K à f i y e
Dr. Cahid ÖNEY
Şiirin önemli unsurları vezin, kafiye, nazım şekilleri, edebî san’atlardır. Günümüzde hece veya arûzla yazanlar büyük ekseriyetle vezin hatası yapmamaktadırlar. Kafiye; arûz, hece, serbest her çeşit şiirde ve “secî” ismiyle nesirde kullanılmakta ve hataları sıkça görülmektedir. Bunun sebebi kafiyeyi, kafiyelendirmeyi öğretici yayınların olmamasıdır. Muteber ve mufassal 2 ansiklopediden örnek yeterli olacaktır: İslâm Ansiklopedisi’nde Aruz maddesi 28 sayfadır. Kafiye maddesi ise 1 sayfadan azdır. Bu kafiye maddesinde de Türk dili değil, Arap dili dikkate alınmıştır; çünkü müellifi yabancı ve madde tercümedir. Meydan-Larousse’da Aruz maddesi 1 sayfadan fazla, Kafiye maddesi 1 sayfadan azdır ve Kafiye maddesinde nasıl kullanılacağı değil de çeşitleri, nazım şekillerinde rolü üzerinde durulmuş olup madde şu garip cümle ile başlamaktadır: “Kafiye her şeyden önce iki ses arasındaki ses benzerliğine dayanır.”(!?)
Edebiyat kitap, lûgat ve ansiklopedileri de kafiyeyi, kafiyelendirmeyi öğretici olmaktan çok uzaktır. Arûz vezni ise sözü geçen iki ansiklopediden bile öğrenilebileceği gibi, 50 yıldan bu yana bu hususta yazılmış yeterli kitaplar da mevcuttur (örnek olarak Ahmet Aymutlu’nun, Hikmet İlaydın’ın eserleri).
Kelâm-ı İlâhî Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetinde, mânâsını anlamayanlarca dahî duyulan huzur ve ahengin sebeplerinden birisi de. âyet-i kerîmeler sonunda tekrarlanan harfler yâni fâsıla’lardır.
Bir misal olarak, 286 âyetli Bakara sûresinde Fâsıla’lar 7 çeşit harfden ibâret olup, bunlardan 2’si yalnızca birer âyet sonunda bukunmakta ve 284 âyet 5 çeşit harfle nihâyetlenmektedir.
İnsanoğlu da sözüne ve şiirine âheng veya müessiriyet katmak için nazımda “kafiye”, nesirde ” seci’ ” denen ses benzerliklerine kıymet ve yer vermiştir. Mevlid duâsında geçen “cümlemizin günahlarımızı mağfùr, ayıplarımızı mestùr, dünyâ ve âhiretimizi mâmùr, dâimâ ticâreten lentebùr sırrına mazhâr eyle Yâ Rabbi” bölümünde geçen mağfùr-mestùr-mâmùr-lentebùr kelimelerindeki ses benzerlikleri (secî’)e misâldir.
Bir şiirin mısrâları sonunda ortak olarak bulunan redifler atıldıktan sonra, kalan kelimelerdeki ses benzerliklerine “kàfiye” denir. Misâller vererek öğretim, metodumuz olacaktır.
Fuzûlî’nin bu beyti mısraları sonunda müştereken mevcut (ortak olarak bulunan) “maz mı” eklerine redif denmektedir. . Bu ortak redifler atılınca geri kalan “usan” ve “yan” kelimelerindeki, sondan başa “n” ve “a” harfleri ses benzerliğine sebep olmakta, kàfiyeyi oluşturmaktadır. “bahçeleri / yerleri” kelime çiftini inceleyelim: bahçe-ler-i / yer-ler-i.. Bu iki kelimede de “ler-i” takıları müştereken mevcùd olduğundan atılınca geriye kalan “bahçe” ve “yer”in sonunda tek ortak harf/ses bulunmadığına göre bu iki kelime kàfiyeli (mukaffâ) değildir. “bahçeleri/yeri” kelime çiftini inceleyelim: bahçe-ler-i / yer-i.. Bu iki kelime sonunda yalnızca “-i” takısı müştereken mevcùd olup atılabilirler ve geriye kalan “bahçeler / yer” kafiyelidir. Buradan şu kàide (kural) çıkmaktadır: Kökleri/yalın halleri kafiyeli olmayan kelimeler, eklerle kafiyeli hâle getirilebilirler.
Kàfiye olup olmadıkları incelenecek 2 veya daha fazla sayıda kelimeden de ekler, harfine kadar eşit olarak çıkarılır ve öyle hüküm verilir: “kahvesi” ve “sesi” kelimeleri.. kahve-si / ses-i..
