ÖN-SÖZ :
“Günümüzde Musıkimizin Mes’eleleri” konulu bir açık-oturum, Aydınlar Ocağı Genel Merkezinde düzenlenmişti.. 10.12.1988 Cumartesi saat 14.00 – 17.30 arasında çalışan açık-oturumu M.Cahit Atasoy yönetmiş, İTÜ Türk Musikisi Konservatuarı başkanlarından Ercüment Berker, Fikret Değerli ile Musiki Mecmuası yazarlarından Dr.Cahit Öney konuşmacı olarak katılmışlardır.
Ben, C.Öney; bana ayrılan zaman kısıtlı olduğundan, hazırladığım metni sür’atle okumak zorunda kalmış; buna rağmen, son sahîfesini ayrılan zamâna sığdıramamıştım. Musiki Mecmuası’nın Mart 1993 tarih, 440 numaralı nüshası 12/17.nci sahîfelerinde yayımlanan bu konuşmamdan bâzı cümleler aşağıdadır (03 Kasım 2006) :
[[ ( ….. ) 4 Temmuz 1934 neşir tarihli 2541 sayılı Kanun :
( ….. ) Bu kanunun 1.maddesinde Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmak üzere Ankara’da bir Millî Musiki ve Temsil Akademisi kurulmuş olduğu ve bu maddenin a) fıkrasında ise (memlekette ilmî esaslar dâhilinde millî musikiyi işlemek, yükseltmek ve yaymak) bu akademinin gàyeleri arasında zikredilmektedir. Bu kanunun bugüne kadarki tatbîkàtından, millî musiki tâbir olunan musikinin Garp musikisinden ibâret bulunduğu hatâlı çıkış noktasından hareket edildiği anlaşılmaktadır. ( ….. ) ( ….. )
1960 sonrasında durum daha da kötüye gitmiştir :
29.07.1966 günü Ağrı’dan çektiğim 1952 makbuz numaralı telgraf bunun ifâdesidir :
Sayın ………
Turizm ve Tanıtma Bakanı ANKARA
30 Haziran tarihli Resmî Gazete’de neşredilen Türkiye Radyo Televizyon Kurumu Kuruluş ve Görev Yönetmeliği Türk mûsıkîsini kasdî ve gayrı ilmî bir şekilde ortadan kaldırmak isteyenlerin âmâline göre hazırlanmıştır. 87, 99, 135, 143. maddelerinde mûsıkî, ilim dışı bir görüş ve kasıtla üçe ayrılmış ve Çağdaş Türk Musikisi diye düzmece bir müzikten bahsedilmiştir. Bu hususla ilgili olarak günlük gazetelerde makaleler çıkmak üzeredir. Yönetmeliğin 162. maddesine göre onayını tehîr etmenizi Türk mûsıkîsinin istikbâli nâmına istirham ederim. Dr.Cahit Öney
– Türk sanat müziği ve modal tek sesli müzikler müdürlüğü.
– Türk halk müziği ve oyunları müdürlüğü.
– Çağdaş Türk Sanat müziği ve çok sesli müzikler müdürlüğü.
Bu yönetmeliği 2 noktadan inceleyelim:
1. Evvelce sözü geçen yönetmelikdeki Çağdaş Türk Müziği uydurmacasına bir de sanat kelimesi eklenerek Çağdaş Türk Sanat Müziği tabiri getirilmiştir. Bir yanda Türk Sanat Müziği, diğer yanda Çağdaş Türk Sanat Müziği!…
Türk sanat müziği gerçekde varolan bir müziktir; Çağdaş Türk Sanat Müziği ise TRT’nin uydurduğu düzmece bir müziktir; Kurûmî Müzik’dir.
2. Aynı yönetmelikde Çağdaş Türk Sanat Müziği ve çok sesli müzikler müdürlüğü; önce bölüm müdürlüklerine, bunlar da şûbe şefliklerine ayrılmaktadır; millî mùsıkîmiz teişîlâtı ise dar tutulmuştur ve bölüm müdürlükleri olmayıp, şûbe şeflikleriyle yetinilmiştir(*). Bu şekilde çağdaş! sıfatlı olanlarda unvan ve kadrolar şişirilmiş, gönüldaşlardan geniş bir ekip oluşturulmuştur. ( …..) Bu Kurûmî müzik düzmecedir. Çünkü Klasiği yoktur. Temelden, mâzîden, örnekten mahrumdur.
