakkında söylenen, yazılan ve öÄŸretilenler “esasda” ve “tamâmen” yanlıştır. BaÅŸta “Mahfil sürmesi” olmak üzere “Tilâvet”, “Besmele”, “Tekbîr”, “Ezân”, “Kàmet-İkàmet”, “İç ezân”, “Zikr”, “Tesbîh”, “Temcîd”, “Salât”, “Salevât”,“Salât-ı ümmiyye”.. diye “mûsıkî formları” deyimleri gerçeÄŸe uymamaktadır. Bu sayılanları “seslendiren” zâkir ve müezzinlere “bestekâr”, notaları tesbît edilen bu seslendirmelere “beste” denmesi hatâdır. Sayılan “islâmî metinler” islâm ibâdetine dâhil veya onun mütemmimi (bütünleyicisi) olup müzik kaidelerine göre deÄŸil, Tecvîd’e tam riâyetle seslendirilir. (…..) İslâm inancına göre; Kur’ân’ı kerîm Allah kelâmıdır (Kelâmullah’dır). Cebrâîl A.S. (Aleyhisselâm) tarafından Peygamberimize arz-u semâ’ yoluyla ezberletilmekle yetinilmemiÅŸ; hâfızdan hâfıza günümüze kadar gelen “seslendiriliÅŸ ÅŸekli: Tilâvet de tâlim olunmuÅŸtur. MüziÄŸin 3 esâsı “ritm”, “melodi”, “form” dur. Ritm, birim-zamanların gruplandırılarak tekrâr ettirilmesinden, melodi ise müzik sistemindeki seslerin (perdelerin) seçilerek kullanılmasından doÄŸar. Tecvîdde hecelerin uzunluk ve kısalıkları periodik olarak tekerrür etmez ve bundan dolayı ritmden, mûsıkî usûlünden bahsedilemez ve MEDD esâsına dayanır. (…..) Kur’ân-ı kerîm aslî yazısında harflerden hangilerinin birbirilerine göre ve ne derecede kalın veyâ ince okunacağı, kısa veyâ uzun okunacağı belirlenmiÅŸ ve Tecvîd kitaplarında anlatılmıştır. (…..) Tecvîdde sesin inceltilip kalınlaÅŸtırılması kiÅŸinin isteÄŸine ve mûsıkî sistemi içindeki perdelere göre deÄŸil, tecvîdin TEFHİM ve TERKİK kaidelerine göre yapılır. Tecvîdin bu Medd, Tefhim,Terkik mecburiyetlerine Kur’ân-ı kerîm tilâveti, Ezan, İkàmet (Kàmet), Salevât-ı ÅŸerîfeler, Zikrler, Duâlar ile namâzın bitimindeki Tesbih (Subhânallah)-Tahmid (Alhamdülillah)-Tekbîr (Allàhuekber) ki bu son üçüne “muakkibat” denmektedir, riâyet gerekmektedir. 50 yıldır süren yanlış bilgileri deÄŸiÅŸtirebilmek için Medd, Tefhim, Terkik, Vakf gibi tecvîd kàide ve mecbûriyetlerinden, Secâvend iÅŸâretlerinden bahsetmek gerekmektedir.
MEDD:
Kur’ân-ı kerîm tilâvetinde hecelerin (harflerin) “ 1 elif miktârı “ ve daha fazla uzatılmasına Medd denir. “ 1 elif miktârı ” , parmağı yukarı kaldırana kadar veya “ elif ” diyene kadar geçecek zamandır. 1 fetha’nın (üstün’ün) harfi (heceyi) uzatma müddeti ise, “yarım elif miktârı”dır. 1 elif miktârı uzatmaÄŸa “Medd-i aslî veya medd-i tabîî veya medd-i zâtî” denir. Hurûf-i medd (uzatma yapılacağını gösteren harfler) harekesiz Elif, Vav, Ye harfleridir. 1 elif miktârından fazla uzatılacaksa bu uzatma harflerinden sonra Hemze ve Cezm iÅŸâretleri kullanılır. 2 elif miktârı uzatmaÄŸa Medd-i fer’î denir. Harfi (heceyi) 3 elif mikdârı uzatmaÄŸa “Tevessüd”, 4 elif miktârı uzatmaÄŸa “Tùl” denir. Mùsıkîde bestekâr heceyi istediÄŸi kadar uzatabilir; tilâvetde ise heceler istenildiÄŸi gibi uzatılamaz; tùl, tevessüd yapılamaz. Medd-i fer’î ’nin çeÅŸitleri ve ÅŸartları vardır: Harf-i medden sonra hemze ve vakıf (durak) gelmesi: Medd-i ârız; harf-i medd ile onu tâkîb eden hemzenin aynı kelime içinde bulunması Medd-i muttasıl; harf-i medd ile onu tâkîb eden hemzenin 2 komÅŸu kelime içinde bulunması Medd-i munfasıl; harf-i medden sonra cezm gelmesi Medd-i lâzım; harf-i liyn’den (yâni kendileri sâkin, mâkabli meftûh Vav ve Ye harflerinden) sonra gelmeleri Medd-i liyn’dir(*).