“si”, “i” ekleri, harfine kadar eşit olmadıklarından atılamazlar; “kahvesi” ve “sesi” kelimeleri mukaffâdır. Bu kurala göre “havası” / yası, dînin / Itrî’nin, masala / yıldızlarla kelime çiftleri kendi aralarında kàfiyelidirler.
“bahçeler / yer” kelimelerinin kàfiyeli oluşu, şu kuralı söyletir: Biri ekli, diğeri eksiz 2 kelime karşılaştırılırken oldukları şekilde hüküm verilir ve sonda ortak harf/ses olup olmadığına bakılır, Bu kural dolayısıyle Emine / mektebine , zaman / buradan kelime çiftlerinin kendi aralarında kàfiyeli olduklarına hükmedilir.
Matematikte: “ayrı ayrı bir üçüncüye eşit olan bir kemmiyyet birbirine eşittir”şeklinde bir kural vardır: a=b, c=b eşitliklerinden a=c sonucu çıkar. Bu matematik kuralı, kàfiye konusunda geçerli değildir: “yakan / zaman” , “yatan / zaman” kelime çiftleri kendi aralarında kàfiyeli oldukları halde “yakan / yatan” kelimeleri kàfiyeli değildir. Bu kuralın, uygulamada önemi büyüktür : Bir kasîde veya gazelin matla’ dışındaki bütün beyitleri ikinci mısra’larının a) kendi aralarında da kàfiyeli olmaları, b) matla’ beyitinin iki mısraı ile kàfiyeli olmasıyla yetinilmesi, c) yalnızca matlaın ilk mısraı ile kàfiyeli olmaları birbirinden çok farklıdır ve olması gereken de b) şıkkıdır. a) şıkkındaki şartı aramak kàfiye bulmakta ve özellikle kasîde yazmakta büyük zorluk getirir. c) şıkkı ise kabûledilemez: Kasîde veya gazelin ilk mısraı son kelimesi eksiz ise, onunla binlerce kàfiye yapılabilir. Örnek olarak matlaın ilk mısraı son kelimesi “zaman” ise, ona “atlayan, yakan, çağıran” gibi pekçok kàfiye bulunabilir. Bu açıklamalardan sonra şu kural söylenebilir: Kasîde ve gazelde matlaın ilk mısraı ile diğer beyitler birbirleriyle kàfiyeli olmalıdır; matla’ dışındaki beyitlerin birbirleriyle de kàfiyeli olmaları şart değildir. Rubâî ve murabba’, terbi’, taştîr gibi musammatlarda kàfiyelendirme yol ve şartlarını örnekleriyle incelemeyi,bu ilmî mecmùanın değerli müntesiblerinin yazacakları “Türk dilinde kàfiye” başlıklı bir kitaba bırakıyorum.
Fiille fiilin kàfiyelendirilişinde, evvelce bildirilen kurallardan bazılarının istisnâlarıyla karşılaşılır. bunları misalleriyle görelim: “Bakmak” ve “ağlamak” fiilleri.. Kökleri, emir siygaları (kipleri) olumlu tekil 2. şahısları “bak” ve “ağla” olup kàfiye teşkîl edemeyecekleri âşikârdır. Şimdiki zamanlarını ele alalım: “Bak-ıyor-um” , “Ağla-yor-um” Müşterek “um” takıları atılabilirse de,”ıyor”ve “yor”takıları atılamaz gibi gözükmektedir. Hâlbuki, “ağla” kelimesi sesli harfle nihâyetlendiğinden doğrudan “yor” ekini almıştır; “bak” kelimesi ise sessiz harfle nihâyetlendiği için,bir sesli harf,burada “i” harfi aracılığı ile “yor” ekini almıştır. “yor”, “ıyor”. “iyor”, “uyor”, “üyor” birbirine eş sayılıp atılır. Sonuç olarak “bakıyorum / ağlayorum -veyâ ağlıyorum-” kelime çifti mukaffâ değildir.
