Sahîfa 7
NOT: GÜNÜMÜZDE ÇOK GÖRÜLEN ve ÖZELLİKLE TRT HABER SPİKERLERİNİN YAPMAMALARI GEREKEN TELÂFFUZ HATÂLARI : 11.12.2012
HÂTIRAAA değil, HÂTIRa Örnek: [Kâmildir_o insan ki yaşar hâtıralarla ] Yahyâ Kemâl Beyatlı Vezni: Mef,ùlü mefâîlü mefâîlü feùlün
SAHAAA değil, SÂHa “alan” ve “sâha” kelimelerinin, farklı mânâlar taşıdığına güzel bir örneği; İnternet’den naklediyorum: Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Genel Müdürlüğü’nün genelgesinin. “Özel Ağaçlandprma Çalışmalarında Saha Temini” bölümünden: Bununla birlikte aday sahanın orman alanı tespitine yönelik … Halkımız da; Futbol takımı “sâhaya çıktı” diyor; “alana çıktı” demiyor.
DaVUTOĞLU değil; DAAAVUTOĞLU ve DAAAVUUUDOĞLU’NA …
NEŞE değil, NEŞ ‘ E, VAKAAA değil, VAK ‘ A , KITAAA değil, KIT ‘ A ….
KANİ değil; KÀNÎ veyâ KÂNÎ ; “hala” değil, “halâ” veyâ “hâlâ” veyâ “hala” …
kànùn mu kânùn mu ? [ Melâhat , melâxhat ] [ lâkırdı , lâxkin , alâxka ]
BU TELÂFFUZ İŞÂRETLERİYLE YAZILMIŞ “HABER METNİ”Nİ YALNIZCA TRT (HABER SPİKERLERİ) GÖRECEKTİR. (Basımevlerinin kullanmaları beklenemez ve istenemez) ; MEB, TDK’nun YAYINLAYACAĞI LUGAT KİTAPLARINDA MUTLAKA KULLANILMALIDIR: MAKSAT: TELÂFFUZ HATÂLARIMIZI DÜZELTMEKDE TRT’NİN ÖNCÜ OLMASI…
“TÜRK DİL KURUMU” ana bölümü nihâyetinde bir listem yıllardan beri mevcuttur.
Bu telâffuz işâretleri klavyede mevcuttur ve Fransızlar hepsini kullanmaktadır.
Atatürk’ün “üst-kimlik” uygulaması Kürt sorununu çözer. < 05.08.2011
[[ “GOOGLE>millet nedir kemal gözler pomak< tıklayınız : 19 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu‘nda, anadil olarak Türkçe konuşmayan Boşnak ve Pomaklara göç izni ve Türk vatandaşlığı verilirken; ırk olarak Türk olan ve anadil olarak Türkçe konuşan Gagavuzlara bu iznin verilmemesi, Türk milletini oluşturan faktörün dil ve ırk birliği değil, din birliği olduğunu göstermektedir. ]] İşte Atatürk‘ün yasalaştırdığı gerçek!.. [ ( Bar bar bağırdılar: Atatürk‘ün izindeyiz!.. / Uğraştılar: Yok_etmek_için Müslümanlığı!..) VEZİN: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün C.ÖNEY] [[[ Asım YENİHABER, 24.03.2011 Perşembe “yeni AKİT” s.2’de, kavmiyetçilik konusuna daha geniş açıdan bakmakla berâber, aynı sonuca/kanâate varıyor: Türkiye’de kürtçü etnik kin ve nefret kime yönelmektedir? Türklere mi? Fakat “Türk” etnik bir tanımlama değilki. “Türk” kavramının altında yer alanların önemli bir kısmı etnik anlamda , ırk olarak “Türk” değildir. Lazdır, Çerkezdir, Çeçendir, Gürcüdür, Araptır, Arnavuttur, Boşnaktır… ve etnikçiler çıldırmasın: Kürttür! Türkiye’de etnik tanımlamanın üstünde bir “Türk” tanımlaması vardır. Etnikçi Kürt olursanız, sadece Kürt olursunuz, etnikçi Çerkez olursanız, sadece Çerkez olursunuz vesaire… Ama bu ülkede öyle kuşatıcı bir tanımlama daha vardır ki, bu Osmanlıdan müdevverdir, “müslüman olan herkes Türktür!” Lozan’da da bu böyledir. (…..) ]]] NOTUM: “Ethnique“ kelimesnin, eski kütüb-i dîniyye-i nasrâniye’de, “Hıristiyan olmayan kâfirler”e ve bu arada, kâfir saydıkları (mezhepleri, ırkları ne olursa olsun) müslümanların tamâmına verdikleri bir sıfat demek olduğunu, bu web site’min Türk mùsıkîsi > Monolog bölümünde isbatlamış idim.