Vakıflarda Tùl, Tevessüd yapılabilir veya kasr ile (medd-i tabîî ile, 1 elif miktârı medd ile) yetinilir. Ayrıca, Medd-i mânevî (a. Ta’zîm ile mubâlaa, b. Yalnızca mubâlaa) da söz konusudur. (…..)
Harflerin sıfât-ı ârızalarından biri olan Medd ‘ e göre 3 çeÅŸit Kur’ân kırâeti vardır:
a) Tahkîk kırâeti: 5 elif miktârına kadar uzatmaÄŸa cevaz verir. Türkiye’de “Âsım kırâeti” adı ile bu ÅŸekilde kırâet, tilâvet revaçtadır.
b) Tedvîr kırâeti: 3 elif miktârına kadar uzatmaÄŸa cevaz verir.
c) Hadr (hader) kırâeti: 1 elif miktârı uzatmaÄŸa cevaz verir ki sür!atli okumadır.
TEFHİM ve TERKİK:
(…..) (…..) (Evvelce anlatılmış idi…)
Tecvîd kaideleri Kur’ân-ı kerîm harflarinden hangilerinin hangi hallerde kalın, ince, uzun, kısa okunması gerektiÄŸini (vâcib olduÄŸunu) bildirmekle yetinmemiÅŸ; nerelerde nefes alınabileceÄŸini (Sekte), nerelerde durulacağını-sükût edileceÄŸini (Vakıf) de göstermiÅŸtir. Vakıf ve Sekte yapılabilecek yerler, harfler üzerinde, “Secâvend” denen küçük harflerle belli edilmiÅŸtir.
Pek kısa ve örneksiz-açıklamasız bir kısım tecvîd kàidelerinin nakledilmesinin sebebi, “islâmî ibâdet metinleri” nin seslendirilmesinde müzik kàide ve serbestiyetinin geçerli olmadığını ve Kur’ân-ı kerîm’in, bir müzikçi gözü ile bakıldığında âdetâ bir nota yazısı, ilâhî bir nota yazısı mâhiyetinde olduÄŸunu; tecvîd kàidelerine uymak mecbûriyetini; “islâmî ibâdet metinleri”ni seslendiren imâma-müezzine-zâkire “bestekâr” ve bu seslendirmelere “beste”, “form” denemeyeceÄŸini belirtmek içindir. Kur’ân yazısı; “resm-i hatt”, “ilmü resmi’l-hatt” isimleri ile bir ilim konusudur. ( ….. ) (…..)
(…..) “Mahfel sürmesi müzik formu”; Temcid, Tekbîr, Salât… “form”ları; “Câmi mùsıkîsi”, “minâre mùsıkîsi” gibi hatâlı tâbirler; müezzinlerimizin ve zâkirlerin okuduklarına “beste” ve bunlara tecvîde uygun bu seslendirmelerinden dolayı “bestekâr” sıfatını yakıştırmalar, bir zamanlar “ilm-i ÅŸerîf-i mùsıkî” diye tâzimle anılan mùsıkîmizin mü’minlerin gözünden düÅŸmesine ve hattâ Itrî merhùma ilmihâl kitaplarında ta’n edilmesine sebeb olmuÅŸtur: [Seâdet-i ebediyye 1970 s.544’de ÅŸunlar yazılıdır: “Üçüncü Sultan Muhammed zemânında yaÅŸamış olan Itrî efendi, bir din âlimi deÄŸildi. MeÅŸhûr Beethoven gibi bir musiki üstâdı idi. İslâm tekbîrini segâh makamında bestelemekle İslâmiyyete bir hizmet yapmamış, dine bir bid’at karıştırmıştır.” (…..) (……) …]
Meydan-Larousse, “Cami musikisi” maddesinde ÅŸunlar kayıtlıdır:
[[ -Mus. Cami musikisi, türk dinî musikisinin birinci dalı. Camilerde okunan musiki eserlerini toplayan kısım. BaÅŸlıca formları ÅŸunlardır: ezan, salât, Cuma salâtı, bayram salâtı, kurban bayramı salâtı, cenaze salâtı, salât-ı ümmiye, tekbir, mahfil sürmesi, tesbih, miraciye, mevlit, tevÅŸih, münacat, temcit, tehlil. ]] “Câmi mùsıkîsi”, “Minâre mùsıkîsi” diye bir müzik formu, terimi, kavramı yoktur. Buna karşılık bir “Kilise müziÄŸi” vardır ve iÅŸin tuhaflığına bakınız ki Meydan-Larousse’da “Cami musikisi” maddesi bulunmasına mukàbil “Kilise müziÄŸi” maddesi mevcut deÄŸidir. Kilise müziÄŸinde korolar, korolarda (ibâdethânede) çalgılar, kadın sesleri vardır. Kilise müziÄŸi eserleri “beste”dir, bestekârı vardır ve “ritm”leri, form’ları vardır. (…..) (…..)
İslâmî metinler 2’ye ayrılır: İslâmî ibâdet metinleri; islâmî edebiyat metinleri (ÅŸiirler) (…..) (…..) (…..)