Repertuarı yoktur veya yok denecek kadar azdır.Bir mukàyese yapalım: Türk sanat müziği 20-30 bin eserdir; Türk halk müziği ezgileri, batıcıların ifâdelerine göre (TRT Müzik Dairesi Yayınları 13 –1974- s.7) 100 binin üzerindedir. Düzmece Kurûmî müziğin repertuarı ise bugün bile 100’ü bulmuş değildir!. Bu repertuarın meydana gelişinde TRT maddî desteğini esirgememiş, kesenin ağzını açmıştır(**) Batı müzikçisi Faruk Güvenç’in 16.11.1976’da TRT-1’de yaptığı konuşmasından özetliyorum: “1960-67 arasında Çağdaş Türk Müziği eserlerinin repertuarının çoğaltılması için a) Sipâriş: Akses, Alnar, Ergün, Arel, Kodallı, Usmanbaş’a siparişler verildi. 1966’da Rasyofonik opera C.R.Rey, F.Tüzün (Midas’ın Kulakları) sipâriş edildi. Sipâriş işine 1967’de son verildi. b) Yarışma: Folklor karakterinde Küçük orkestra yarışması: M.Sun, Tarcan, F.Tüzün’ün 3 eseri kazandı!. Bu ısmarlamalar, TRT desteği, sayın Faruk Güvenç’in söylediklerinden ibâret değildir. 1969 yayım tarihli “Çağdaş Seslendiricilerimiz” adlı kitapda, o tarihlerde, 1967’de Kültür Müsteşarlığı Küğ Danışmanı(!?) olan sayın Muammer Sun’a 10 yapıt ısmarladığı kayıtlıdır; bunların beste başlıkları ve tarihleri de belirtilmiştir. (22.02.2010 eki> TRT TV kanalları bir hayli arttığı hâlde, Türk musikisi’nin a) Tv-4’den kovulması, b) Dernek korolarına yer verilmemesi, c) Klasik koronun, Tasavvuf musikisi korosunun tâbir câiz ise yasaklanması ve buna mukàbil, Salât-ı ümmiye gibi eserlerin, ilâhîlerin armonize edilerek orkestrada dinletilerek bizleri… -söyleyecek lâf bulamıyorum- rencîde etmesi… aklıma şu soruyu getiriyor: Yukarıda sözünü ettiğim Çağdaş Türk Sanat müziği TRT kadroları – Bu müzik türü ortadan kalktığı hâlde- kadrolarını koruyor da, bu menfî tutumlar bunların eseri mi, diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Fakat, bu sıralarda TRT-Müzik kanalı ihdâsı, bir dereceye kadar bizleri tatmin etmiştir. (Bir dereceye kadar dememin sebebi: Klasik koroya, Tasavvuf musikisi korosuna, derneklerin korolarına yer verilmemesi…dir.) Bu akşamın uygun bir saatinde, Serhânende Nurettin Çelik’in yönetiminde Kürdilihicazkâr faslını dinledik. Eserler; fasıl’a uygun olarak sıralanmıştı (Ağıraksak, Senginsemâî, Devrihindî…) ve şarkılar da “fasıl şarkısı” idi. Velhâsıl bizi ziyâdesiyle memnùn eyledi. “Fasıl” için, TRT, 45 dakika veya daha da fazla süre tahsîs etmelidir. Tâhirül mevlevî merhùmun Mesnevî şerhlerinden (hatâm olursa affola) hatırımda kaldığı kadarıyla: Fahr-i kâinât Efendimiz; bâzan, Bilâl-i Habeşî merhumdan -aklımda kaldığına göre- kasîde dinler ve “Erihnâ Yâ Bilâl!” der imiş. Hülâsa-i kelâm: Bizlere Türkiye’de Türk mùsıkîsini TRT Tv’de yasak edenlere müsâade etmeyiniz!.)
1950’li yıllarda Modern Türk Müziği ve 30.6.1966 yönetmeliğinden itibaren Çağdaş denen bu düzmece müzik türüne bir ad vermek gerekirse, Aranjman (Düzenleme) demek uygun düşer. Nitekim, 29.6.1974 tarihli Milliyet’de çıkan şu haberde de aranjman tâbîri kullanılmıştır: “9. Eğitim Şûrâsı Hacettepe Rektörlük binasında başladı. Fakat, Rektör Prof. Dr. İhsan Doğramacı bir sürpriz yaptı ve programda Ankara Gençlik Korosu’nun sâdece İstiklâl Marşı söyleyeceği yazılı olduğu hâlde, koro, konsere başladı: Kâtibim aranjmanı (Adnan Saygun), Fincanı taştan oyarlar aranjmanı (Ulvi Cemal Erkin), Karadeniz oyun havası aranjmanı (Ferit Tüzün). Koro Muzaffer Arkan yönetiminde idi. Reisicumhur Fahri Korutürk orada idi ve hoşlandığı belli idi.” ( ….. ) ( ….. )
“Çağdaş müzik”, “Çağdaş Türk Müziği”, “Çağdaş Türk Sanat Müziği” tâbirlerini işitince, (benim mùsıkîme, millî mùsıkîmize çağdışıdır demek istiyorlar) diye düşünmek bir alınganlık, bir zan, bir kuruntu değildir; bunu müşahhas örneklerle isbatlıyorum:
Batı müzikçisi Veysel Arseven 29.5.1976 tarihli Cumhuriyet’de çıkan “Gaflet” başlıklı yazısında şunları söylüyor (yazıda sözü edilen, karalanan kurum İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’dır c.ö.): “Son günlerde çağdışı bir müzik kurumunun temelleri atılıyor da ne devlet konservatuarlarından, ne devlet opera ve balelerinden, ne devlet orkestralarından, ne de müzik eğitimi yapan kurumlardan ses çıkıyor. Konuşuyorum bâzıları ile.. Hepsi de söyleniyor, homurdanıyor ama, söyleyip yazmaya gelince tısss.. Herkes dilsiz, herkes uygarlıktan yoksun. ..) ( ….. ) [[ Google’dan: Veysel ARSEVEN(1919-1977) Romanya’nın Gagavuz/Gökoğuz Türklerindendir. Asıl adı: Vasily.. Annesi: Ekaterina.. Babası: Nikola.. Romanya’da ilk ve orta tahsili: 1929-1938.. İstanbul Öğretmen Okulu: 1938-1943.. 1946’da Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü mezunu.. NOTUM: “Veysel” ile “Vasily”nin sessiz harfleri aynı..GOOGLE>millet nedir kemal gözler pomak<: 14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu’nunda anadil olarak Türkçe konuşmayan Boşnak ve Pomaklara göç izni ve Türk vatandaşlığı verilirken ırk olarak Türk olan ve anadil olarak Türkçe konuşan Gagavuzlara bu iznin verilmemesi Türk milletini oluşturan faktörün dil ve ırk birliği değil, din birliği olduğunu göstermektedir. > C.Öney> Türk milletinin üst-kimliğinin DÎN(İslâmiyet) olduğunu M.Kemal ATATÜRK; 14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı İSKÂN KANUNU ile tesbît ve îlân etmiştir. ]] 14.6.1988 – 18.6.1988 târihleri arasında Ankara’da tertiplenen I.Müzik Kongresi’nde bir kısım Batı müzikçiler millî mûsıkîmize çağdışı sıfatını yakıştırarak hakarette bulunmuşlar, tartışmalara sebep olmuşlardır. [ 02 Nisan 2010 eki> “Türk müziği” ismine karşılık, “ÇAĞDAŞ Türk müziği” ismini takınanlar; “SOYLU Türk müziği – ÇAĞDAŞ Türk müziği” deyimleri ileri sürülse, şikâyetçi olmaz mı? ]
TRT Kurumu’nun bir yönetmelikle getirdiği düzmece müzikdeki çağdaş tâbîri mütearrız, saldırgan, kışkırtıcı, ideolojik bir terimdir.
TRT; “Millî kültür ve eğitimi” bir yana bırakıp “çağdaş kültür ve eğitimi”ne yönelmekle 1982 Anayasası’nı ihlâl suçu ışlediğinin farkında mıdır?..
Bu suçlamamızı, iddiâmızı da isbatlayalım:
Mehmet Pamak’ın teklifiyle “TRT’nin MİLLÎ kültür ve eğitime yardım görevi” 1982 Anayasası 133. maddesine girmiştir
1982 Anayasası taslağında TRT’nin görevi “çağdaş Türk kültürü ve eğitimine yardımcılık” şeklinde iken Danışma Meclisi’nde sayın Mehmet Pamak’ın îtiraz, îzâhhat ve teklîfi üzerine “çağdaş” kelimesi çıkarılarak yerine “millî” sıfatı konmuştur. Hâlen mer’î anayasamızın 133. maddesi TRT’ye “millî kültür ve eğitime yardımcılık” görevi vermiş iken, bu kurum, mer’î anayasayı değil de, ard niyeti(***) sebebiyle, reddedilen taslağı benimsemiş ve uygulamaktadır. ( ….. ) , ( ….. )
TRT Kurumu’ndaki çağdaşçıların, taraf tutarak, millî mûsıkîmiz aleyhine revâ gördükleri sâdece açık, göze batıcı olanlar değildir; ustalıkla, hissettirmeden yaptıkları ise, bir mütehassısın incelemesiyle ortaya çıkarılabilir: Yakın zamanlara kadar programlarda ve anonslarda “hafif batı müziği”, “Türkçe sözlü hafif batı müziği” gibi tâbirler kullanılırken, batı kelimesi atılmış, “hafif müzik”le yetinilmiştir. TRT bu düzenleme ile de tarafsızlık ilkesine aykırı ve çok maksatlı bir tutum içindedir: 1) Batı müziği denirse, bize âit olmadığı şeklindeki kanâat silinemez düşüncesinin telâşlı bir ifâdesidir. Batıcılarımız “Batı müziği” sözünü hiç sevmezler; millî mûsıkîmizin konservatuarı “Türk musikisi devlet konservatuarı”dır, Batı müziği konservatuarlarının resmî adı ise sâdece “Devlet konservatuarı”dır. (16.03.2010 eki> Yurdumuzdaki 22 Devlet konservatuarından yalnızca 3’ü Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’dır ve 19’u (Batı Müziği) Devlet Konservatuarıdır ve daha acısı, hiç olmazsa dördüncü millî musiki konservatuarımızın Ankara’da açılması mümkün olamamaktadır!? ) 2) Ötedenberi “Hafif Batı müziği”, “Türkçe sözlü hafif Batı müziği” denmekte iken bunların yerine “Hafif müzik” deyimi getirilmiş, fakat Türk mûsıkîsinin de “hafif” türü olduğu dikkate alınmamıştır; Türk mûsıkîsi: “Türk sanat musikisi” ve “Türk halk musikisi” diye yalnızca 2 bölümde mütâlâa edilerek dar bir alana hapsedilmiştir. Müziklerdeki tür çeşitliliklerinin de bir zenginlik, övünç sebebi olduğu düşünülmemiştir; açıkcası, Türk mûsıkîsini Türkiye’de Türklere unutturmağa kasdedenlerce bu tertîbat alınmıştır!..(***) ( ….. ) , ( ….. ) , ( ….. )