[[ Kürt Türk’e “Kardeşim!” dese, Türk Kürd’e Kardeşim!..
Sünnî diyârı Türkiye Cennet-misâl olur!.. VEZNİ: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün NOT: Bu beytim; Web site’min Tasavvuf > Beyitlerin açıklaması:5’den alınmıştır. ]]
Kahretmede “idhâl malı kültür” bizi, usta!..
Tedbîrini anlat!.. Ne diyorsun bu hususta?..
………………………………….. 10 Temmuz 2011 ………………………………………………………
Evet.. “İdhâl malı kültür”ün zararlarından biri de;
Türk, Kürt, Lâz, Çerkez.. arasındaki asırlar öncesi
vâr olan birlik-berâberliği zedelemesidir.
“SAN’AT DÎNİN ÇİÇEĞİDİR” [[ Marmara Üniversitesi‘nde “Geleneksel Türk San’atı” konulu bir konferans veren Prof.Dr. GLASSİE, “Dünyâda bana göre gerçek ve güçlü kültüre sahip iki ülke var. Bunlardan birincisi Japonya, ikincisi de Türkiye‘dir.” 1982’de Türkiye’ye gelip Süleymâniye Câmii’ni görüp ülkesine döndükten sonra Türkçeyi öğrendi; Türk kültürünü tanıdı. Geleneksel san’atların dîn öğesiyle gelişme gösterdiği konusuna dikkat çeken Prof.GLASSİE, “Sizin bütün san’at eserlerinizde aynı kültürü gördüm. Bu ortak kültür dinden, yâni İslâmiyetten doğmaktadır. San’at dînin çiçeğidir” dedi. 5 Temmuz 1999 Beklenen VAKİT gazetesi ]]
30 Nisan 2011 Cumartesi EK’i> 30 Nisan 2011 “yeni AKİT” s.2’den: [[ HÜSEYİN KULAOĞLU / İSTANBUL Marmara Üniversitesi (MÜ) İlahiyat Fakültesi Türk-İslâm Edebiyatı Anabilim Dalı ve Yağmur Dergisi’nin işbirliğiyle düzenlenen “1. İslâmî Türk Edebiyatı” Sempozyumu dün başladı. Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde dün gerçekleşen (…..) Prof. Dr. Orhan OKAY da konuşmasında, sanatın kaynağının din olduğunu söyledi. ]]
===========================================
Türk Dil Kurumu’nun hayırlı bir mesâî yaptığına; aşağıda bildirdiğim sebeple inanmıyorum:
Türk dilinin fonetiği, kelimelerin doğru telâffuzu.. konularında Türk Dil Kurumu’nun (şapka dâhil) hiçbir çalışması yoktur!!!. [ Tasfiyecilik çabalarıyla bir taşla iki kuş vurduklarını anlamayacak kadar câhil değiliz: 1) Mâzî ile, Türk cumhùriyetlerinde yaşayanlarla, az tahsilli sınıflarla, nesiller arasında irtibâtı/bağlantıyı/devamlılığı kesmek.. Ki bu bir bölücülüktür. 2) Gene tasfiyecilik sâyesinde kavramların mânâsını, millî zevki ve kıymet hükümlerini değiştirmek. Ki bu da marksistleri memnùn eder!. ]
Türk Dil Kurumu’nun el etmadığı veyâ ilgilileri, halkımızı bilgilendirmediği önemli konulardan örnekler:
Türk dilinin fonetiği / konuşmada entonasyon bozuklukları karşısında TDK seyirci kalmaktadır: Bir cümlede, bâzı kelime ve harflerde tize çıkılır ve –soru kelimesi müstesnâ- son cümlenin son hecesi, 5li veyâ 4lünün pest durağında kalır. Son birkaç yıldır, özellikle özel TV’lerin erkek spikerleri; hemen her cümleyi, 5li veyâ 4lünün karar perdesinin 1,5 ses tizinde sonuçlandırıyorlar ve “ağlamaklı” bir te’sir bırakıyorlar.