ÖNEMLİ NOT’UM: Yukarıda yazdıklarım, 1991’de Musiki Mecmuası’ndan alıntılardır. Konservatuarlarımızın ve hocalarımızın, iddiâlarımı kabûl veyâ red bâbında sesleri çıkmıyor !. Yaşımı ve hastalığımı dlkkate alarak bir müddet daha sabredecekler, her hâlde!..
Bu konuyu iyice deÅŸmeÄŸe karar verdim: AÅŸağıda yazacaklarım 25.01.2007 tarihlidir ve köÅŸeli parantez içindeki cümleler, Aralık 1991 tarih-435 numaralı Musiki Mecmuası’nda yayımlanan “Dînî Musikimiz II” baÅŸlıklı yazımdan aynen alımıştır. “Câmî Musikisi”ne âit formlardan biri olarak bidirilen “MAHFİL SÜRMESİ?!?!” üzerinde etraflıca durmak, hem müzikologlarımızı ve hem de İslâm dîni âlimlerimizi tatmin edecektir. [[ Notası “Nazarî, Amelî Türk Musikisi III” s.72, 73, 74’de kayıtlı böyle bir eserin İslâm dînini ve Arapçayı iyi bilenlerde; Hind asıllı İngiliz yazar Salman RüÅŸdî’nin “Åžeytan Âyetleri” isimli kitabına göterilen tepkiyi hatırlatacak bir infiâl uyandırması mukadderdir. ]] [[ …. İslâm Konferansı TeÅŸkîlâtı ve Ticarî İşbirliÄŸi Daimî Komitesi (İSEDAK), bilindiÄŸi gibi İstanbul’da AKM’de belirli zamanlarda toplanmakta, açılışında Kur’ân’ı Kerîm tilâvet olunmaktadır. Diyelim ki, kapanışta da bir Devlet korosunun bu müslüman ve seçkin misâfirlere dînî (İslâmî) muhteÅŸem bir eser dinletmek programlanmış ve “koroda yalnız erkek sesleri olsun, hiçbir çalgı bulunmasın!” uyarısına da uyulmuÅŸtur. Gene diyelim ki seçilen “parça” da meÅŸhûr Mahfil Sürmesi’dir. Çalgısız erkekler korosu Cumhûr olarak “Allàhümme entesselâm ve minkesselâm..” tazarrùu ile baÅŸlamış, İstiâze’yi (Eùzubesmele’yi) müteâkib Âyeti’l-kürsi’yi (yâni Bakara Sùresi’nin 255.ci âyetini) “İnnehù illâ biiznih”e kadar okumuÅŸtur. Buradan “illâ bimâ ÅŸâe”ye kadar bir kiÅŸi (solo) yaptıktan sonra koro (âyetin sonuna Subhânallàh ekleyerek) âyeti bitirmiÅŸ, 8 Subhânallàh solo, 10 Subhânallàh koro, 3 Allàhuekber solo, 7 Allàhuekber koro; “Lehül mülkü…” koro; “Yâ Latîf ü Yâ Kâfî….” Esmâ zikri (veyâ Esmâ zikr ilâhîsi) Cumhùren (koro); duâ bölümü (münâvebeli olarak: Solo-Koro-Solo-Koro) ile sonbulmuÅŸtur.]] Bu hâl, elbette dinleyen müslümanları dehÅŸete düÅŸürür. Kitabın 3 sahîfesinde usûl/ritm verildiÄŸi hâlde ÅŸimdiye kadar seslendirilmemiÅŸ olması da bundan dolayıdır. [[ Bunun (haklı) sebepleri ÅŸunlardır: a- Âyet-i kerîmelerin(burada Âyet-i Kürsî) ve İstiâze’nin(Eùzübesmele’nin) bestelenmesi(bir güfte gözüyle ele alınarak müzik kàidelerine göre seslendirilip Sofyân usùlünde ritmlendirilmesi; b- Âyet-i kerîme ve İstiâze’nin cumhur tarafından okunması; c- Namâz sonrası tilâvet, muakkibât ve duâ’nın müzikal hâline getirildiÄŸi “Mahfilsürmesi” adında bir müzik, dînî müzik formu ihdâsıyle geleceÄŸin bestekârlarını aynı formda müzikaller meydana getirmeye teÅŸvik… sükûtla geçiÅŸtirilemez!..Muakkibât’daki Tahmîd’in (Elhamdülillâh’ın) unutulmuÅŸ olması, hepsinin 33’er defâ zikri gerektiÄŸi gibi husùslar üzerinde durmamak lâzımdır; çünkü bu noksanların ikmâliyle eser kemâl bulmayacaktır!.. (….) Sondaki Hamd cümlesi “Velhamdülillâhi Rabbil âlemîn” Durakevferi usùlünde bestelenmiÅŸ gösterilmiÅŸtir. Merhùm Dr.Suphi Ezgi’nin, hemen