22.9.1985 târihli Milliyet’den önemli bir haber.. “İstanbul Anakent Belediye Konservatuarı’nın YÖK’e devredilmesi Anakent Belediye Encümeni’nce kararlaştırıldı.(12.12.2011 not’um: Belediye başkanı, Bedrettin DALAN’dır) ” (Bu Belediye konservatuarı yüksek öğretim kurumu olmadığı halde ne görüşle YÖK’e yâni Yüksek Öğretim Kurumu’na devredilmiştir?) diye sormayıp yapılan kasdî icrââtı nakledeyim:
YÖK, İstanbul Belediyesi Konservatuarı’nın Türk mûsıkîsi bölümünü de (İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı yerine) İstanbul Üniversitesi Konservatuarı’na bağlamıştır; bu konservatuar ise Batı müziği konservatuarıdır ve “Türk musikisini, Batı konservatuarı Etnomüzikoloji bölümümden ibâret kılma” projesi bu şekilde uygulanmıştır. Belediye Konservatuarı Sultanahmet’deki binâsından Kadıköy’deki depoya taşınırken, bir örneği bir daha temîn edilemeyecek taş-plak koleksiyonu inşâat kürekleriyle atılıp-saçılmış, bir kısmı parçalanıp kırılmıştır. Bu da bir icrâattır ve batılılar buna vandalizm demektedirler!.. ( ….. ) Belediye ile YÖK arasında tanzîm edilen devir protokolü neden gizli tutulmaktadır; ne zaman açıklanacaktır?.. [[ 1 Şubat 2010 EK’i: GOOGLE’a göre: İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Kadıköy’de olup; Türk müziği bölümü: “Türk Müziği İcra Heyeti”nden ve bu heyet de: 1 şef, 11 ses, 1 kemençe, 1 ud, 1 tambur’dan ibârettir. İstanbul Belediyesi Konservatuarı’nın, başta Dr.S.Ezgi’nin 5 ciltlik eseri olmak üzere neşriyatının yeni baskıları bloke edilmiştir; arşivi nerededir?.. ]]
5 Kasım 1986 günü Türk Edebiyatı Vakfı’nda vakıf, dernek, dergi, gazete temsilcileri iştirâkıyle TRT Kurumu icrââtı karşısında “müşterek tavır toplantısı” yapılmıştı. Bu toplantıya, ANAP TRT Komisyonu üyeleri Fecri Alpaslan, Ali Şahin Ergin, Ledin Barlas da katıldılar.. Tazyiklere rağmen, haklı olarak fikirlerini, kanâatlerini açıklamadılar. Toplantı bittikden sonra Ağrı Milletvekili sayın Fecri Alpaslan’a ayaküstü şu suâli dordum: “TRT’de Türk mûsıkîsi çocuk korosu, koroları teşkîli için 20-30 bestekâra besteler sipâriş edilmişti ve 100 kadar beste mevcuttur. Fakat aradan aylar geçtiği halde bu korolar acaba neden gecikti?” Şu cevâbı aldım: “Ben bu konuyu da soruşturdum ve bana şu bilgi verilmiştir: (Çocuk hançeresi Türk musikisi makamlarını ifade edemeyeceği anlaşıldığından bu teşebbüs iptâl edilmiştir.)” ( … ) İ.T.Ü. Türk Musikisi Devlet Knservatuarı yılardır ilkokul mezunlarını almakta, onlara makamlarımızla eser geçmektedir. ( … ) TRT Kurumu, bu gibi Türk musikisi mevzularında bir karâra varmadan önce, hiçbir zaman “millet sanatçısı”pâyesine erişemeyecek batı müziği kopyacılarından değil, İ.T.Ü. Türk Musıkisi Devlet Konservatuarı’ndan mütâlâa almalıdır ( … )
Yukarıdaki metin, 10 Aralık 1988 Cumartesi saat 14.00-17.30 arasında Aydınlar Ocağı Genel Merkezi’nde düzenlenen “Günümüzde Musikimizin Mes’eleleri” başlıklı açık-oturum için tarafımdan hazırlanmış ve okunmuştur. ( … ) Şu sıralarda işittiğimize göre sayın Milli Eğitim Bakanı, Türk musikisi konservatuarları mezunlarının ilk ve orta öğretimde müzik öğretmenliği haklarını ellerinden almıştır. ( ….. ) , ( ….. )
EK: Müzik öğretimi ve eğitimi ağırlıklı Güzel sanatlar meslek liselerinin ilkini Avni Akyol İstanbul’da (Erenköy’de) açmış idi.. Akyol’un halefi Fikri Sağlar da, Türk musikisi öğretimi yasak olan bu müesseselerin sayısını 10’a çıkarmıştır. Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan’ın daTürk musikisi lisesi açmağa hazırlandığı öğrenilmiştir; bu çabasını, ayak oyunlarından kurtarabilip gerçekleştirdiği taktirde, ilk tebrîk eden biz olmak isteriz. Bu okullar mezunlarına müzik öğretmenliği hakkı verileceği tabîîdir. ]] __________________________________________________________________
30 Ekim 2006 günü eklediğim dipnotlar:
(*) Yönetmelik değil de sanki Teşkîlât kànùnu veya Bütçe kanunu?!?!