Tasrîf edilmiş (çekilmiş) iki fiilin kàfiye teşkîl edebilmesi için aynı şahıstan olmaları gerekir. “veriyordu / seriyordu, veriyorlardı / karardı, veriyorum / seriyorum” kàfiye çiftlerinde görüldüğü gibi.. Bu kàidenin istisnâsı emir sıygasıdır (kipidir): “veriyor / sor”
İki fiil, kökleri (emir sıygaları 3. şahısları) kafiyeli olmadıkları halde, takılarla kâfiyeli hâle getşrilebilir. Misâl: “gelmek”, “kararmak” fiilleri ve dolayısıyla kökleri “gel / karar” mukaffâ değildir. Fakat “geliyorlar” ve kararmak’dan emir “karar” kelime çifti ve onların ekli hâlleri “geliyorlardı / karardı” kàfiyelidir; “lar” çoğul eki rol oynamıştır. Bunu, evvelce bildirdiğimiz “biri ekli, diğeri eksiz iki kelime karşılaştırılırken oldukları şekilde hüküm verilir; ekli kelimenin eki atılmaz” genel kuralı ile açıklayabiliriz. Aynı konuda birkaç misâl daha vermek faydalı olacaktır: “bulurdu / oturdu , göstereceklerdi / verdi , gösterememişti / gelişti , gösterebilecek miydiniz / çiz” kelime çiftleri, aralarında kàfiyelidir. Buna karşılık “bulurdu / otururdu , östereceklerdi / isteyeceklerdi , gösterdi /geldi , ağladım / sordum,göstermeyecekti / söylemeyecekti” kelime çiftleri kàfiyeli değildir.
Dilek-şart kipi ile geniş zamânın olumsuz şekli kàfiye teşkîl edemezler: “alsam / okumam” gibi.. Bâzı kelimeler çift fonksiyonludur. Cümlede kullanılış şekline göre isim veyâ fiil olabilirler.. misâl: “yiyecek” kelimesi “gıdâ” mânâsında isim ve “yemek” fiilinden gelecek zaman olabilir. “Giyecek, alacak, çıkar, gelir, gider..” kelimeleri de böyledir. “gelecek / yiyecek” kelimelerini inceleyelim: Bu iki kelime, fiil olarak kullanılmışlarsa kàfiye teşkîl edemezler; diğer üç hâlde yâni ikisi de isim, ilki isim ikincisi fiil, ilki fiil ikincisi isim ise kàfiye teşkîl ederler.
Mânâları aynı veya birbirlerine pek yakın, yazılışları ayrı kelimelerle kàfiye yapılabilir; “ırak / uzak , zaman an” gibi..
Yazılışları aynı, mânâları değişik kelimelerin yaptığı kàfiye türüne “cinaslı kàfiye” denir. Irak / ırak: (ilki bir memleket, ikincisi uzak mânâsında..) “Neyleyeyim böyle yazmış Yaradan / Şikâyet yok gönlümdeki yaradan” beyitindeki kàfiyelendirme gibi..
Cinaslı kàfiyelendirme. kelime gruplarıyla da yapılabilir :
Cahit Öney
Alfabe değişikliği, Osmanlı Türkçesinde hatâlı görülen kàfiyelendirmeyi günümüz Türkçesi hatâsız bulmaktadır: “mâbet / ibâdet” kàfiyelendirmesi günümüzde kabûl edilmektedir; evvelce “mâbed / ibâdet” şeklinde yazılır ve kàfiye yapılmazdı. Hasan Asaf isminde bir şâirin “Zerre-i nûrundan iken muktebes/Mihr ü Meh’e işâret etmek abes” beyiti 1895’de Ma’lûmât isimli mecmùada yayınlanınca, Muallim Nâcî’nin talebeleri “muktebes”in revîsi sin, “abes”inki ise se olduğundan kàfiye hatâlıdır demişler ve Recâîzâde Ekrem genç şâirin tarafını tutmuştu. “mâbet / ibâdet”, “abes / muktebes” kàfiyelendirmelerine, evvelce “ikfâ” denilen revî hatâsı var,hükmü verilirdi.”menbağ/dağ” kàfiyelendirmesinde de dünün ölçülerine göre ikfâ hatâsı mevcuttur.
Arabca ve Farscadaki “elif-te, elif-nun” çoğul ekleriyle yapılan kàfiyelendirmelerde de”iytâ”hatâsı olduğu söylenirdi. “muallimât/ fiiliyât , rindân/çeşmân” gibi.
Bu gibi bilgiler, günümüzde, kadîm şâirlerimizin şiirlerini değerlendirmede kullanılabilir.