bütün dînî-İslâmî musiki eserlerini Durakevferi usùlünde gösterme, bu usùle sığdırmak için düzeltme ve düzenlemelerde bulunma kanâati vardır. (“Temcit-Na’t-Salat-Durak” baÅŸlıklı eseri önsözünde ve “Nazarî,Amelî Türk Musikisi V” s.300’de Salât-ı Ümmiyye’yi Durakevferi usùlünde göstermekle berâber, notasını her neÅŸirde Semâî usùlünde vererek tenâkuza düÅŸmüÅŸtür. “Temcit-Na’t-Salat-Durak” isimli eseri dipnotunda “bozuk” oldukları iddiâ edilen aslî notalarının Arel kütüphânesi’nden bulunarak karşılaÅŸtırılmalarının yapılması, Türk musikisi devlet konservatuarlarımız me’zunlarınun yüksek lisans tezleri için çok faydalı bir konu olurdu.) Dînî (İslâmî) mùsıkî hakkında araÅŸtırma yapmak, yazı yazabilmek için islâmî bilgileri, terimleri, prensipleri etraflıca bilmek gerekir. Dr.Suphi Ezgi’nin bir ümmî mü’min kadar islâmî bilgisi bulunmadığı ÅŸu sözlerinden anlaşılmaktadır: “Mahfelsürmesi ile namazlardan evvel okunan iç ezanın mürettib ve mucidinin 3.cü Sultan Ahmed zamanında Eyyub Sultan Camii baÅŸ müezzini Åžeyh Abdülganii gülÅŸenî olduÄŸu muhibbim Nail beyin taharriyatıyle meydana çıkmıştır. Nazarî,Amelî Türk Musikisi III s.75” Namazlardan evvel okunan iç-ezan’ın mùcidi, Abdülganî-i GülÅŸenî Ef. imiÅŸ!” İç-ezân’ın, Peygamberimiz (S.A.V.) zamânında ihdâs olunduÄŸu Hadîs-i Åžerîf kitaplarında (Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim…) ve mufassal Kur’ân-i Kerîm tefsirlerinde delilleriyle kayıtlıdır. “İç-ezân, namazlardan evvel okunur imiÅŸ!.” İç-ezân namazlardan evvel okunmaz; sâdece cum’a günleri ve imam-hatib hutbeye çıkarken, müezzin mahfilinden okunur; hutbeden inerken de (her farz namâzından önce olduÄŸu gibi) gene müezzin mahfilinden Kàmet getirilir. İç-ezân metni, sabah ezânı müstesnâ, diÄŸer 4 vakit ezânı metninin aynıdır; İç-ezân’da kullanılan makamlar, vakitlere göre muayyen deÄŸildir ve daha çeÅŸitlidir; İç-ezân, Dış-ezân’a nisbetle biraz daha sür’atli okunur.]]
[ 9) İslâmî edebiyat metinleri: Müzik kàidelerine göre besteleme, edebiyat metinleri için sözkonusudur; bunlar manzùm(ÅŸiir) veyâ mensùr(düzyazı) olabilirler; her iki türde de “iktibas” san’atı uyarınca “dînî ibâdet metninden kelime grupları varsa, bunların bestelenmesinde tecvîd kàidelerine, müzik kàidelerinin verdiÄŸi imkân dâhilinde riâyet gerekir. (……) İlk yazıda anlatılan islâmî edebiyat (özellikle islâmî Türk edebiyâtı) metinleri içinde “iktibâs” edilmiÅŸ kelimeler, ibâreler husùsuna kısa örnekler sunalım:
ı- “Tahte’s-serâ: “Yerin altındakiler” mânâsındaki bu deyim, “Tâ-Hâ” Sùresi 4.cü Âyetinde Geçmektedir. “Bir dem çıkar ArÅŸ üzere, bir dem iner tahte’s-serâ / Bir dem sanâsun katredür, bir dem taÅŸar ummân olur.” Yùnus Emre Vezin: 4 Müstef’ilün ( //./ )
ıı- “Lâilâhe illâllàh”: Kelime-i tevhîd’dir. Pekçok âyet-i kerîmede zikredilir: (Saffât/35, Muhammed/119 gibi). Âytlerde “Lâilâhe illâhù” ÅŸeklinde de görülür (Ra’d/30, Tâ-Hâ/8 gibi). Kelime-i tevhîd, ençok ilâhî içinde “beste”lenmiÅŸtir.
ııı- “Allàh” (C.C.) İsm-i Celâl, Lâfza-i Celâl, Lâfz-ı Celâl diye anılır. Kur’ân-ı Kerîm’de 2699 kere zikrolunur. BestelenmiÅŸ pekçok ilâhîde de iktibâs olunmuÅŸtur.