(**) Sayıştay, çağdaşlarla ilgili makam-kadro ihdaslarıyla yapılan sarflara zimmet çıkarabilirdi?..
(***) DEVRİM’in târîfi: “Devrim demek bir toplumun ekonomik üretim tekniklerinden, örflerinden, âdetlerinden, geleneklerinden tutun da en yüksek değerlerine, zevkine kadar her şeyin değişmesi, altüst olması, yerine yeni tekniklerin, kuralların, değerlerin konulması demektir.” Nurettin Şazi Kösemihal’in bu târîfi 11.1.1957 tarihli Cumhuriyet’de çıkmış ve 1 Kasım 1957 tarih 117 sayılı Musiki Mecmuası’nda da yer almıştır.
28 ARALIK 2007 târihli ilâvem : (İLÂVE: 1)
27 Aralık 2007 târihli ZAMAN’da Beşir AYVAZOĞLU, önemli bir belgeyi ortaya çıkarmış ve ertesi günki AKİT de, 9. sahîfada B.AYVAZOĞLU’nun [[ Mahmut Ragıp Bey’e göre ‘alaturkacılar’ nasıl cezalandırılmalı? ]] başlıklı bu yazısını, özetleyerek okuyucularına duyurmuştur.
ZAMAN’daki yazıyı bende özetliyorum:
[[ Mahmut Ragıp Bey’e göre ‘alaturkacılar’ nasıl cezalandırılmalı?
Türkiye’de sosyolojik anlamda çoksesliliğe şiddetle muhalıf olanların başında çoksesli Batı müziği mensuplarının gelmesi sizce de tuhaf değil mi? (…..) Bu fikrimi fazla abartılı bulanlar olabilir. Ama bizde “musiki inkılâbı”nın öncü isimlerinden Mahmut Ragıp Kösemihaloğlu’nun “Musiki İnkılâbı Şenlikleri” (Varlık, nr. 35, 15 Birincikânun 1934) başlıklı yazısını okursanız bana hak vereceksiniz.
Yıl 1934. Musıki inkılâbı yapılmış, Türk musikisi radyodan, konsevatuardan, okullardan kovulmuş! Halk, piyasada bulabildiği taş plakları –ki bir ara onların da toplatılması düşünülmüştü- veya Kahire Radyosu’nu dinleyerek musiki ihtiyacını karşılamaya çalışmaktadır. İşsiz kalan hanende ve sazendelerin bir kısmı medar-ı maişet motorunu yürütebilmek için gazino ve meyhanelere düşmüşlerdir. Bu arada Türk musikisiyle Batı musikisinin imkânlarını birleştirerek “modern alaturka”, “alaturka salon orkestrası” gibi ismlerle çıkış yolu arayanlar da vardır. Bu amaçla kurulan ve piyano gibi bazı Batı sazlarıyla armoni, solo, orkestra gibi Batı müziğine has terimleri de kullanan bir topluluk Ankara’da bir gazinoda bir konser verir.(1) Mahmut Ragıp Bey, bu konser hakkındaki yazısında topluluğu aşağılayıcı bir islûpla tasvir ettikten sonra diyor ki: “Bu adamlar bilmiyorlardı ki Tarihî Türk sanatı çoktan devrini kapayıp divan edebiyatı gibi ortadan çekilmiş, alaturka adı altında son nefeslerini yaşayan yukarıda söylediğim kepazelikler ise polis kuvvetiyle ve kanunlarla yasak edilmesi lâzım gelen maneviyat mikropları olup kalmıştı.”
Mahmut Ragıp Bey, bu kadar hakaretle yetinmiyor ve eski musikiyi yaşatmaya çalışanlara nasıl cezalar verilmesi gerektiğini Avrupa tarihinden bir örnekle anlatıyor:
“Eski zamanlarda Avrupa’da da bu gibi mikroplu musikilere karşı devlet kuvvetlerinin harp açtığı, kanunlar çıkardığı görülmüştür. Meselâ İsveç’te öyle bir devir gelmiş ki büyük şehirlerde ahlâksızlık ve ruhsuzluk terennüm eden şarkıcılar idama mahkûm edilir olmuşlar; hem de öyle alaylı bir şekilde tatbik olunan bir idam cezası ki, anlatmadan edemeyeceğim: Geniş bir meydanın ortasına sun’î ve dik bir tepe yapılıyor. Tepenin etrafına idamı seyredip eğlenecekler yığılıyor. Mahkûm tepeye çıkarılıyor. Bir de dana getiriyorlar. Dananın kuyruğu iyice yağlanmıştır. Bir iki kişi danayı sopalarla dövüp tepeden aşağı kaçırmağa çalışacaklardır; bu esnada, mahkûm da onun yağlı kuyruğundan geri doğru asılacak, kaçırtmamağa çalışacaktır. Şayet yağlı kuyruk elden kayıp da hayvanlar kaçarsa idam tatbik olunacak; yüzde bir ihtimal ile zapt etmeye muvaffak olduğu takdirde ise ölümden kurtulacaktır. Fakat hayvanlar yüzde doksan dokuz dayaktan yakayı kurtardıkları için, seyircilerin kahkahaları ortasında mahkûmların kelleleri uçuruluyordu!”