“Türk dilinde kàfiyelendirme” veya benzeri bir başlıkla yazılacak bir kitapta isim, sıfat, zamir, fiil, zarf, edat, bağlaç gibi bütün kelime çeşitleri ekler-takılar-kökler dikkate alınarak zsngin misâllerle incelenmelidir. “Türk dilinde kàfiye” konusunun enginliğini belirtmek için bir bahsine temas (değinmek) yetecektir. Kàfiye yönünden karşılaştırılacak kelimelerde müştereken mevcut eklerin atılması gerektiğinin genel kural olduğunu kaydetmiştik. Şu iki kelime üzerinde duralım: “kızıllık / saılık”.. Kızıl ve sarı sıfat, “lık”lar da sıfatı isim yapan takılar ise, karşılaştırmada geriye kalan köklerin (kök yerine taban veya gövde terimleri de kullanılmaktadır) kızıl ve sarının kàfiye teşkîl edemeyeceği ortaya çıkar. Fakat… Sarılık kelimesi hastalık ismi ise, son hecesi “lık” atılamaz. Apayrı bir kelime oluşumunu, üretilmesini/türetilmesini sağlayan bu çeşit eklere “yapım eki” denir. Yapım ekleri kàfiye karşılaştırmasında atılmazlar. Görgü, sargı, çalgı, sarık, yanık, allık, sakınca, kokarca, çelişki gibi türetilmiş kelimelerin son heceleri “yapım eki” olup evvelindeki kelimelerle kaynaşmışlardır. Yeni kelime üretiminde kullanılan yapım ekleri dışında kalan diğer bütün eklere “çekim eki” denir. Çekim ekinin diğer adı “takı”dır. Kàfiye karşılaştırmalarında ancak ortak takı’lar atılabilir.
Notlar:
– İslâmî Edebiyat isimli derginin Nisan-Mayıs-Haziran 1999 tarih ve 29 sayılı nüshasından aynen yazılmıştır.
– Dikkate alınması için, 16.6.1999 günü, İslâm Ansiklopedisi’ne, (0216) 474 08 74 ‘e faksladım. Fakat “Kafiye” maddesinde dikkate alınmadı!
(NOT: 27.xı.2006) Arapca, Farsca takı’lı kelimeler, kàfiye yapılıp yapılmayacağı araştırılırken, ortak takıları atılmalıdır. Bu kabil kelimeler; Mustafa Nihat Özön’ün “Osmanlıca-Türkçe SÖZLÜK”ününTan Matbaası 1959 tarihli 3üncü baskısı XXIV-XLV sahifelerinde olup bu kelime gruplarından birkaç örnek alıyorum:
[[ -an Farsçada çoğul edatıdır; canlı varlık kelimeleri bununla çoğul hale konur….
Arifan, Bendegân, Cahilân, Çeşman, Dilberan, Gafilân, Halâskâran, Huban, …………
-ane Farsça nisbet edatı olup katıldığı kelimeyi zarflaştırır….
Âdilâne, birâderane, cesurane, dostane, fakîrane, hâlisane, masumane, şairane ………
-at Arapça çoğul ekidir…….
Ayniyyat, baharat, beyanat, hâdisat, haşerat, harekât, hayvanat, tesisat, zayiat ……….
-en Arapça kelimelere katılarak zarflar meydana getirir…….
Binaen, cebren, cezaen, devren, dînen, halen, hukuken, idareten, tamamen, zihnen ….
-î Farsçada “yâ-i masdariye” adı verilen –î, sıfat veya bazı isimlerin sonuna katılır, “ism-i masdar” denilen isimler meydana getirir…….
Bîkesî, fedakârî, hilekârî, pesendî, pestî, pîrî, serbestî, ……………..
-î (-iyye) arapça kelimelerin sonlarına “-î” (ye harfi) katılarak “ism-i mensup” adı verilen sıfatlar yapılırdı …….
avamî, bedenî, beşerî, cismî, esatirî, fıkhî, gazî, gıdaî, haramî, iktisadî, musevî……..
-in (-un) Arapça çoğul ekidir, katıldığı sözleri çoğul yapar.
Abidîn, hakimîn, kâtibîn, ….. ]]
ARAŞTIRMA GÖREVLİLERİNE KÜÇÜK BİR ARAŞTIRMA ÖRNEĞİ :
1969 yılında Röntgen asistanı(Araştırma görevlisi) idim. Benden 1 yıl kıdemli arkadaşım Dr.M.A. 1 hafta sonra ihtisas imtihanına girecekti. Aklından çıkaramadığı endîşesi şu idi: Elbileği kemiklerinden 8’inin isimlerini sırası ile söyleyemiyor ve bana imtihanda sorulursa bilemem diyordu. Bu kemiklerin filmini görünce, şekillerinden anlarsın, dememi de dikkate almıyordu. Bu 8 kemik 2 sırada yer alıryordu ve latince isimleri türkçe şöyle yazılabilirdi: Triketrum, Psiforme, Lunâtum, Navikülâre / Hamâtum, Kapitâtum, Multanglum mâjus, Multanglum minüs. İncelediğimde hepsinin ilk harflerinin sessiz olduğunu gördüm. Sonlarına sesli harfler koyarak türkçe bir cümle kurdum:[Topu alan / Hakemim ] Arkadaşım huzûr içinde imtihana girdi.
C İ N Â S
Vezni: Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilün(fa’lün)
(20.08.2009)