ıv- “Leyse’li’l-insâni illâ mâ seâ” (Necm sùresi, âyet 39)
“Leyse lil insâni illâ mâ seâ derken Hüdâ / Anlamam hiç, meskenetten sen ne beklersin daha” Mehmed Âkif Ersoy (Allah, “insan ancak elde etmek istediÄŸi ÅŸeyi bulur!” diyorken miskinlikten ne beklediÄŸini anlamıyorum.) SAFAHÂT:“Durmayalım.” (BestelenmiÅŸtir!.) (…….) ]
Mart 1991 tarih, 432 numaralı Musiki Mecmuası’nda çıkan DÎNÎ MÙSIKÎMIZ baÅŸlıklı yazımdan: [ (…..) Bu açıklamalardan sonra hiçbir mùsıkîÅŸinâs, “Mahfelsürmesi” diye bir “form” olduÄŸu, bu form içinde “Duâ”nın, “Besmele”nin, “Âyete’l-kürsî”nin, içinde “Tahmid”(Elhamdülillâh) bulunmayan “Tesbîhât”ın,”Muakkibât”ın, “Temcid” ve “Duâ”nın bir “mùsıkî eseri”, “beste” olduÄŸunu, seslendirene “bestekâr” dendiÄŸini söylememeli, yazmamalıdır. “Mahfilsürmesi”, “Salât-ı ümmiyye”, “Temcîd”, “Cenâze salâtı”.. birer “müzik formu” olsa idi, herbirinden bize birkaç eser daha intikàl ederdi. “-Salât-ı ümmiyye ve Tekbîr’i Itrî gibi bir dehâ bestelediÄŸinden diÄŸer bestekârlar aynı formda eser vermeÄŸe cesâret edememiÅŸlerdir!” fikri de geçerli olamaz. Bu görüÅŸ vârid olsa idi hiçbir bestekârın Nevâ-Kâr’dan sonra “kâr”, Segâh Âyîn-i ÅŸerîf’den sonra “âyîn-i ÅŸerîf” bestelemeÄŸe cür’et etmemesi gerekirdi. Bu yazının sâhibi de Kelime-i ÅŸehâdet’i (elinden geldiÄŸince tecvîd kàidelerine uyarak) seslendirmiÅŸtir. Bunu bir “mùsıkî eseri”, “beste” kabûl edersek, ortaya bir de “Kelime-i ÅŸehâdet formu” mu çıkmış olacaktır??..(Bakınız: Ek 21.05.2007) (…….) Mahfel sürmesi içinde Âyete’l-kürsî’nin bestelenmiÅŸ olması iddiâsını hiçbir müslüman ciddîye alamaz. Merhùm Abdülganî-i gülÅŸenî’nin de büyük günah, küfür sayılabilecek böyle bir fiilde bulunmuÅŸ olması ihtimâl dışıdır. Mahfel sürmesi diye bir terim de yoktur; Diyânet İşleri BaÅŸkanı HayırlıoÄŸlu zamânında ve “bid’attır!” diye kaldırılmış Cumhur müezzinliÄŸinin, namaz bitiminden sonraki bölümünden ibârettir. Dr.Suphi Ezgi’nin, evine çağırdığı bir müezzinin okuyuÅŸunu notaya almaya çalıştığı anlaşılmaktadır; eldeki metnin tecvîde ne derecede uygun olduÄŸunu veyâ olmadığını anlamak için tecvîd hocası olmaya lüzum yoktur. Geçen 55 yıl içinde bir kere bile seslendirildiÄŸi duyulmamıştır. (…….) İlk sahîfelerden îtibâren belirtildiÄŸi gibi islâmî ibâdet metinlerinin seslendiriliÅŸi bir mùsıkî olayı deÄŸidir; tecvîdin bilhassa Medd, Tefhîm, Terkîk, Sekte, Vakf mecbùriyetleriyle sınırlıdır. Bunların, “inceleme” gibi ilmî bir sebeple dahî notaya alınması islâm inanç ve esaslarını bilmeyen veyâ hiçe sayan kiÅŸilerin çalgı ve hattâ kadın sesi eÅŸliÄŸinde “icrâ”ya kalkışmasına imkân saÄŸlar. (Salât-ı ümmiyye’de olduÄŸu gibi.) Mahfel sürmesi’nin bu ÅŸekilde icrâsı ise, mü’minlere göre küfürdür. (…….) Salât-ı ümmiyye metni seslendirilirken, tam bir berâberlik içinde okunabilmesi için ritm-usûl deÄŸil de tempo (birim-zaman) duygusu âÅŸikâr kılınmıştır. Salât-ı ümmiyye’ye”mùsıkî formu”, “beste” gözü ve gözlüÄŸü ile bakanlar ise, ona mùsıkî usùllerinden birisini giydirmeÄŸe gayret göstermiÅŸlerdir. Semâî ve Durakevferi usùlü giydirme teÅŸebbüsü vedüÅŸüncesi akim kalmıştır. Çünkü Salât-ı ümmiyye, 43 toplam birim-zamanlı olarak seslendirilmiÅŸtir. Türk mùsıkîsinde 43 zamanlı bir usùl yoktur. 