A- Kelimelerin yanlış telâffuzu karşısında TDK seyirci kalmaktadır:
a) UZUN OKUNMASI GEREKEN HECELER KISA, KISA OKUNMASI GEREKEN HECELER UZUN OKUNMAKTADIR:
22.06.2008 SKY TV hanım spikeri, 08.00 Haberlerde, 08.10’da Cumhurbaşkanının eşnin adının son hecesini kısa okumuş ve bu hatâsını defâlarca tekrarlamıştır.
“Hâtıra” kelinesinin son hecesi yanlış olarak ve her zaman uzatılarak okunmaktadır.
TDK, bu hatâlı konuşmaları önleyecek işâretleri kararlaştırmamaktadır.
TÜRK DİL KURUMU’nun sayın sorumluları: Harflerimiz; Latin alfabesinden alınmıştır. Örnek aldığımız Fransızların alfabesinde 3 çeşit K (k, c, q); 4 çeşit S (s, c, tion, se-sedil); 4 çeşit E (3 çeşit aksanlı e ile ai) ve bunlar yetmiyormuş gibi harflerin üstünde (3 çeşit aksan ve trema ile c’nin altında, bizim ç harfininkine benzer işâret) mevcuttur.Türk Dil Kurumu’nun sayın sorumluları: Sizler ise bir şapka’yı bile çok görüyorsunuz. Şöyle bir cümle kursam: Sayın Hayrünnisa hanım, Davutpaşa’da, sahada görüntülü milli futbol takımı ile çekilmiş hatıra fotoğrafını aldı. Tevevizyon spikerlerimizin çoğunluğu (örnekleri, delîli aşağıdaki listededir) yanlış okuyacaklar ve [ ilk özel ismin son hecesi ile ikinci özel ismin ilk hecesini kısa telâffuz edecekler ] ; [ saha’ yı bâzısı sâha, bâzısı sahâ diye okuyacak ] ; [ “milli” diye yazılı olduğu halde milliii diye okunacak ] ; [ “hâtıra” da, yanlış olarak hâtıraaa diye işitilecekdi. ] Latin harflerine gerekli işâretleri koymamanızdan kaynaklanan bu hatâlı telâffuzlar sizleri üzmüyor mu? Benim tahmînime göre, bu acıklı hâle, ancak, N. Ş. Kösemihal’in târîfini gàye edinenler sevinebilir. Harflerin üzerine şapka konmadığında, bir kelimenin, ne mânâya geldiğinin kolayca anlaşılamayacağı husùsunda misâller verenler çok olmuştur; iki misâl de ben vereyim: “Her işde hesabı düşünür bir koca karı / Mes’ul görecekmiş niye yaranı yarandan?” Eğer arùz biliyorsanız, ilk bakışda “mef’ùlü mefâîlü mefâîlü feùlün” veznindeki beyitimi doğru olarak okuyabilirsiniz; yoksa, bir spikerseniz bocalarsınız!.. Şapkalar, arùz bilmeyeni de mahcùbiyetten kurtarır: “Her işde hesâbî düşünür bir koca kârı / Mes’ul görecekmiş niye yârânı yarandan?” İkinci misâl: “Devletim der: Alanın var kamusu / Yazmıyor milletimin kamusu” Bu beyiti, “Feilâtün(Fâilâtün) feilâtün feilün(fa‘lün)” veznini bilenler şöyle okurlar: “Devletim der: Alanın var kamusu / Yazmıyor milletimin kàmùsu” Son zamanlarda bir kısım aydınlarımız, “encümen-i dâniş” adı altında toplanıyorlarmış… Spikerlerimizin bir kısmı “dâniş”i “daniş” diye telâffuz ettiler. Buna da şükürler!.. Aydınlarımız, ya “encümen-i dânâ” adı altında toplanmış olsalardı?.. 05 Ağustos 2008 Salı saat 13.00’de, hemen bütün TV kanalları, Orman Genel Müdürümüzün, günlerdir süren orman yangınları hakkındaki konuşmasını verdiler. Sizin ihmâliniz, Millî Eğitim Bakanlığımızın yıllardır süregelen ilgisizliği sonunda, “sâha” kelimesi, defâlarca “sahâ” şeklinde telâffuz edildi. Yeter artık bu ihmâl!.. Çocuklarımıza, ilkokullarda Türkçe dersi veren, okuma kitapları bastırıp dağıtan Millî Eğitim Bakanlığımızı da göreve dâvet ediyorum.