Üslûbundan “alaturka”cıları böyle bir cezaya çarptırılmış görmekten çok mutlu olacağı anlaşılan Mahmut Ragıp Bey’in “kepazelik” ve “mikroplu musiki” dediği, Itrî’lerin, Dede Efendi’lerin, Hacı Ârif ve Tanburi Cemil Bey’lerin musikisi… Alay ettiği topluluk da muhtemelen Samih Rifat’ın kardeşi Ali Rifat Çağatay’ın tarzını benimsemiş “şef d’orkestr”li bir topluluk… Ve lâyık gördüğü ceza, aşağılayarak idam etmek…
Klasik musikiyi “tu kaka” edenler, fikir ve eylemlerine, bizim asıl musikimizin halk musikisi olduğunu iddia ederek bir meşruiyet kazandırmaya çalışırlardı. Halk musikisi farklı bir kaynaktan geliyormuş gibi… Mahmut Ragıp Bey’in bu görüşle yazdığı Anadolu Türküleri ve Musiki İstikbalimiz (1928) adlı kitabı kısa bir süre önce yeni harflere çevrilerek yayımlandı.(2)
Aslında Ziya Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları’nda ortaya attığı bu sakat düşünce hâlâ devam ediyor. Nitekim ünlü piyanistimiz de, yukarıda kısaca özetlediğim görüşlerini açıkladıktan sonra, “Besteci ve piyanist yönümle Avrupa müzik kültürünü temsil etmeme rağmen, kökenim olan Anadolu halk kültüründen hiç kopmadım. Bunu herkes bilir. Bütün eserlerim halk kültürüyle yoğrulmuştur” demek ihtiyacını hissediyor.
Halk kültürüyle yoğrulmuşmuş! Birkaç türküyü armonize etmiş veya birkaç nağmeyi kullanmış olmalı! Piyanistin sözünü ettiği halkın yüzde yetmişinden bağımsız bir halk kültürü olsa gerek! Eğer yüzde yetmiş de piyanistin anladığı mânâda halkın bir parçasıysa, kültürüyle yoğrulup kendisini reddetmek de ne demek oluyor? Âşık Veysel’e bir gün Ruhi Su’dan bir halk türküsü dinletmiş ve fikrini sormuşlar. Veysel’in biraz düşündükten sonra verdiği cevap harikadır: “Dağlarda gösterişsiz, fakat çok hoş rayihalı çiçekler olur. Şehirliler bunları görür, bahçelerinde yetiştirmeye heveslenirler. Yetiştirirler de. Hatta onlarınki daha güzel, daha gösterişli olur. Gelin görün ki, rayiha artık o rayiha değildir”.
Sevimli piyanist, yanlış hatırlamıyorsam, Veysel’in köyü Sivrialan’da bir konser vermişti. O zaman kendisine bu anekdotu anlattılar mı, çok merak ediyorum! Halkın yüzde yetmişi olmasaydı, memleketi ne güzel idare ederlerdi, değil mi?
……………………………………………………………………………………………………………………………………….
(1) Çocukluğumda benim de ezberlediğim şarkılardan biri: [ Ol bir salon gelini / Koy kalbime elini / Sevdim tatlı dilini / Kalplere vur bir zımba / Rumba da rumbâ rumbââ / rumbada rumbâ rumbââ// Kollarını ver uzat / Şöyle de yaslan göğse bak / Adımlarını kıvrak at / Kalplere vur bir zımbâ / Rumba da rumbâ rumbââ / rumba da rumbâ rumbââ / ]
(2) Mahmut Ragıp Gazimihal, Anadolu Türküleri ve Musiki İstikbalimiz (haz. Mehmet Salih Ergan-Ahmet Şahin Ak), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2007. Mahmut Ragıp Bey, sözünü ettiğimiz yazısında “Kösemihaloğlu” soyadını kullanmıştır. Daha sonra yazdıklarında “Gazimihal”i kullanır, fakat İdil Biret’e 1951’de imzaladığı fotoğrafını “M. R. Kösemihal” diye imzalamıştır.
27 Aralık 2007, Perşembe
İLÂVE: 2
MEHTER KAKKINDA 25.06.1981 TARİHLİ BAŞBAKANLIK TAMİMİ :
(…..) Başta okullar olmak üzere bazı resmî ve özel kuruluşların “Mehter Takımı” adı altında, gerek kılık kıyafet, gerekse sanat ve yetenek yönünden tarihî Türk askerî mehterine asla benzemeyen taklit mehter takımları kurdukları ve bunları millî bayramlarda ve kendilerince önemli saydıkları günlerde kullandıkları tesbit edilmiştir. Bu taklit mehter takımlarının, musiki repertuarları yönünden Mehterden güdülen eski Türk ordusunun hamaset destanlarını duyurmak ve millî heyecanı beslemek amacına hizmet etmtdiği ve istismar konusu yapıldığı kanaatine varılmıştır.
İzinsiz Mehter Takımı kıyafeti taşımak 2596 sayılı Kanunun 2ci maddesine göre suç teşkil etmektedir. Mehter takımı teşkili, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin manevî şahsından ayrılmaz bir yetki olduğundan, silâhlı kuvvetler dışındaki resmî ve özel törenlere iştirak ettirilmeleri kesinlikle yasaklanmıştır.
NOT: Bu tamim yayınlığında, başbakan; Bülent Ulusu’dur. Bu tamimi, M. Soysal, 14.07.1981 tarihli MİLLİYET’de, aşağıdaki yazıyla desteklemiştir :
Uyduruk yaldızlı cepkenlerin arasından kıllı göğüs gösterilerine ve teneke mihverle buruk bıyık gezdirişlerin altında büyük bir başarısızlık duygusu bugünle başedemeyiş ve çağın sorunlarından kaçış yatar.
BAŞBAKANIMIZ R.T.ERDOĞAN’IN BİLGİLERİNE ARZ OLUNUR!!!
24 Şubat 2008 04.00’de Habertürk TV.da Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’a araştırmacı-yazar Murat Bardakçı şöyle hitâb etti: (meâlen:) Kültür ve sanat topluluklarını bakanlığınız teşkîlâtından çıkarıp mahallî idârelere devretmek gibi bir projeniz veya düşünceniz olduğu işitilmektedir. Batı’daki uygulama böyle ise de, sizin, bu projeyi Türk halk müziği, Türk klasik ve sanat müziği toplulukları için düşündüğünüz; baleler, senfoni orkestralarına dokunmayacağınız konuşulmaktadır. Bu haberler doğru ise, böyle bir ayrıcalık uygun mudur?.. Bakan bu haberi yalanlamadı; haberin nasıl duyulduğuna hayretini ifâde etti. Cevâbını “reklamlardan sonra” verecekti; reklamlardan sonra bir cevap alamadık..
Millî kültür ile millî olmayan kültür arasında ve ikincisini tercîh eden projeler; “millete rağmen” yapılan tasarrufların başında gelir.
Devletçe böyle tasarruflar/uygulamalar, kanun çıkarılarak geleceği düşünülmüş, sağlama alınmıştır. Örnek olarak: “Devlet Opera ve Balesi”, evet, devletin koruma ve kollama altına aldığı “Opera ve Bale” hakkında kanun: 14.07.1970 tarih – 1309 sayılı kanunla, “tüzel kişiliği” olan bir genelmüdürlüğe kavuşturulmuştur. Sayın M.Bardakçı’ya, sayın Bakanımızdan alamadığı cevâbı ben vereyim: Tüzel kişiliği olan, kanunla kurulmuş bir genel müdürlüğn, mahallî idarelere devredilmesi imkânsızdır.
16.06.1949 tarih – 5441 sayılı kanunla kurulmuş, tüzel kişiliği bılınan Devlet tiyatroları için de tamâmen aynı sözler söylenebilir.
Kültür Bakanlığımızca lûtfen ve emâneten desteklenen millî (gerçekden millete âit) korolarımız ve benzerlerinin ise hiçbir (kànùnî) güvencesi yoktur ve bakan emrettiği anda, sâhipsiz cenâzeler gibi (kendilerinin sözünden çıkamayacak belediyelere) havâle edilebilir.
Gerçek demokrasilerde (güdümlü demokrasilerde değil, gerçek demokrasilerde) devletin kültür politikası olmaz. Devletin kültür politikası, tek tip insan yetiştirmeyi stratejik esas alan faşist ve marksist idarelerde (azınlıkçı demokrasilerde!) olur. Çoğulcu demokrasilerde devletin değil, partilerin (tabiidir ki birbirinden farklı) kültür ve san’at politikaları olur; seçim propagandası sırasında partiler, kültür ve san’at görüşlerini, stratejilerini de açıklarlar; seçmenler, tecihlerinde bu sözleri de dikkate alır.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun… 06.04.2003 tarih – 4848 numaralı bu kànùnun “Görev” ara başlıklı 2inci maddesi: Kültür ve Turizm Bakanlığının görevleri şunlardır:
a) Millî, manevî, tarihî kültürel ve turistik değerleri araştırmak, geliştirmek, korumak, yaşatmak, değerlendirmek, yaymak, tanıtmak, benimsetmek ve bu suretle millî kültürümüzün güçlenmesine katkıda bulunmak.
Maddenin başında zikredilen “millî, manevî, tarihî” kelimeleri, bu hususta hassas ve beklentisi olanları rehâvete sevk etmek için seçilmişler sanki… İşte sebebi.. Aynı maddenin h) fıkrasında: “Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.” denmektedir. Kanunlara verilen “diğer görevler”in neler olduğunu yukarıda açıklamıştım ve bu kanunların, a) fıkrasının başında yer alan 3 kelime ile bir alâkası olmadığı da açıktır. Bu Teikilât ve Görevler hakkında “Bakanlığa” 2inci Madde a) fıkranında verdiği emri, 5inci maddede “Bakana da” vererek işi pekiştirmekte… Madde 5- Bakan (…) Bakanlık hizmetlerini mevzuata (…) uygun olarak yürütmekle (…) sorumludur. Tekrarlıyorum: Bu konudaki en güçlü mevzuat “kanun”lardır ve hiçbirisi “Millî, manevî, tarihî” değerlerimize âit değildir.
Duyarlı Milletvekillerimize sesleniyorum: “Millî, manevî, tarihî” değerlerimizi de –hükmî şahsiyet bahşedecek şekilde– kanun çıkararak Kültür ve Turizm Bakanlığımızın görev alanına dâhil ediniz!..
İLÂVE : 4
VAKİT 10 Temmuz 2008 Sayfa 20 (kültürsanat)
Haber başlığı: En güzel ezanı onlar okuyor
Haberin tamamı: [ Diyanet İşleri Başkanlığı, din görevlilerinin ezan, sala, kaside ve mevlidi en iyi şekilde okuması için koro oluşturdu. Açılan sınava başvuran 965 aday arasından seçilen 40 din görevlisi, Tasavvuf Musikisi Erkekler Korosu bünyesinde haftanın 5 günü 9 saat süren bir çalışmayla dini musikiyi makamıyla okumayı öğrendi. Başkanlığın girişimiyle Tasavvuf Musikisi Erkekler Korosu oluşturulması için sınav açıldı. Türkiye’nin dört bir yanından din görevlileri ve müftülerin başvuruda bulunduğu sınava 965 kişi girdi. Kocatepe Camii İmam Hatibi İsmail Coşar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk Din Musikisi Öğretim Görevlisi ve koro şefi Fatih Koca, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile TRT sanatçılarından oluşan jüri, 13 gün süren titiz eleme sonucunda 40 din görevlisini koroya girmeye uygun
buldu. Sınavda nota bilgisinden çok adayların müzik kulağının olup olmadığı yönünde değerlendirme yapılırken, camilerde görevli imam ve müezzinler tercih edildi. Daha sonra, Ankara’da günde 9 saat olmak üzere haftanın 5 günü eğitimden geçirilen din görevlileri, imam hatip İsmail Coşar’ın yanı sıra, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Devlet Opera ve Balesi sanatçılarının da aralarında yer aldığı seçkin bir eğitmen kadrosuyla çalıştı. Koroya 6 konservatuar mezunu din görevlisi de seçildi. Bu eğitim çalışmasının ardından dini musikiyi makamıyla okumayı en iyi biçimde öğrenen koro, ayrıca ilahi, Bektaşi nefesi, Türk Sanat Müziği ve Mevlevi eserlerini de yorumlamaya başladı. Yurt içi ve yurt dışında düzenlenen etkinliklerde de yer alan koro, son olarak Bosna-Hersek’teki 498. Ayvaz Dede Şenlikleri’nde ilahileri yorumladı. ]
Bir cümlenin altını çizmekle ve “ne zaman aklımız başımıza gelecek ve ne zaman aşağılık kompeksinden kurtulacağız; ne zaman böyle müdâhalelere karşı îtiraz cesâretine erişebileceğiz?” sualleriyle iktifâ ediyorum. Bu altı çizili cümleden sonra, haber başlığına göz atmanız, acı bir tebessüme sebep olacaktır. İmam ve müezzinlerin ezan, ilâhî öğretim kurslarına, Devlet opera ve bale sanatçılarının öğretmen olarak davet edilmeleri kadar gülünç bir haberi çoktandır işitmedim!. Öğretmen olarak değil de dinleyici olarak dâvet edilselerdi gelirler mi idi?.. İşe adam mı? Adama iş mi? DAHA DA KÖTÜSÜ: TÜRK MUSİKİSİNE AŞAĞILAMA, HAKARET !..
ÖNEMLİ NOT: Sayın Koro Şefi Fatih Koca’ya; ZAMAN gazetesinde temâs ettiği Mahfel sürmesi ve Dînî Mùsıkîmiz konuları ile ilgili olarak bu web site’mdeki geniş açıklamalarımı bulup incelemesini tavsiye ve başarılarına duâ ediyorum.
1 Eylül 2008 VAKİT sayfa 8’den :
TÜRKİYE’NİN EN GÜZEL EZAN OKUYANI YILMAZ
SİVAS – Diyanet İşleri Başkanlığı’nca düzenlenen “5. Türkiye Ezan Okuma Final Yarışması”, Sivas’ta yapıldı. Sivas Paşa Camii’nde düzenlenen yarışmaya, İlçe, İl ve bölge yarışmalarının ardından bölge birinciliklerini kazanan, Türkiye’nin çeşitli ilçelerinden 9 din görevlisi katıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi Başkanı Mehmet Bekaroğlu, imam hatipler ve müezzin kayyımlar arasında yapılan yarışmanın açılışında, ezanın, bildirmek, duymak, çağında bulunmak, ilan etmek anlamına geldiğini söyledi. Daha sonra, İstanbul İl Müftüsü Prof. Dr. Mustafa Çağırıcı’nın başkanlığını yaptığı yüksek secici kurul üyeleri tanıtıldı. İstanbul Eyüp Slahtarağa Elektirik Camii imam hatibi Sadullah Yılmaz’ın birinciliği kazandığı yarışmada, ikinciliği Kastamonu Hamidiye Camii müezzin kayyımı Sait Özdemir, üçüncülüğü ise Sinop Boyabat Akmescit Camii imam hatibi Abdülkerim Kasım Ağcakaya elde etti. Daha sonra yarışmaya katılan bütün yarışmacılara, derecelerine göre çeşitli ödüller veridi.
Hayretler içinde şunları yazıyorum :
Mevzù: Güzel sesli din görevlileri yetştirmek..
Yetkili ve sorumlu: DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
2 aydan daha az aralıklı 2 faâliyet… İlkinde; DEVLET OPERA ve BALESİ SANATÇTLARI DA eğitmen kadrosunda yer-alıyor.!?!?!?