43 bir asal sayı olduÄŸundan (1’den baÅŸka bir tam sayı ile artıksız bölünemediÄŸinden) birbirinin aynı daha küçük usùllere de ayrılamaz. Ancak bâzı mùsıkîÅŸinâslar bu 43 toplam-zamân’ı: /10:Aksaksemâî /13:Nîmevsat /10:Aksaksemâî /10:Aksaksemâî/ bölümlerine ayırarak bu usùller terkîbinde olduÄŸunu ileri sürmüÅŸlerdir. Fakat 43 toplam birim-zaman baÅŸka terkipler hâlinde de gösterilebilir, küçük usùllere ayrılabilir: /7:Devrihindî /8:Müsemmen /8:Düyek /7:Devrihindî /7:Devrihindî /6:Yürüksemâî Veyâ /15:Raksân /8:Düyek /10:Aksaksemâî /10:Aksaksemâî… Aynı usùl 5 ayrı terkîbde düÅŸünüldüÄŸünde ve bunlardan 3’ünde küçük usùllere ayrılabildiÄŸine göre Salât-ı ümmiyye’nin muayyen bir usùlü yoktur. (…..) 1950’li yılların bir Cumartesi toplantısında H. Sadettin Arel: “-Milletimize hediye ettiÄŸi eserleri dolayısıyle Dr.Suphi Ezgi’nin altın heykelini (veyâ büstünü) yapmak gerekir!” der. Dr.Suphi Ezgi ÅŸöyle cevap vermiÅŸtir: “-Ben altın heykel veyâ büst istemiyorum; eserlerimden yararlananlar bana bir Fâtiha okusun, yeter!”. (…..) ] Konunun aydınlatılması için bu kadar alıntı kâfîdir, sanırım. Bu konularda daha derine inmek isteyenler Musiki Mecmuası’nın bu 2 sayısını ve ilâveten, “Salât-ı ümmiyye’nin usùlü” baÅŸlıklı tebliÄŸimi incelemelidirler. 3 ekiyle birlikte Meydan-Larousse’da, AnaBritannica’da ve T.C.Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde “Mahfilsürmesi” maddesi bulunmaması pek yerinde olmuÅŸtur!.
BİBLİYOGAFYA:
Kur’ân-ı kerîm tefsîri (En az 8 ciltlik bir tefsîr)
Hadîs-i ÅŸerîf külliyâtı . Sahîh-i Buhârî 12 cild
“Kur’ân-ı Kerîm Lügati” TimaÅŸ yayını 1989 Trcm. Mahmud Çanga
“Tecvîd İlmi” 1972, ikinci baskı, Celâleddin Karakılıç
“Kurân-ı Kerîm’in Nüzùlü ve Kırâati” Nedve Yayınları 1981 İsmâil Karaçam
“Kırâat İlminin Ta’lîmi” İşâret yay. 1990 Dr.Necâti Tetik
“Ansiklopedik Dîvân Åžiiri SözlüÄŸü” AkçaÄŸ yay. 1989 Dr.İsmâil Pala
“İslâmî Türk Edebiyâtı” 2 cild. Doç.Dr.Neclâ Pekolcay
“TEKBİR” 1947 İst. Mehmet Cemal ÖÄŸüt (s.80’de, Sadettin Kaynak’ın tesbît ettiÄŸi Tekbîr notası..)
Dr.Cahit Öney’in çalışmaları:
a) İslâmî Edebiyat Dergisi’nde:
“Dînî Metinlerin Seslendirilmesi” 1.1.1991
b) TASVİR gazetesi “Elif” ilâvesinde çıkan yazılar:
“İslâmda Musıki” 23.4.1983
“Dînî Musikimizde Salevât-ı Åžerîfeler” 30.4.1983
“İslâmda Ortak Dinî Musiki” 7.5.1983
“Dînî Metinler Nasıl Seslendirilir?” 28.5.1983
“Dede Efendi’nin Terâvih İmtihânı” 9.7.1983 ]
Yazıda bildirilen TebliÄŸ ve makàleler..