Yurdumuzda, hiç Arapça bilmeyen bir Türk çocuğu, yaz aylarında kursa giderek, Kur’ân-ı kerîm`i hatâsız okumayı öğreniyor ve buna mukàbil, yüksek tahsil yapmış olsa bile, Türkçe bir metni doğru okuyamıyor. Kur’ân-ı kerîm’de harflerin altında, üstündeki işâretler ve önündeki medd harfleri, bilmediğimiz Arabcayı doğru telâffuz etmemizi sağlıyor. Kur’ân-ı kerîm elifbâsının bu ruçhâniyetini Türk alfabesinin sağlayamaması, Türk Dil Kurumu’nun ana prensibinden kaynaklanıyor: [[ Türk Dil Kurumu, Kurùmî bir dil îcâd etmekte ve bunu da “tasfiyecilik” ile perçimlemektedir. ( “Saha” demesinler de “alan” desinler; “hatıra” yı unutsunlar, “anı” desinler) ; velhâsıl, Kurùmî dil tutunsun, fikrindedirler. Sesli harfle biten bir hecenin uzun okunmasına kat’iyyen tahammül edemezler ve bu sebeple “nisâ” nın son hecesini kısa; “Dâvutpaşa”nın, “Hâcettepe”nin ilk hecelerinin kısa okunmasına göz yumarlar, kulak tıkarlar. ]]
22 Ağustos 2010 târihli ilâvem: [[ 78. Kuruluş Yılı dolayısıyla Türk Dil Kurumu Genel Başkanı Prof.Dr. sayın Şükrü Halûk AKALIN’ın sözlerini, basından(!) aktarıyorum>> “TDK Genel Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN, 12 Temmuz 2010 günü şöyle devâm etti: Peki, neleri yapmadı TDK?. Sıkça açıklamamıza karşın kamuoyunda yanlış bilinen şunları yapmadı Türk Dil Kurumu: Düzeltme işaretini yani kâr, hâlâ, rüzgâr, hükûmet, millî gibi sözcüklerdeki şapka işâretini hiçbir zaman kaldırmadı… Çok oturgaçlı götürgeç, ulusal düttürü gibi sözcükleri ise hiçbir zaman üretmedi.” Sayın AKALIN: Muhterem Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA’nın, huzùrunuzda sunduğu konferansdaki [ “şu eski kelimeleri kullanmayın, şu yenilerini kullanın!” sözü bizlere Rusya’dan tâmîm ediliyor ] beyânını da, “TDK’nun artık yapmadıkları” listesine dâhil etmeniz gerekmez mi idi???.
Sayın AKALIN. Evvelce “tilcik” şimdi “sözcük” dediğiniz “kelime”lerin doğru telâffuzlarını sağlamak vazîfenizin, ŞAPKA KONUSUNDA YALNIZCA YARISINI; aksan grav ve apostrof(kesme) ihmâlini de hesâba katarsak ÜÇTE YARIMINI yâni ALTIDA BİRİNİ îfâ ettiğinizi verdiğiniz misâllerle isbât etmiş oldunuz!.. “Uzatılması zarùrî sesli harfler”i belirtmek için ise ne yaptınız.. Hiçbir şey!.. Muhterem Dışişleri bakanımız Ahmet Dâvutoğlu’nun soyadının ilk hecesinin kısa okunuşunu, devletin televizyonundan tekrâr be-tekrâr işittikçe kıs kıs güleceğinize bu gibi hallerde de “şapka” işâretini niye kullan mıyorsunuz? Yukarıda; “dâniş”, “sâha” gibi verdiğim misâlleri tekrarlamak istemiyorum. 22.08.2010 EKİ: Sayın AKALIN:“hatıra” diye yazmakta ısrâr ettiğiniz için bir devlet büyüğümüz bu kelimeyi hâtıraaa şeklinde telâffuz etti. Lûtfen; “hatıra”yı “hâtıra” şeklinde yazın ki doğru telâffuz edilsin. Ben çok üzüldüm ve siz sorumlusunu düşündüm: [Anı kelimesi (affedersiniz, sözcüğü) dururken “hatıra”yı “hâtıraaa” diye okudu. Oh olsun!.. “Hatıra, Saha, Davut, Hacettepe, Reha, Deha, Riya, Merhaba, Hakim, encümen-i daniş’de asla ŞAPKA KULLANMAYACAĞIM!” ] dediğinizi tahayyül ettmekle acabâ mubârek Ramazân-ı şerîfde günâhınızı mı aldım?.. >> Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA’nın ” ATATÜRK ve TÜRK DİLİ ” başlıklı konferansından: [[ ….. Bir defa 1960’la 1980 arasında her 4-5 yılda bir imlayı değiştirmişler. (…..) Doğrusu olan Tâlibân mı diyeceğiz. Yoksa merhum Adnan Ötüken’in diliyle söyleyeyim, dilini eşek arısı sokasıca spikerin dediği gibi Taliban mı diyeceğiz? ]]
Başarılı hizmetlerinizi millete ulaştırmağa çalışmak yerine, yapmadığınız hatâları zikretmeniz? sâdece komik olmuştur: “Çok oturgaçlı götürgeç”, “ulusal düttürü” deyişlerinde bir “iftirâ” değil, bir “istihzâ” söz konusu olduğunu halkımız anlayabilecek olgunluktadır. “Kelimelerin doğru telâffuzunu gösterecek işâretler“ teklîf etmeyi vazîfe edinmelisiniz. Bu işâretler; A) şapka’ya=aksansirkonfleks: (İlâveten;) Dâvut, Hâcettepe, sâha, Dâvutpaşa, dehâ, hâkim, yârân, cihân, şükrân, dîn.. ve benzeri kelimelerde de –öncelikle, yurt dışında 40 yıl önce yerleşmiş Türklerin çocuklarının dilimizi doğru telâffuz etmelerini sağlamayı düşünerek/görev bilerek– şapka iktisâsını mutlakà yönetmeliğinize dâhil ve îlân etmelisiniz. B) Aksan grav: şùle, aşùre, sùre, hukùkî, Nùri, kàtil, kàide, Akàretler,gibi.. C) Apostrof(kesme) işâreti: san‘at, mes‘ùl, şi‘r. na‘t, vak‘a gibi.. [[ 1 Ağustos (1 Ramazan) 2011 Pazartesi, bir TV kanalında, 09:50’de bir prof. hekim: “Epilepsi yâni sağra hastalığı olanlar da oruç tutamazlar.” dedi. TDK, “sar’a” kelimesini lûgat kitabına almış olsa bile, telâffuz ta’rîfi için, kesme işâreti aforozludur!. ]]
Ördek de diyor: “vak! a be kardeş!..”
VEZNİ: Mef,ùlü mefâîlü feùlün
[[ ….. Bir defa 1960’la 1980 arasında her 4-5 yılda bir imlayı değiştirmişler. (…..) Doğrusu olan Tâlibân mı diyeceğiz, yoksa merhum Adnan Ötüken’in diliyle söyleyeyim, dilini eşek arısı sokasıca spikerin dediği gibi Taliban mı diyeceğiz? ]]
13 Kasım 2010 tarihli ilâvem :
HABER-TÜRK TV “Teke tek“de, TDK Başkanı sayın Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN‘ı; 12/13 Kasım cuma/cumartesi geceyarısından îtibâren 03:25’de kapanışına kadar izledim.
Sayın Başkan; Mete’den, Attilâ’dan, yazıtlardan, “Atatürk’ün terim üretme çalışmaları”ndan bahis açtı. Şapka “iktisâsı” kullandıklarını tekrarladı ve “Hakkâri” yi bir misâl/delil olarak zikretti. Hazırlıksız olan F.ALTAYLI ve M.BARDAKÇI; benim yukarıdaki îtirazlarımdan bahsedemediler. Şapkasız yazıldığı için “Davut”un “a” harfinin kısa okunduğunu, sayın Altaylı, kendi adındaki “a” harfini spiker kısa okusa idi, mutlakà ileri sürerdi…
Hazırlıksız ALTAYLI ve BARDAKÇI’nın “kesme işâreti kullanıyor musunuz?” sorusunu da sayın Başkan “özel isimlerden sonra takı gelirse kullanıyoruz” diyerek kolayca savuşturdu. Hazırlıksız muhâtapları, hiç olmazsa, [ kesme işâretini kullanmadığınız için “vak’a”yı “vakààà” diye okuyorlar! ] diyemediler. Aksan grav kullanma hâllerini yukarıda anlatmıştım; sözkonusu edilemedi…
Sayın Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN: Hazırlıksız ünlü kişiler karşısında kazandığınız başarı dolayısıyla tebrîk ediyor ve sizi “şapka çıkararak” selâmlıyorum.
2 Ağustos 2011 EK’i:
Kullanmamış yeterli “telâffuz işâreti” ?..
Kâmil mi “kesme”, “aksan”ı az kullanan lûgat ?
VEZNİ: Mef,ùlü fâilâtü mefâîlü fâilün
[17 EYLÜL 2010 Eki:1931-32’de, ilkokul hocalarımız “eski harflerle, miydenüvaz yazılır ve maydanoz diye okunurdu.. yeni harflerimizle ise, nasıl yazılırsa öyle okunuyor” derlerdi. İmlâ Klavuzunu 1960 – 1980 yılları arasında 4 – 5 yılda bir değiştirdiğinizi muhterem Prof. Dr. SERTKAYA, sizlere de hitâben verdiği, özetini yukarıda sunduğum konferansında bildirmiştir. Siz ise; şapkayı hiç değiştirmedik, diyorsunuz!. Şimdi ise, SÂYELERİNİZDE, imlâ klavuzlarınıza uyarak okuyanlarımız mahcùb_oluyor!.. Tekrar ediyorum: Aksan-sirkonfleks’i yarım yamalak değil -yukarıda örneklerini verdim- bütünüyle tatbîk ediniz; aksan-grav ve apostrof’u da mutlakà İmlâ klavuzuna dâhil ediniz. Böylece, dilimiz âhengini %98 oranında doğru olarak târif imkânını elde edebilirsiniz.]
Sayın AKALIN: En büyük hatânızı belirtmeyi yazımın sonuna saklamıştım: Yukarıda, muhterem Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA’dan yaptığım alıntı okunduğunda -herkesin- görebileceği gibi, Atatürk’ün sağlığında “Türk dili çalışmaları” 3 devre geçirmiştir. İlk devre “Aşırı özleştirmecilik, tasfiyecilik” devresidir. Üçüncü devre, “Özleştirmeyi redd, yaşayan dile dönüş devresi”dir. Siz ilk devreyi dirilterek/hortlatarak “Dilde İrticâ“ yapmaktasınız. “İhlâl”, “resmî”, “kanun”, “rücu” kelimelerini de attınız mı? Bu kelimeler Anayasamızın 40. maddesinde geçmektedir. “Millî”, “mücâdele”, “şuur”, “refah”, “azim”, “iftihar”, “kader”, “esas”, “maddî”, “mânevî”, “medeniyet” kelimelerine de arı-Türkçe karşılık aramak saygısızlığında bulunmuş olacağınızı sanmıyorum; çünkü bu kelimeler, sebeb-i mevcùdiyetiniz olan 2876 sayılı “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu”nun İLKELER başlığını taşıyan 4. maddesinde yer almaktadır. 31.12.2010 ilâvem: [[[ Sayın Akalın.. Vereceğiniz cevap/savunma şu olacaktır: “Biz, saydığınız sözcüklerden hiçbirine dokunmadık; hepsi imlâ kılavuzunda yer almıştır.” 1) Bu kelimelerin hepsi imlâ kılavuzunuzda mevcùd olmakla berâber –Mustafa’ya karşılık Düzmece Mustafa gibi– uydurulmuş kelimeler de ihmâl edilmemiştir!. Millî / Ulusal, Şuur / Bilinç gibi… 2) ” Vak’a, hâtıra, hukùkî” ve benzeri kelimelere telâffùz işâretleri koymamakla, [ bu kelimelerde; –yerlerine “olay, anı, yasal” sözcüklerini getirerek kullanımdan çıkardığımız için– telâffuz işaretleri kullanmıyoruz ve kullanmayacağız! ] demek istediğiniz âşikârdır. Bu zorlama; bir aforoz katılığındadır. 3) Sebeb-i mecùdiyetiniz olan 2876 sayılı kànùnun 4üncü maddesinde geçen (“millî”, “mücâdele” gibi) kelimelerin yarısından fazlasını konferans ve makàlelerinizde kullandığınıza misâller verebilecek misiniz? ]]]
4) 30 Ocak 2011 Eki: [[ [ (…) Bizlere tamim ediliyor. Şu eski kelimeleri kullanmayın, şu yenileri kullanın.> Prof. Dr. Osman Fikri SERTKAYA’nın konferansından ] TDK‘nun, üniversitelerimizde velûd yardımcıları da var. Bunlardan biri, hızını alamamış olacak ki, târîhî bir şahsın adını da, (ilmî) eserinde Arı-Türkçe yapmış: “Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi”yi “Hamamcığlu İsmail Dede Efendi” yapmış!.. Kànùnî Sultan Süleymân’ı da, eğer sözü geçseydi, “Yasacı Sultan Süleyman” diye anardı!.. ]] [[ GOOGLE’dan: 04.01.2011 16:35 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Haluk Akalını kabul etti. Kabulde Akalın Başbakan Erdoğan’a Türkçe sözlük hediye etti. Başbakanlık Merkez Bina’da gerçekleşen kabul yaklaşık bir saat sürdü. Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Haluk Akalın kabulde Başbakan Erdoğan’a yenilenen Türkçe Sözlük hediye etti. Erdoğan güncellenen son sözlükte kaç kelimenin arttığını sordu. Akalın ise 18 bin kelime artışı ile toplam 122 bin 423 kelime bulunduğunu kaydetti. Kabulde Devlet Bakanı Mehmet Aydın da hazır bulundu. ]]
26 Haziran 2011 Ek’i: akit, s.2’de, D.Mehmet DOĞAN‘ın “Safahat ve sözlük” başlıklı köşe-yazısından cümleler: [[[ Malûm, bu yıl Mehmet Âkif yılı. (…) Mehmet Âkif’in şiirlerinin toplamı olan Safahat, türkçenin en çok basılan şiir kitabı. (…) Tabii ilk akla gelen, Safahat okumaya azmeden bu gencin bir sözlüğü önüne koyması, takıldığı kelimeler için ona başvurması… (…..)
TDK’nun Türkçe Sözlüğünün 11. Baskısı bayağı hacimli bir kitap olarak yayınlandı. Başta 30 sayfa giriş, açıklamalar vs. sonda 100 küsur sayfalık ek bilgilerle, taşınması güç bir tek cilt var ortada. “Ek bilgiler”de, türkçenin tarihçesi, ekler hakkında açıklamalar yanında, ülkelerin bayrakları, ırmakların uzunluğu gibi coğrafi malumat da -nedense- yer alıyor!
Eh Safahat okuyucusu gencimiz, artık 2761 sayfalık eseri önüne koyup Safahat okumaya başlayabilir… (…….)
(…) “Çanakkale şehitlerine” şiirinden başlasın.
Fakat o ne?
Gencimiz bazı kelimeleri bu şişkin sözlükte bulamıyor…
Mesela “müvekkel”, mesela “a’mak”…Sun’ kelimesi de bulunmayanlar arasında. (…) Şiirin devamında, lebriz, iclâl, ecram… gibi kelimelerin de sözlük dışı olduğu anlaşılıyor. Safahat okuyucusu genç şiirin ezbere bildiği bölümünde geçen “âsâr” ve “cihat” kelimelerini de bulamayınca şaşkınlığı katlanıyor…
Sen ki âsâra gömülsen taşacaksın…
“Eserlere gömülmek” ne demek?
TDK sözlüğünde gencimiz, “asır”ın çoğulu olan “âsâr”ı bulamıyor. (…..) ]]]
2761 sahîfalık “Sözlük”ün kifâyetszliğini öğrenince “yazık olmuş milletin parasına!” dememek elde değil…
2761 sahîfalık bir sözlüğün, “kelimelerin telâffuzlarını da bildirmesi” gerektiğini; kesme işâreti, şapka, aksan grav gibi ve hepsi de klavyelerde mevcùd, Fransızlarca da titizlikle kullanılan; aksi halde, “hatıra, saha, vaka, Davut, Mesut..” kelimelerini yanlış telâffuz eden yurt içinde ve dışındaki kişilerin mahcùbiyetlerinin sürüp gideceğini gülerek seyretmiş oluruz!
“A’sâr” kelimesi vesîlesiyle, Cenâb Şehâbeddîn’in; “İhdâiyye” başlıklı şiirinin ilk dörtlüklerini “hâfızamda kaldığı şekliyle” sunayım:
İHDÂİYYE
Bir gonca-i yek-rùze iken hüsn-i şebâbın;
Efsùn-i beyânımla alır bir ebediyyet!..
Âgùş-i vefâsında yaşarsın bu kitâbın;
Hep böyle güzel, tâze ve şâyân-ı muhabbet!..
Tehzîz ederek vezn-i perestişle bu defter;
A’sâârdan_a’sâra eder sıytını imrâr!..
Bir dalda öter eş iki bülbül gibi eyler;
Bir kàfiye bir bir kàfiyeyee nâmını tekrâr!..
VEZNİ: Mef,ùlü mefâîlü mefâîlü feùlün
Kelimelerin, terkiblerin açıklamasını; 2761 sahîfalık sözlük dururken benim yapmam, muhakkak ayıp kaçardı! 5 Ağustos 2011 târîhli ilâvem: Klavyede mevcùd “telâffuz işâretleri”ni kullanmamış 2761 sahîfalık bu kitaba “Türk Dili Lûgatı” değil, “Türkiye Türkçesi Sözcükler Sözlüğü” denilebilir.
*************************
[[ Gene muhterem profesörün sizlere hitâben verdiği konferansda belirttiğine göre: ]] Atatürk’ün reddettiği, tedâvülden kaldırdığı “ulus ve ulusal” kelimelerini çöplükten çıkarınca, millet-ulus ve milliyetçilik-ulusalcılık çatışması‘na sebep olmuş durumdasınız.
(Visited 29 times, 1 visits today)
İlgiliMakaleler:
- İlgili Makale bulunamadı!..
RSS 2.0 ile yeni eklenen yorumları takip edebilirsiniz.
Both comments and pings are currently closed.