Cemal UÅŸÅŸak Kasım 1990 Cahit Öney
NOT: YENİ NESİL isimli günlük gazetenin 9 Aralık 1990 Pazar günkü nüshası 10. ve 8. sayfalarında çıkan, Cemal UÅŸÅŸak’la yaptığım sohbetden: [[ Musiki ile fiilen ilgim, 1949 yılında Milli Türk Talebe Cemiytinin musiki çalışmalarına katılmakla baÅŸladı. 1948’den itibaren yayın hayatına baÅŸlayan Musiki Mecmuası ile ligilenmeye baÅŸladım. Bu mecmua halen de yayınlanmaktadır ve benim irtibatım sürmektedir. Etem Ruhi Üngör Bey büyük bir azim ve gayretle mecmuanın yayınını sürdürüyor. Ben de elimden geldiÄŸince kendisine yardımcı olmaya çalışıyorum. Ben, daha ziyade musikinin edebiyatla olan münasebetleri üzerinde ilgilendim. Åžimdi üzerinde çalıştığım konu da, “İslâmî Musikî Metinleri’nin Seslendirilmesi”dir. Bazı ÅŸeyler maalesef yanlış yerleÅŸmiÅŸtir. Meselâ: Bizim meÅŸhur Tekbîr’imiz vardır. Merhum Buhurîzade Mustafa Itrî’nin bestelediÄŸi söylenen.. Bir defa Itrî böyle bir beste yapmamıştır. Itrî, Tekbîr’ı o ÅŸekinde terennüm etmiÅŸtir. BaÅŸka ÅŸekillerde de söylenebilir. Ben bunun “Beste” olarak ifâde edilmesini ÅŸiddetle yanlış buluyorum. BaÅŸkaları baÅŸka ÅŸekilde de söyleyebilirler. Nitekim ben Kelime-i ÅŸehâdeti kendimce bir tertip üzerine ve tecvid kaidelerine riayetle söyledim. Bizim arkadaÅŸlar da benimsediler. Meselâ bir müezzin efendi Ezân-ı Muhammedî okuyor. “Aa, rast makamında” diyoruz. Ama unutmamak lâzım, o hiçbir zaman bir musiki formu deÄŸildir. Olamaz da.. Musikiyi bilmek de, Kur’an’ı usulüne uygun okumak için kâfî deÄŸildir. Tecvid bilmek lâzımdır. Tecvîdin Tefhim, Terkik, Medd, Vakıf.. bahislerini bilhassa öÄŸrenmek lâzımdır. Hattâ mânâsını bilmek gerekir. Çünkü, Cehennemle ilgili âyetleri alçak sesle, Cennet’le ilgili âyetleri de hüzünle okumak câiz deÄŸildir. Mânâsını kabaca olsun bilmezseniz, buna nasıl riâyet edeceksiniz? Tahvîl-i edâ, Tahzîn-i sadâ gibi ince ve hassas konular var. Åžimdi bu mevzu üzerinde çalışıyorum. Maalesef, Dr. Suphi Ezgi merhum bu konulara vâkıf olmadığı için, kitabında büyük hatâlara düÅŸmüÅŸtür. Bâzı hocalarımız, Tekbîr’i besteledi diye, onu, hâÅŸâ tekfîr etmektedirler. Itrî Tekbîr bestesi filân yapmamıştır. Onun Tekbîr’i okuyuÅŸ tarzı ve üslûbu, zamânında, sonra gelen Müslümanlarca da benimsene benimsene de günümüze kadar gelmiÅŸtir. Ancak, Dr. Suphi Ezgi merhum gibi bâzıları onu beste olarak göstermiÅŸlerdir. Dr.Suphi Ezgi Türk musikisi nazariyâtı 3. cildinde, Ayete’l-Kürsî’nin bile notasını neÅŸretmiÅŸti. Ve bestekârı olarak da Abdülganî-i GülÅŸen adını vermiÅŸti. Âyet-i kerîmeler asla bestelenemezler, serbestce ve sesle tezyîn ve tilâvet olunurlar. Suphi bey merhum diyor ki, “Salât-ı ümmiye usûlüne uygun okunmuyor. Ben onu Vals (Semâî) usûlüne oturttum.” Böyle ÅŸey olamaz. Bir usûlle söylenecek diye bir ÅŸey yoktur. Be bunu bir tebliÄŸimde de belirtmiÅŸtim. Burada bir tempo söz konusudur. İllâ da usûl aramaya kalkışılırsa, ÅŸu ÅŸu usullerin terkîbinden meydana gelmiÅŸtir, denilebilir. Ama böyle olacaktır diye bir kaide yoktur. (……) Ben dinlediÄŸimde muazzeb oluyorum. Salât-ı ümmiye’yi bir takıl sazlarla icrâ ediyorlar. Hanım sesleriyle ilâhîler okunuyor. Bunlar geçmiÅŸimizde böyle mi olmuÅŸtur? Kadınlar kendi aralarında ilâhîleri okuyabilirler. Kadın-erkek muhtelit bir ÅŸekilde dînî muslkî icrâ edilemez. Salât-ı ümmiye mâzîmizde udla, tanburla mı icrâ edilmiÅŸtir? (…) Dînî musikî korolarını kilise korolarına benzetmemek gerekir. (……) ]]
—————————————————————-
(*) Münhasıran medd-i munfasıl’da, medd-i ârız’da, medd-i liyn’de Tevessüd yapılabilir; medd-i muttasıl’da, medd-i lâzım’da Tùl yapılabilir..
(**) Bir kısım müzikçiler ÅŸöyle îtirâz edebilirler: [[ “Tecvîdin; aynı harfde Tefhim ve Terkik sıfatları birleÅŸemez” kuralından, Türk müziÄŸinin çok-sesliliÄŸi (polifoniyi) kabûl edemediÄŸi sonucuna varıyor iseniz de, “ViÅŸneli, kaymaklı dondurmam..” , “Çil horozum kayboldu..” gibi pekçok halk ezgisinin polifonik sunuluÅŸları “ÇaÄŸdaÅŸ Türk müziÄŸi” repertuarında yer almaktadır.?! ]]
İşte cevâbım: Sözü geçen halk ezgileri, 24 perdeli ve eÅŸit olmayan aralıklı İslâmî mùsıkî sistemine göre deÄŸil, eÅŸit aralıklı (tanpere) ve 12 perdeli Batı müziÄŸi notasyonuyla tesbit edilip çoksesli hâle getirilmiÅŸlerdir. Bu sebeple, halkımızın dilindeki perdeleri tahrîf edilen bu ‘yapıt’lar bilimsel olarak aranjman olarak isimlendirilir ve aslà Türk mùsıkîsi eseri sayılamaz. Aslen karakalemle yapılmış bir tabloyu, bir çocuÄŸun, renkli kalemlerle boyaması ile ÇaÄŸdaÅŸçıların Halk ezgilerimize müdâhalesi arasındaki fark, çocukların cehli ve ÇaÄŸdaÅŸçıların kasdı husûsundadır. Bu kasdın mâhiyeti; Cumhuriyet gazetesi 11.1.1957 tarihli nüshasında kayıtlıdır: “Devrim demek bir toplumun ekonomik üretim tekniklerinden, örflerinden, âdetlerinden, geleneklerinden tutun da en yüksek deÄŸerlerine, zevkine kadar her ÅŸeyin deÄŸiÅŸmesi, altüst olması, yerine yeni tekniklerin, kuralların, deÄŸerlerin konulması demektir.” Nurettin Åžazi Kösemihal’in bu devrim tarifini Ercüment Berker, 1 Kasım 1957 tarih-117 sayılı Musiki Mecmuası’nda cevaplamıştır.
(***) Marmara Üniversitesi’nde “Geleneksel Türk San’atı” konulu bir konferans veren Prof.Dr.Glassie, “Dünyada bana göre, gerçek ve güçlü kültüre sahip iki ülke var. Bunlardan birincisi Japonya, ikincisi de Türkiye’dir.” 1982’de İstanbul’a gelip Süleymaniye Cami’ini görüp ülkesine döndükten sonra Türkçeyi öÄŸrendi, Türk kültürünü tanıdı. Geleneksel sanatların din öÄŸesiyle geliÅŸme gösterdiÄŸi konusuna dikkat çeken Prof.Glassie, “Sizin bütün sanat eserlerinizde aynı kültürü gördüm. Bu ortak kültür dinden, yani islâmiyetten doÄŸmaktadır. San’at dinin çiçeÄŸidir. ABD’de din çok zayıf. Bu yüzden geleneksel sanatlar da çok zayıftır” dedi. Prof., daha çok halıcılık ve çinicilik alanlarında araÅŸtırma yapıyor. (5 Temmuz 1994 Beklenen VAKİT gazetesi)
Ek 21.05.2007
“Kelime-i ÅŸehâdet” ve “salât-u selâm” seslendirmelerimin notaları Musiki Mecmuası’nın Mart 1991 tarih, Nu.432 sayılı nüshası 19. sahîfasındadır. Bu 2 notaların üst bölümünde ÅŸunlar yazılıdır:
[[[ KELİME-i ÅžAHÂDET Tecvîd kàidelerine göre seslendiren: Dr.Cahit Öney (12.3.1983)
SALÂTÜ SELÂM Tecvîd kàidelerine göre seslendiren: Dr.Cahit Öney (25.3.1983) ]]]
19. nota sahîfasının altında ÅŸunlar yazılıdır:
[[[ ÖNEMLİ NOTLAR:
1) Kelime-i ÅŸehâdet ve Salât-ü selâm İslâmî ibâdet metinleri kadın ve çalgı olmadan, yalnızca erkek sesleri için seslendirilmiÅŸtir. Ve tecvîdin Tefhim, Terkik, Vakf, Medd kàidelerine uyulmuÅŸtur. Tenkîdini müzikçiler deÄŸil, tecvîd âlimleri yapabilir.
2) Seslendirmeden önce aslà bir mûsıkî usûlü seçilmemiÅŸtir. Fakat, yaptığım araÅŸtırmada Kelime-i ÅŸehâdet’in 13/5/6 usûllerinden ve Salât-ü selâmın ilk 2 satırının velveleli Devrikebîr ilk ½ ; son 2 satırının da son ½’sine uyduÄŸu ortaya çıkmıştır. Bu da, Türk mûsıkîsi usûllerinin ifâde kudretine bir delildir. ]]]
TELEVİZYONA DAVETLİ İSLÂM ÂLİMLERİNDEN BEKLEDİĞİM :
Sizinle berâber kimlerin bu açık-oturumda bulunacağını öÄŸrenmeden dâveti kabûl etmeyiniz; dâvette, (sürpriz dâvetliler)le karşılaÅŸdığınız takdirde oturumu terk edeceÄŸinizi bildiriniz ve bu sözünüzde durunuz.
Telefonla gelen “kasıtlı, tuzak, gayrı ciddî, alenen cevaplandırılması edebe aykırı” bir-takım suâllere cevap vermeyiniz.
Bir dinleyiciniz olarak istirhâm ediyorum.
ÖNEMLİ İLÂVE :
Müzik bilimi serbestîsinden yararlanılarak yapılan BESTE ile Tecvîd kàidelerine riâyetle SESLENDİRME farklılığı; Site'mim TÜRK MUSİKİSİ ana-bölümünün "Bestelerimin Notaları" sahîfası alt kısmında 2 kaset ve "Önemli Not" baÅŸlıklı açtklamada sunulmuÅŸtur.

İlgiliMakaleler: